• DOLAR 34.513
  • EURO 36.572
  • ALTIN 2915.838
  • ...

Cumhuriyet tarihi boyunca Müslümanlar hiçbir zaman şimdiki kadar geniş imkânlara sahip olmadılar. Diyebiliriz ki, musalli insanların işgal etmedikleri bir makam kalmadı. Hiçbir anayasal güvencesi olmasa bile, en azından inançlarından dolayı örtünen insanlarımız haklarından mahrum bırakılmıyorlar. Matbuat alanında da deyim yerindeyse bir enflasyon yaşıyoruz. Kendilerini “dini” olarak tanımlayan görsel, işitsel ve yazılı basın-yayın organlarının sayısı o kadar fazla ki… Ya kendilerini “dini” olarak tanımlayan sivil toplum kuruluşları? Sanırsınız ki, her biri birer sermaye toplama kuruluşu… Elbette aralarında dürüst basın-yayın organları ve dürüst STK’lar da var. Ama genelinin İslam’a ne ölçüde riayet edip etmediklerini düşünmek bile biz Müslümanlar adına o kadar utanç verici ki! Camilerimizin ve İmam-Hatip okullarının sayısında da ihtiyaç doğrultusunda bir artışın da dinsel dönüşüme ne kadar katkı sağladığı ciddi bir soru olarak duruyor. Belediyeler yıllardan beridir her Ramazan boyunca yüzlerce değil, binlerce ve on binlerce kişilik iftarlar veriyorlar. Ve bütün bunlarla birlikte, “ben Müslümanım” diyebilenler hükümettir.

Evet, bütün bunlarla birlikte Cumhuriyet tarihinin en büyük ahlaki yozlaşmasını ve en büyük değer kaybını yaşıyoruz.

Örneğin, rüşvet ve adam kayırmaktan ehliyetsiz ve liyakatsiz atamalara, şiddet olaylarından cinayetlere, iftiralardan boşanmalara ve dahi zinaya kadar dinimizce haram olan şeylerin hepsi eski dönemlere göre artarak sürmektedir.

Bunları dile getirmedeki amacımız sadece hükümeti veya yöneticileri sorumlu olarak göstermek değildir. Çünkü her Müslüman kendi ihmali kadar ye yükümlülüklerini yerine getirmediği ölçüde bu kötülüklerden sorumludur ve eğer görevini yapmıyorsa, her haramın işlenmesinde doğrudan veya dolaylı olarak pay sahibidir. Ve şimdi de gelelim Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden dillendirdiği “dindar gençlik yetiştirme” konusuna.

Malumunuz, “dindar gençlik yetiştirmek” beyanı 2002 yılından beridir Türkiye’yi hükümet olarak ve şimdi ise hem hükümet ve hem de partili Cumhurbaşkanı olarak Türkiye’yi yönetmekte olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dandır. Her Müslüman gibi ben de bu konuda kendileriyle aynı özlemi taşıdığım Erdoğan’ın bu ısrarındaki samimiyetini de fırsat bilerek ve dahi dindeki kardeşliğimizin bana yüklediği sorumluluk çerçevesinde konu hakkındaki duygu, düşünce, eleştiri ve istirhamlarımı yalın bir dil ile arz etmek istedim.

2002 yılından bugüne 17 yıllık iktidarınızda “dindar gençlik yetiştirme” konusunu üç kez gündemimize getirdiğinizi görüyoruz. İlk defa “dindar gençlik yetiştireceğiz” dediğinizde, yıl 2012 idi ve siz başbakandınız. İkinci defa “dindar gençlik yetiştireceğiz” dediğinizde, yıl 2016 idi ve siz Cumhurbaşkanı idiniz. Ve üçüncü kez “dindar gençlik yetiştireceğiz” dediğinizde, yıl 2019 ve siz önceki dönemlerle kıyaslanamayacak derecede daha fazla yetkileri elinde bulunduran Partili Cumhurbaşkanısınız. Ancak ilk on yılı değil de, sadece bu hedefinizi açıkladığınız son 7 yılı değerlendirdiğimizde gençlerin giderek dindarlaştığı yönündeki bir değişim yaşamadık, yaşamıyoruz. Aksine dini değerleri hızla tüketen kesimin gençler olduğunu söyleyebiliriz.

Sizler de takdir edersiniz ki, gençlerin yetişmesi ailede başlar. Dolayısıyla insanın ilk eğitim-öğretim yeri de ailesidir. Aileyi de okul takip eder. Çocuklar büyüdükçe buralardan öğrendikleri ve aldıkları şeylerle-değerlerle kişilikleri oluşur.

Aile ve okul toplumların çekirdek eğitim merkezleridir. Bunlara ek olarak bütün dindar toplumlarda bir eğitim merkezi daha var; mabetler. Yani biz Müslümanlar için camiler. Dindar bir ailenin oluşumu, dindar bir gençliğin yetiştirilmesi ve sonuçta dindar bir toplumun inşası bu üç merkezin o yöndeki faaliyetlerinin toplamından gerçekleşir.

Ancak çocukları, gençleri, aileyi ve hayatın her alanı için ihtiyaç duyulan oranda insan yetiştiren kurum doğal olarak devlettir. Sivil kurumların bile her türlü faaliyetleri devletin koyduğu yasalar ve sınırlar çerçevesinde olur.

Her ne kadar selefleriniz “devletin dini din-i İslam’dır” hükmünü çıkardıklarından dolayı 1928 yılından beridir İslam’ı tanımayan bir anayasa ile idare ediyorsanız ve dolayısıyla idare ediliyor olsak bile, resmi rakamlara göre %99’luk gibi bir çoğunlukla Müslüman olmamız başlı başına bir şeylerin yanlış gittiğinin delilidir.

Şundan emin olunuz ki, zatıâlileriniz, “dindar bir gençlik yetiştireceğiz” dediğiniz her defada sizinle aynı özlemi ve hedefi paylaşanların aklından geçen sorular üç aşağı beş yukarı aynıdır.

Bu sorulardan bazılarını bir de burada kendimize soralım:

-          Dindar gençlik yetiştirme hedefini kimlerle ve hangi eğitim sistemi ile gerçekleştireceğiz?

-          Milli Eğitim, Diyanet ve Üniversiteler bu hassasiyetin neresindedirler?

-          Yıllardır atamalarını bizzat yaptığınız rektörlerden “dindar genç yetiştirme” yönündeki hassasiyetinizi paylaşanların sayısı bir iki elin parmaklarını geçer mi acaba?

-          Sadece İHL ve İlahiyat Fakültelerini bile idarecileriyle birlikte göz önünde bulundurduğumuzda, dindar genç yetiştirme hassasiyeti olanların yüzdesinin ümit verici düzeyde olduğunu söyleyebiliyor muyuz?

-          Yine diğer okullar bir yana İmam-Hatip okullarında ve İlahiyat Fakültelerinde bile bu hedefinizi en az %50 gerçekleştirdiğinizi söyleyebilir misiniz?

-          Bu eğitim sisteminin çocuklarımıza-gençlerimize laikliği, milliyetçiliği öğrenme hakkını ve imkânlarını tanıdığı kadar İslam’ı da öğrenme hakkı ve imkânı tanıyor mu?

-          Din ve tarih gibi derslerde okutulan kitaplarla gençlerin dini, milli ve tarihi bilgileri pekişiyor mu, yoksa iğfal mi ediliyor?

-          Örneğin, çocuklarımız-gençlerimiz imandan küfre, şirkten tevhide, Yahudilikten Hristiyanlığa, komünizmden faşizme ve milliyetçilikten laikliğe kadar hepsine ulaşabildiği kolaylıkta İslam’a da ulaşabiliyor mu?

-          Devletin izlediği bu eğitim-öğretim sistemiyle, okuttuğu kitaplarla ve dikte ettiği değerlerle bu Müslüman toplumun çocuklarının dinlerini öğrenmeleri mümkün mü?

Dindar gençlik, dindar aile ve dindar toplum her Müslümanın şiarıdır.

Eğitimde yaşadığımız facianın bir benzerini de ailede yaşıyoruz.

Eğer Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Sayın Zehra Zümrüt Selçuk Ak Partili olmasaydı,  muhtemelen CHP ve HDP tarafından heykeli bile dikilirdi. CHP’nin yeterince heykelleri var, ama Apo’nun heykelini dikemeyen HDP bu fırsatı kaçırmazdı. Çünkü Selçuk, sadece KADEM ile değil, HDP ile PKK ve PKK’nın çizgisindeki bütün derneklerle birlikte İstanbul Sözleşmesini hayata geçirmek için adeta bir seferberlik ruhuyla çalışıyorlar.

İşte bu hallerde olduğumuz için ve dahi bu hallerde olduğumuz sürece dindar gençlik yetiştiremeyiz.