Irak, İran, Suriye ve Türkiye’nin parçalanmasından bir Kürdistan çıkar mı? (1)
Bu soruyu tartışma konusu yaparsak, saatlerimizi ve hatta günlerimizi alacağı gibi, yazmaya kalkıştığımızda da yüzlerce sayfayı geçer.
Ne kadar geç kalmış olsak da ve ivedilikle yapmamız gereken ne kadar işimiz olsa da bazı konular var ki, onları vuzuha kavuşturmadan ve onları aşmadan sağlıklı adımlar atamayız. Çünkü o konular, o sorunlar hep ayağımıza, zihnimize ve hatta inancımıza dolanıp kalır. Dolayısıyla bizim bunları bir yandan tartışıp yazarken, diğer yandan diğer işlerimizi yapmamız gerekiyor. Çünkü zamanımız daralıyor ve bugün ülkelerimizi işgal edenlerin çıkarları için işlemeyecekleri hiçbir vahşet yoktur! Nasıl ki, yüz yıl önceki çıkarları bizi yendikten sonra istedikleri yerlerden sınırlar çekmeyi ve istedikleri devletleri kurdurmayı gerektiriyor idiyse ve bunu büyük ölçüde başardılarsa, bugünkü çıkarlarını da o sınırları yeniden harmanlamakta, yani değiştirmekte, daha açık bir ifade ile ülkelerimizi parçalamakta görüyorlar.
Bu defa ki gelişlerinin nedeni budur. Silahlarıyla ve askerleriyle topraklarımızdalar, ama kendilerinden çok bizim gafletimize ve asıl cehaletimize ve bizim içimizden devşirdikleri kişi, grup ve rejimlere güveniyorlar. Evet, yanlış okumadınız, bu gaflet ve cehaletimizdir ki, her biri haddizatında birer zenginliğimiz olan milliyetlerimizi, dillerimizi, mezheplerimizi ve meşreplerimizi kendimize karşı kullanabiliyorlar. Hatta yer yer dinimizi dahi bize karşı kullanabiliyorlar. Çünkü dinimizi ve kendimizi onların kullanmalarına karşı koruyacak dini bilgiden ve bilgi olsa bile dini bilinçten yoksunuz. Bizler “biz” bilincimizi kaybettiğimiz zamandan beridir birbirimize düşman, hain, fasık, sapık ve işbirlikçi gözüyle bakıyoruz. Birçok söz ve eylemimizle Allah’ın ayetlerine karşı savaştığımızın farkında bile değiliz. Çünkü ölçüyü yitirmişiz. Kimi Türklere göre Arap arkadan vuran hain ve Kürt hain iken, kimi Araplara göre de Türkler yıllarca kendilerini sömürenler ve Kürtler hain. Kimi Şiilere göre Sünniler sapık ve kimi Sünnilere göre Şiiler sapık.
Tarihi, tarihimizi bilmeden bugünkü olayları anlayamayacağımızın altını çizerek devam edeyim. Gerçi gereğini yapmadığımız sürece tarihimizi bilmenin de bize bir yararı olmaz, ama hiç bilmemektense, en azından bilmenin bilince dönüşmesi imkânı var.
Birlik ve dirliğimizi ve “biz” bilincimizi yitirdiğimizden beridir yüzümüz gülmüyor. Dün henüz biz iken bir adımız, bir sanımız, bir medeniyetimiz ve izzetimiz vardı. Elbette yeryüzünde cenneti yaşamıyorduk ve zaman zaman birbirimize zulmettiğimiz de oluyordu. Ama sahip olduğumuz değerlerin sayesinde olumsuzluklarımızı ortadan kaldırabiliyor veya en azından kontrol altında tutabiliyorduk.
Genelde yapageldiğimiz önemli yanlışlardan biri, bir şeyi toptan kabul etmek veya toptan reddetmektir. Tabii ki, hem toptan kabul etmemiz ve hem de toptan reddetmemiz gereken şeyler var. Bizim buradaki sorunumuz, ret ve kabullerimizin neredeyse çoğu kez akıl, adalet, izan ve vicdandan uzak oluşudur. Bir de toptan kabul ettiğimiz şeylerin içinde kabul edemeyeceğimiz ve toptan reddettiğimiz şeylerin içinde kabul edebileceğimiz şeylerin olduğu gerçeğine direndiğimiz de çok oluyor. Nitekim bazı kişi, kurum ve devletleri ya tümden ret veya tümden kabul etmemizin nedeni de doğru olana karşı ayak diretmemizdir. Bizi bu hataları yapmaya götüren şeyler var. Cehalet, hakkı ve adaleti gözetmemek ve gayrimeşru çıkar merkezli söylem, eylem ve duruşlar.
Yukarıda dünümüze gönderme yaptım. Müslümanlar olarak dünümüzü Hz. Muhammed’den başlatabiliriz. Dört Halife Dönemi, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar ve tabii bu arada irili ufaklı çok sayıda devletler. Bunların hemen hemen hepsinde öyle vahşetler ve zulümler var ki, onları okudukça nutkunuz tutuluyor ve “bir insan ve özellikle bir Müslüman bunu nasıl yapar?” diye sormaktan kendinizi alamıyorsunuz. Fakat buna rağmen yapılması gereken şey, onların yanlışlarını mahkûm ederken, doğrularından da yararlanmaktır. Aynı şey mezhepler, meşrepler, âlimler aydınlar ve kısaca her insan için geçerlidir.
Bugün coğrafyamızda yeniden alevlenen, ama kökleri çok daha gerilerde olan ve bizim de hiç vakit kaybetmeden konuşlanmamız gereken yeni bir savaş vardır. Doğru yerde durmadığımız takdirde daha beterini yaşayacağımız da kaçınılmaz gibi görünüyor. Çünkü ülkelerimizi işgal edenlerin her biri sanki şeytanın mücessem halidir. Yeryüzünü kana, vahşete ve fesada boğanların ta kendileri oldukları halde, dillerinden adalet, barış ve hak kelimeleri eksik olmuyor. Ama ne yazık ki, en büyük güçleri de bizim zaaflarımız, bizim cehaletimiz ve bizim inandığımızı söylediğimiz değerlerin aksine bir hayatı sürüyor olmamızdır.
Yıllardır üzerinde çalıştıkları konu; ülkelerimizde kurdukları sömürü düzenini nasıl kalıcı hale getirecekleridir. Görünen o ki, iki noktada kararlılar: Birinci nokta, bizim coğrafyamızdaki çıkarlarının bekçisi ve sigortası olan siyonist rejimin güvenlik sınırlarını mümkün olduğunca genişletmek. İkinci nokta ise, ister örgüt veya ister devlet bazında olsun, kendi çıkarlarına ters düşen veya ters düşme potansiyeli taşıyanları etkisiz hale getirmek! Şunu da biliyorlar, bu coğrafyada bir Müslüman bile kalsa, kendilerine teslim olmayacağına göre, yapılması gereken şey, hiçbiri “ben varım” diyemeyecek kadar etkisiz hale getirmek veya sindirmektir. Sözün burasında aklımıza haklı olarak şu soru geliyor: Peki, bugün sadece pasif bir şekilde değil, aktif olarak da emperyalistlerin safında yer alan, maddi ve insani imkânlarını onların hizmetine veren ve kendi ülkelerinde onlara üsler tahsis edenler kimlerdir, nedir ve onları nereye koyacağız?
İnşallah devamı haftaya…