• DOLAR 34.66
  • EURO 36.666
  • ALTIN 2945.348
  • ...

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi bütünlüğüne yönelik bir tehdidi bertaraf etmek için 9 Ekim 2019 tarihi itibariyle “Barış Pınarı Harekâtı” adı altında Suriye’ye girmiş bulunmaktadır.

Yüz küsur yıl önce bizi yenen, sınırlarımızı çizen, istedikleri rejimleri bize dikte ettiren ve bütün bunlarla birlikte ülkelerimizde darbeler yapan emperyalistlerin coğrafyamızdaki tahakkümlerini sürdürmek için önlerine koydukları hedeflerden biri de yeni sınırlar koymaktır. Bu bağlamda bir de Kürtlere vaatleri var; Kürdistan Devleti! Yani dün kendi emellerine alet edemedikleri Kürtleri sınırlarını kendilerinin çizdikleri dört ülke arasında bölüştüren ve bu ülkelerin Kürtlere yönelik inkârcı ve katliamcı politikalarını destekleyen bu emperyalistler bir süreden beridir, “Kürtlerin de bir devlet olmalarının vaktinin geldiğini” söylüyorlar.

Kürt veya başka biri olsun, zulme uğrayanların ve temel insani hakları gasp edilenlerin haklarını almak mücadelesi vermeleri ve bu uğurda gerekirse ölmeleri kadar doğal ve meşru bir söylem ve eylem yoktur. Ancak mücadeleyi meşru sınırlarının dışına taşırdıkları andan itibaren yine kendilerine bu zulümleri yapanlara yem olacakları da şüphesizdir. Nitekim son yüz yıldır yaşadıklarımız bunun olumsuz örnekleriyle doludur.

Birbirileriyle tanış olduklarından beri iç içe, kardeşçe, dostça yaşayan ve ortak paydaları da İslam olan Arapların, Farsların, Kürtlerin ve Türklerin neden ve nasıl bu zillete düştükleri ve düşürüldükleri de bu arada yeniden sorgulamamız, doğru cevabını da bulup ona göre adımlarımızı atmamız gereken hayati bir konudur. Hep birlikte bunu yapmadığımız ve dahi başaramadığımız sürece bize tahakküm eden rejimlerin şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bizi kendi kirli emelleri için kullanmalarının önüne geçemeyeceğiz.

Bu zillet girdabından kurtulmamız ancak Arap, Fars ve Türklerin bize tahakküm eden rejimlerin Arapçı, Farsçı ve Türkçü politikalarına kalkan veya alet olmak yerine hakkı ve adaleti gözetmeleri ve Kürtlerin de kendilerine zulmeden rejimlere karşı veregeldikleri mücadelelerini meşruiyetin dışına taşırmadan ve özellikle içinde yaşadıkları ülkelerin bütünlüklerine halel getirmeden vermeleriyle mümkündür. Ama ne yazık ki, şimdiye kadarki söylem ve eylemlerimiz büyük ölçüde inancımızın ve dolayısıyla evrensel insani değerlerin hilafına olageldi. Bu sapmanın sonucudur ki, Hz. Muhammed (sav)’in ümmeti olarak, yani Salman Bin Farisilerin, Tarık Bin Ziyadların, Selahaddin-i Eyyubilerin ve Alparslanların torunları omuz omuza olmanın izzetini değil de karşı karşıya olmanın zilleti içinde debeleniyoruz. 

Bu zaaflarımız nedeniyledir ki, emperyalistler çocuklarımızı istedikleri gibi devşirip kimisini Nasırcı, kimisini Kemalist, kimisini Apocu, kimisini El-Kaide ve kimisini de DAEŞ olarak bize karşı savaştırabiliyorlar. Irkçılık ise, daha eski ve bütün bunların da başında gelmektedir.

Bizleri yendikleri günden beridir ülkelerimizi üsleriyle, kültürleriyle, işbirlikçi rejimlerle, darbelerle zaman zaman da askerleriyle işgal eden emperyalistlere karşı kalıcı bir başarı elde etmemiz ise, ancak onların uzantıları olan rejimleri ve yapıları da tasfiye etmekle mümkündür. Bunu da yapacaklar şüphesiz Müslümanlardır, bizleriz.

Türkiye, başlattığı bu harekâtı içerideki zulüm lağımlarını da kurutmanın bir başlangıcı ve kardeşliğimizdeki fetret dönemine son vermenin bir aracı olarak da gördüğü takdirde kalıcı bir başarı sağlayabilir. Aksi halde emperyalistlerin içimizdeki uzantılarıyla birlikte oluşturdukları bu zulüm lağımları kurumayacak ve biz de ilk hatta emperyalistlerin askerlerini değil, onların bize tahakküm ettikleri rejimlerle birlikte devşirdikleri çocuklarımızı göreceğiz. Bu vesile ile üzerinde hassasiyetle durmamız, düşünmemiz ve yapmamız gereken bir şey daha var; Allah’a gerçekten iman edip etmediğimizi sorgulamak! Çünkü bir yandan Allah’a yalvarıp “iyyake nabudu ve iyyake nastain” derken, diğer yandan ülkemizin içinde de Allah’ı nasıl bir yere koyduğumuzu; Allah’a nasıl bir konum biçtiğimizi ve kısaca Allah’ın ayetleriyle barışık mı yoksa savaş halinde mi yaşadığımızı gözden geçirmeliyiz. Bunu yapmayanlarımız dünyada da ahirette de paylarının zillet olduğunu bilmeliler.

Selam Hakk’ı üstün tutanlara ve selam Hakk’ı ve Adaleti yaşayanlara ve bu değerleri dünyaya egemen kılma mücadelesi verenlere!