• DOLAR 34.487
  • EURO 36.606
  • ALTIN 2916.767
  • ...

İslam ve Atatürkçülük birbirinden ayrı inançlardır, ama her ikisi de bu toplumda karşılığı olan değerlerdir. Çünkü İslam, toplumun %99’unun dini iken, Atatürkçülük de devletin anayasasının diğer adıdır. Atatürk’ün 1924 anayasasında yer alan “devletin dini din-i İslam’dır” hükmünü 1928 yılında çıkarmış olması İslam ile Atatürkçülüğün birbirinden ayrı inançlar olduğunu yeterince ortaya koymaktadır. Fakat bu, Müslümanlarla Atatürkçülerin her konuda ayrı düşündükleri ve hiçbir konuda uzlaşmayacakları anlamına gelmez. Değişik konulardaki uzlaşmalar hemen hemen bütün inançlarda şu veya bu şekilde mümkündür. Örneğin, Türkiye’deki kadın cinayetleri de bu türdendir. Yani gerek Müslümanlar ve gerekse Atatürkçüler kadın cinayetlerine karşı olduklarını her fırsatta dile getirmektedirler.

Ancak buna rağmen cinayetlerin artarak sürmesi bir şeylerin doğru gitmediğini gösteriyor. Çünkü ortada bir devlet olmasına rağmen birileri çıkıp suçlu gördükleri kişileri yaralayabiliyor, alıkoyabiliyor, tecavüz edebiliyor ve daha da ötesi öldürebiliyor!

Kimsenin ikiyüzlülüğe, münafıklığa ve üç maymunu oynamaya hakkı yoktur! Eğer kadınlarımızın cinayetlere kurban gitmelerinden rahatsız isek, eğer çocuklarımızın istismar edilmesini istemiyorsak ve eğer durmadan kanayan bu yaramızı sarmak ve iyileştirmek istiyorsak, Müslümanıyla ve Atatürkçüsüyle inandıklarımızdan ve yürürlükteki kanunlardan başlayarak yanlış giden şeyi sorgulamalı ve bu vahşetleri besleyen kaynakları bulup kurutmalıyız!

Kendimizi istediğimiz kadar medeni, uygar, çağdaş, Atatürkçü veya dindar olarak tanımlayalım, hiçbir sıfatın bu cinayetleri önlemediğini görüyoruz. Hâlihazırda bir cinnet toplumu olmamız da bunun delilidir. Ve istatistikler de her geçen yıla göre daha da vahşileştiğimizi gösteriyor. Sadece ölümle biten cinayetler bile bizi bir cinnet toplumu olarak tanımlamaya yetiyor da artıyor! İşte son beş yıldaki kadın cinayetlerinin bilançosu:

-          2015 yılında 303 kadın öldürüldü!

-          2016 yılında 328 kadın öldürüldü!

-          2017 yılında 409 kadın öldürüldü!

-          2018 yılında 440 kadın öldürüldü!

2019 yılı daha bir vahim görünüyor. Ocak ayından bugüne öldürülen kadınların sayısı 221. Bir de diğer cinayetler ve cinayetleri aratmayan trafik kazalarındaki ölümler var. Anlayacağınız, bu ölümleri de eklediğimizde, karşımıza cinnet geçirmekte olan bir toplumun resmi çıkıyor!

Birbirimizi suçlamakla iyi bir şey elde edemeyeceğimiz gibi, cinayetlerin artışını toplumun bilgisizliğiyle izah etmemiz de doğru bir tespit değildir. Çünkü toplumun okuma-yazma oranı her zamankinden çok yüksek. Dahası, her zamankinden daha fazla okul ve cami gibi eğitim-öğretim kurumlarımız var. 2018 yılı itibariyle Türkiye genelinde 686 bin 800 derslik ve 84 bin 684 cami… Buna bir de yazılı ve görsel medyayı ekliyoruz. Evet, dile gelen herkes kadın cinayetlerinin aleyhinde konuşuyor. Fakat buna rağmen cinayetlerin sayısında gerilemenin aksine ciddi bir artış var.

Öyleyse hiç çekinmeden soralım; bu cinayetlerin kaynağı devletin uyguladığı kanunlar mı veya toplumun yanlış islam algısı mı? Veya kanunlar iyi, ama uygulayanlarda mı sorun var? Aynı çelişkiyi Müslümanlarda da görüyoruz. %99’unun Müslüman olduğu bir toplumda bu kadar cinayetin olmasının nedeni (İslam’ın kendisinde bir problem olmadığına göre) Müslümanların bu konuda İslam’a uymamalarından mıdır?

Bu durumda biz, “Atatürkçülük de mevcut İslam anlayışı da günümüzün sorunlarını çözmenin gerisindedir” mi diyeceğiz? Veya “aslında Atatürkçülük-mevcut kanunlar yeterli, ama uygulamada sorunlar var” mı diyeceğiz? Yahut biricik çözüm İslam’da, ama Müslümanlar bunu kendileri yeterince yaşamadıkları gibi, inançlarını iradelerine yansıtamayacak kadar bir acizlik ve zillet içindedirler” mi diyeceğiz?

Gerçi günümüz Türkiye’sinde bu soruları dillendirmek bile kişiyi olası bir cinayete kurban edebilir. Ama cinnetle ve cinayetlerle anılan bir toplum olmak istemiyorsak, başka bir seçeneğimiz de yoktur! İster inanç bazında olsun, ister eylem ve isterse yasalar bazında olsun, bazı şeyleri değiştirmemizin kesin olduğu ortada. Aksi halde her geçen gün insanlığımızdan bir şeyleri yitirmenin önüne geçemeyiz.