• DOLAR 34.474
  • EURO 36.582
  • ALTIN 2916.833
  • ...

15 Temmuz Kırmızıçizgi olmalı değil miydi?

Milletin kırmızıçizgisi olan 15 Temmuz'un başından beri devletin ve dahi diğer siyasi partilerin kırmızıçizgisi olması gerekirdi. Fakat böyle olmadığını içimiz kan ağlayarak izliyoruz.

Tamam, müstemleke düşüncelerle iğfal edilen siyasi partiler ile diğer oluşum ve kişilerin 15 Temmuz’u küçümsemeye ve unutturmaya çalışmaları anlaşılır bir şeydir. Peki, ya AK Parti için ne demeli? AK Parti'nin bazı yöneticileri ile bazı bakanlar bazen söylemleriyle ve bazen de icraatlarıyla 15 Temmuz’un o muazzez ruhu ve duruşuyla yakından veya uzaktan bir ilişkilerinin olmadığını göstermiş oluyorlar! Sahi, ne gibi yanlışlar yapıldı ve yapılmaktadır ki, bu kadar kısa bir zamanda böyle ciddi bir sapma, çözülme, yozlaşma ve teslimiyet yaşanmaktadır?

Erdoğan'ın korkusuz önderliği ile milletin onurlu kıyamının eseri olan 15 Temmuz Zaferi’nden sadece Türkiye'nin veya bölgenin değil, dünyadaki bütün ezilenlerin sesi, soluğu, sığınağı ve adil gücü olabilecek bir devleti inşa etmek mümkün iken, Allah'ın verdiği bu nimete böylesine bir nankörlük reva mı?

15 Temmuz haddizatında büyük bir felaket, musibet ve şer olmasına rağmen, Allah bu milletin kıyamını zafer nimetiyle taçlandırdı. Ancak bu nimeti hakkıyla ve layıkıyla değerlendirmediğimiz takdirde, Allah’ın onu içimizden çekip alacağını bilmeliyiz. Çünkü bu sünnetullahtır. Nitekim bunun hem tarihte ve hem de günümüzde çokça örnekleri var...

Örneğin, 40 yıl önce İran Müslümanlarının dünya emperyalizmine karşı kazandıkları zafer. Daha sonraları Afganlıların Ruslara ve Mısırlıların, Tunusluların ve Cezayirlilerin emperyalistlere ve onların yerli işbirlikçilerine karşı kazandıkları zaferler... Ve en son Türkiye Müslümanlarının kazandıkları 15 Temmuz Zaferi...

Eğer bu olaylar incelenirse, Müslümanları zafere götüren şeylerin ne sayıca çokluk ve ne de silah bakımından düşmanlarından üstünlük olmadığı görülecektir. İmanları var ve yeryüzünü ifsat edenlere karşı hakkı ve adaleti savunuyorlar! Ama ne zaman ki, hak ve adaletten sapma oluyor, Firavunları ve Nemrutları dize getiren güç de çatırdıyor.

Bugün Türkiye Müslümanları olarak aynı tehlikeyi yaşıyoruz. Kendi vatanımızda inancımızla birlikte yaşama yönündeki irademizi ortaya koyup bunu idaremize de yansıtmamız emperyalistlerin yerli işbirlikçileri ile birlikte topyekûn saldırıya geçmelerine yetti. Ancak onların hesapları Allah'ın hesabı ve tuzakları da Allah'ın tuzağı karşısında boşa çıktı ve zilleti tattılar. Fakat itiraf etmeliyiz ki, Müslümanlar olarak bu nimeti yeterince değerlendiremedik ve bir parti ile üç beş derneğin ve bir de erdemden yoksun bir medyanın insafına bıraktık.

İşte bu nedenledir ki, üzerinden 3 yıl gibi kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen ciddi bir gaflet, gafletin de ötesinde bir sapma ile karşı karşıyayız. AK Parti'deki bazı kadroların yanı sıra bazı bakanların bile 15 Temmuz’a yabancı bir dünyada yaşıyor olmaları da bu durumun vahametini kavramak bakımından önemlidir.

Örneğin; Suriyeli mültecilere yönelik söylem ve eylemlerinin yanı sıra Kürtçe ve Türkçe yazılarına karşı açtığı savaşla temayüz eden bir İçişleri Bakanı ve 15 Temmuz’a karşıtlıklarıyla malum kişilere etkinlik yaptıran bir Kültür Bakanı 15 Temmuz’un neresindedir? Öte yandan Milli Eğitim Bakanı milyonlarca körpe dimağa 15 Temmuz’u nasıl öğretiyor acaba?

Birileri AK Parti'nin artık miadını doldurduğunu iddia etse de, AK Parti bu beklentileri boşa çıkarabilecek güç ve potansiyele sahiptir. Yeter ki, "şeriatın kestiği parmak acımaz" teslimiyeti ve samimiyetiyle yapmaları gerekenleri yapsınlar.

Bizler de millet olarak tıpkı 15 Temmuz gecesindeki gibi her daim teyakkuzda olmalıyız ki dışarıdan gelen saldırılara ve içimizdeki sapmalara yenik düşmeyelim. Yani 15 Temmuz’un şiarlarından olan hakkı ve adaleti tesis etmenin mücadelesinden geri durmamalıyız. Aksi halde Allah bu nimeti aramızdan çekip alır.