• DOLAR 34.504
  • EURO 36.66
  • ALTIN 2918.98
  • ...

Türkiye`de herhangi bir vesayet odağına bağlı olmaksızın sadece ismi ile müsemma olan bir üniversite var mı, bilmiyorum. Bilen varsa, söylesin. Ama Türkiye`nin üniversitelerinin dünya sıralamasında ancak müstemleke ülkelerinki ile yarışabildiklerini hepimiz biliyoruz. Kendilerini darbecilerin üniversitelerdeki emir kulları olarak gören akademisyenlerin tahakküm ettikleri üniversitelerden bilim adına bir ilerleme beklemek de saflık olur. Türkiye`deki her darbenin en ateşli savunucularının üniversitelerdeki cübbeliler olmaları da bu kurumların diğer bir utancıdır maalesef.

Hele hele üniversitelerde laiklik adına estirilen terör ve ırkçılık dünyadaki az üniversitede bulunabilir ancak. Gerek özgün ve özgür düşünen bilim insanları ve gerekse siyasi muhalefetin mağdur olan kesimleri Türkiye`deki üniversitelerin bu halini hep eleştirdiler. Gerçi üniversitelerdeki bu müptezelliği net bir şekilde eleştiren ve iktidar olduğu takdirde üniversiteleri tekrar asli hüviyetlerine kazandıracağı vaadinde bulunan Ak Parti 16 yıldan beridir iktidardır ve üniversitelerdeki vesayetle hala baş edebilmiş değildir.

Haktan, hukuktan, insanlıktan, ilim ve irfandan nasibini almamış bir rejimin kendisine benzettiği kurumları ıslah etmenin kolay olmadığını biliyoruz. Ancak görünen o ki, Ak Parti de seleflerinin yaptıklarını zaman zaman tekrar etmekten geri kalmıyor; ehliyet ve liyakat yerine tarafgirlik yapıyor. Bu da mevcut vesayete paralel ve bazen de özdeş yeni bir vesayetin oluşmasına yol açıyor. Atatürkçü-Darbeci vesayet biraz kabuğuna çekilmiş, ama şimdi de yeni vesayet türleri kol geziyor. Buna dair o kadar çok örnek var ki… Biri, rektör olduktan sonra Dicle Üniversitesi`ni FETÖ`nün karargâhına dönüştüren ve sonra da FETÖ`den hüküm giyip bir süre hapis yatan Prof. Dr. Jale Saraç ve diğeri de 9 Eylül Üniversitesi`nin rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar. Her ikisi de keyfi uygulamalarını ve gayri meşru icraatlarını bazen dini, bazen milli ve bazen de iktidar gibi referanslara dayandırıyorlar. Hatırlarsanız, Saraç, gerçek yüzünü bir süreye kadar başörtüsü ile maskeleyebilmişti. Peki, Dokuz Eylül Üniversitesi`nin çiçeği burnunda rektörüne ne demeli? Sizce de bitmesini umduğumuz vesayetin hala ne kadar da güçlü olduğunun korkutucu bir örneği değil mi? Hotar`ın Engizisyon yargıçlarından bir farkı var mı? Bazı basın-yayın organlarında çıkan haberleri teyit etme ihtiyacı bile duymadan ve üstüne üstlük suçlanan öğretim üyesinin ifadesine de başvurmadan onu görevden almasının başkaca bir izahı var mı? Sahi, bazı basın-yayın organlarının ve dolayısıyla Hotar`ın iftirasına maruz kalan ve işinden de olan Sayın Prof. İbrahim Emiroğlu hakkını nerede ve nasıl aramalı?

Şu bir gerçek ki, senatolarını bir engizisyon mahkemesi gibi çalıştıran ve bilim insanlarını yargılamadan giyotine ve darağacına mahkûm eden rektörlerin hüküm sürdükleri üniversitelerde ne bilginin, ne bilim insanının ve ne de öğrencinin bir değeri olur. Çünkü Galileo`larını biçenler vicdanı ve irfanı hür nesiller değil, olsa olsa mankurt yetiştirirler.

Atatürkçü-Darbeci vesayetten kurtuluyoruz derken, şimdi de Dinci-Atatürkçü bir vesayetle karşı karşıyayız. Öncekiler bari takiye yapmıyorlardı ve harbi idiler. Şimdiki vesayetçiler bukalemun gibidir. Karşımıza bazen Jale gibi başörtülü, bazen Nükhet gibi modern-muhafazakâr ve bazen de Taşaltın gibi “dinci” olarak çıkabiliyor. Kutsallık ve değer adına ne varsa, hepsini tepe tepe kullanıyorlar.

Yukarıdaki “dinci” kelimesini hangi anlamda kullandığımı anlamışsınızdır, ama ben yine de belirteyim; buradaki kastım din ve dindarlar değil, dini ve dindarlığı istismar edenlerdir.

İbni Haldun der ki, bilgi, kendisine değer verilmeyen yeri terk eder. Türkiye`nin üniversiteleri de maalesef İbni Haldun`un kast ettiği o bilgiden yoksundur. Olan bilgiyi de sultalarının devamı için kullanıyorlar.

Gönül isterdi ki, Erdoğan`ın genelde kamuya ve özelde üniversitelere yaptığı atamalar mevcut vesayeti ortadan kaldırıcı ve yeni vesayetlere de meydan okuyucu donanımda olsunlar. Ve yine gönül isterdi ki, Erdoğan`ın icraatları bize selefi olan Ahmet Necdet Sezer`i değil, mesela Ömer Bin Abdülaziz`i hatırlatsın.