• DOLAR 34.468
  • EURO 36.591
  • ALTIN 2925.043
  • ...

Az gittik. Uz gittik. Kanlı dereleri tepeleri düz gittik. Ve yine kendimizi bizi içine çeken bir girdapta debelenir bulduk.

Türk, Türklük, Türk Milleti ve Türkçülük! Bu sıralama yeryüzündeki diğer bütün milletler için aynıdır. Peki, bunlardan hangisi kaderimizdir ve hangisi tercihimiz? Daha ne zamana kadar bu girdapta debeleneceğiz? Kimdir veya kimlerdir adımızı, kavramlarımızı ve hatta dinimizi dahi bize karşı birer ölüm makinesi gibi kullananlar?

Hala kendimizi tanımlayamamaktaki bu acizliğimizi neye borçluyuz acaba? Örneğin, Türk olmak bir tercih mi, bir kader mi? Siyah, beyaz, esmer ve sarışın yahut başka bir renkte olmak bizim tercihimiz mi, yoksa kaderimiz mi? Hakeza Türkçe, Almanca, Arapça, Ermenice, Farsça, İbranice, Kürtçe, Rusça için birer kader mi diyeceğiz veya tercih mi? Ebeveyn ve evlat için ne diyeceğiz? Ya insanın doğduğu yer ve doğduğu an için ne diyeceğiz, tercih mi, kader mi?

Ama bakışlarımızla, dilimizle ve elimizle birbirimize zulmetmekten ve birbirimizi boğazlamaktan geri durmuyoruz. Yaptıklarımızın nedenini düşünenlerimiz kaç kişidir acaba? Onların da bir etkisi var mı ki?

Bir değil, beş değil, on, elli ve yetmiş değil, neredeyse yüz yıldır uygulanan inkâr, asimilasyon ve imha politikaları ve başından beridir devam eden katliamlar, cinayetler, tecavüzler, gasplar, yakmalar, yıkmalar… Her şeyi ve hepsini “Türklerin adına” ve “Devletin bekası” için yapıyorlar. Ama bakıyoruz, ne öldürenler dışarıdandır ve ne de ölenler!

Bakarsanız eğer ölenlerle öldürenlerin son bin yıllık tarihlerine, görürsünüz onların kaderlerinin bir, dinlerinin bir, keder ve kıvançlarının bir ve dahi düşmanlarının bir olduğunu… Eğer bakarsanız, görürsünüz Türk`ün kendi adına Kürt`e dayatılan inkâra, asimilasyona ve imhaya alet olmadığını ve Kürt`ün yanında durduğunu… Eğer bakarsanız, görürsünüz Türk`e Türkçülükle ve Kürt`e Kürtçülükle gelenlerin Türk`ün ve Kürt`ün hikmeti, basireti, feraseti ve dahi aklıselimi karşısında nasıl da aciz kaldığını… Eğer bakarsanız, görürsünüz Türk ile Kürt`ün ve Türkçe ile Kürtçenin tarihlerinin en büyük ihanetini birkaç saat içinde nasıl da darmadağın ettiğini…

Evet, düşmanın her hilesi, her saldırısı ve her ihaneti malımızdan ve canımızdan götürüyor, ama onurumuzdan ve izzetimizden asla!

Ama bu böyle gitmemeli… Bundan böyle ne ölenlerden ve ne de öldürenlerden olmamak için ne gerekiyorsa, yapmalıyız! Örneğin, ilk adımımız, hala gerek tanımında ve gerekse uygulamada üzerinde bir türlü uzlaşma sağlayamadığımız millet, milliyet, milliyetçilik, ırkçılık ve din gibi değerlerimizi ivedilikle gündemimize almalıyız!

Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu nasıl bir şey ki, ölen de biziz, öldüren de… Ölen de Türk ve Kürt`tür, öldüren de…

Ve din! Yani iman ettiğimiz İslam… Dinimiz yaptıklarımıza ne diyor? Veya yaptıklarımızı dinin neresine oturtuyoruz?

Örneğin, her ne kadar her iki taraftan da az bir kısmı kendisini Türkçü, Kürtçü, Atatürkçü, Sosyalist ve Laik diye sıfatlarla tanımlasa bile, çoğunluk hala kendisini Müslüman olarak tanımlıyor mu? Ve bu kirli savaşta ölenlerini İslam`ın kurallarına göre defnetmiyor mu?

Ama buna rağmen bakıyoruz ki, birileri hem milliyetimizi ve hem dinimizi kendi kirli emellerine alet edip, üstüne üstlük canımızı dahi her gün alırken, bizim de söylem ve eylemlerimizin çoğu onların emellerine hizmetin ötesine geçmiyor!

İnsanın kendi soyunu bir üstünlük ve baskı aracı olarak görmesi veya başka soydan olanlara çeşitli zulümler yapması yahut onları asimile etmesi veya tamamen ortadan kaldırmak için çaba göstermesi, tarih boyunca yeryüzünün değişik yerlerinde yaşanan en yaygın, en büyük ve en kanlı sapmalardır. Hal böyle iken, hangi değerleri kuşanırsak sapmayız ve sapanlara da yol gösterici ve kurtarıcı olabiliriz?

Tarihe ve günümüze baktığımızda, bu zulümlerin bazen bir aile adına gerçekleştirildiğini görürüz, bazen de bir kabile, bir aşiret veya bir millet adına… Fakat kimi aile, kabile, aşiret, beylik ve milletler de vardır ki, ellerinden geldiğince adaleti zulme, hayatı ölüme, barışı savaşa ve güven ve refahı da ifsat ve sömürüye karşı muzaffer kılmak için savaşmışlardır.

Hakkı ve adaleti gözettikleri oranda saygınlıkları da artmış ve kendi ailelerinden, aşiretlerinden, milliyetlerinden ve hatta dinlerinden olmayanların bile takdir ve güvenlerine mazhar olabilmiş ve onlarda bir aidiyet ve dahi bir teslimiyet duygusu oluşturabilmişlerdir.

Devam edeceğiz inşallah…