• DOLAR 34.679
  • EURO 36.89
  • ALTIN 2937.34
  • ...

Toplum olarak öyle bir haleti ruhiye içinde yaşıyoruz ki, bazen yanlış anlaşılmamak ve aklımıza gelmeyen itham ve iftiralara maruz kalmamak için ne olmadığımızı da söylemek zorunda kalıyoruz. Duruşumuz şu: Hangi inanç ve düşünceden olursak olalım, hepimizin bu rejimle sorunlarımız olsa da, bu sorunların çözümü adına gerçekleştirilen şiddet içerikli her türlü söylem ve eylemi mahkûm ediyor ve devletin şiddet içeren söylem ve eylemlere karşı evrensel insan hakları çerçevesinde mücadele etmesini meşruiyetinin bir parçası olarak görüyoruz.

Küresel bir kuşatma altında olan ve ciddi bir beka tehdidine maruz kalan Türkiye`nin bu kuşatmayı yarmak ve kendi bekasına yönelen bütün tehditleri tamamen bertaraf etmek amacıyla başlattığı sınır aşırı operasyonları da barış, adalet, bağımsızlık, birlik ve bütünlükten yana olan her Türkiye vatandaşı gibi tasvip ediyoruz.

Türkiye`nin bu haklı mücadelede başarılı olması ne kadar elzem ise, bu haklılığını ve mücadelesini kirletmemesi de o derece elzemdir. Bunun da yolu, söylem ve eylemlerinde hakkı ve adaleti gözetmesinden geçmektedir. İnanıyoruz ki, bugünkü devlet aklı da bu bağlamda özen göstermesi ve dikkat etmesi gereken konuların olduğunun bilincindedir. Ama biz yine de bu konulardan birini hatırlatmayı insani bir yükümlülük olarak görüyoruz. Bu konu da, geçen yıllar zarfında PKK`nın zorla veya çeşitli vaatlerle ailelerinden koparıp götürdüğü ve şimdi de emperyalistlerin esaretine verdiği on binlerce çocuğumuz ve onların akıbetidir. Ki devletin en yetkili ağızları da bizzat bunu defalarca dile getirmişlerdir. Bunda devletin de bir kastının veya ihmalinin olup olmadığını bugün tartışacak değiliz. Ancak şu kadarını da sormak zorundayız: Dün bu çocuklarımızın götürülmelerine engel olmayan-olamayan devlet, bugün “terörist” muamelesi yapmadan önce, onları o esaretten kurtarmaya çalışması ve bütün şefkati ile onlara, “evinize dönün” çağrısı yapmalı değil mi?

Birileri bu tür insani yükümlülükleri bir zaaf gibi görebilir. Ama insan olmak ile olmamak arasındaki fark da buradadır. Eğer bize yönelik bu küresel saldırılara karşı alnımızın akıyla çıkmak istiyorsak, kadim kardeşliğimizde bir fetret dönemi oluşturan olay ve uygulamalarla yüzleşmek ve devleti de hak ve adalet esaslarına göre ıslah etmek zorundayız. Aksi halde yıllardır yitirdiğimiz insani erdemlerimizi yeniden kazanamayacağız. Örneğin, atalarımızın, “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” düsturunun bir karşılığı bugün bizde yok. Çünkü devlete egemen olan rejim insanın fıtratıyla barışık değil; insanın inanç ve düşünce gibi tercihlerini ve hatta milliyet, renk ve lisan gibi doğuştan ve fıtri olan özelliklerini bile ötekileştirmekten sakınmayacak kadar geridir. Buna bir de devletin inkâr politikalarını ve bu politikaların Kürtlerin inanç ve eylem dünyalarında yaptığı tahribatı düşününüz.

O ciğerleri ateş koruna dönmüş ailelerin yaralarını deşmek istemeyiz, ama yeri gelmişken şunu da sormadan geçemeyeceğiz: Devletin yetkilileri çocukları kaçırılan ailelerin acılarını paylaşmak adına bugüne kadar ne yaptılar acaba?

Kaldı ki, bugün kendilerini esarette görenler sadece zorla veya çeşitli vaatlerle götürülenler de değil. Bir zamanlar, “Kürtlerin haklarını almak” iddiasıyla dağa çıkan, ama gelinen noktada eylemlerinin en başta Kürtlere bir ihanet olduğunu fark edenlerin sayısı da az değil.

Hepsi de kendilerine biçilen rolün, ölünceye kadar öldürmek olduğunu biliyorlar. Hal böyle olunca, devlet neden bu insanlarımız için de adil ve onurlu bir çıkış yolu göstermesin?

Umarız ki, devlet, yakın zamana kadar binbir türlü şiddetini reva gördüğü vatandaşlarına artık bu kadarcık şefkati çok görmez ve özlemini duyduğumuz insani adımları atar.

Malum çevrelerin istismarından mı endişe ediliyor?

Hayır! Kürtler tercihlerini istismarcılardan yana değil, aklıselimden, adaletten yana yapacaklardır. Dolayısıyla yetkililerin endişeleri olmasın, devletin bu çocuklarımıza yönelik her adil ve müşfik girişimi de en az ordunun yurt içinde ve yurt dışında sürdürmekte olduğu operasyonlar kadar destek görecektir.