Milliyetçiliğe dönüş mü milliyetçiliğin dönüşümü mü?
İslam âleminde milliyetçilik, bir eğilim olma boyutunu Batılılaşma ile aştı. İdeoloji formatındaki milliyetçilik, Fransız İhtilali`nin bir yansıması olarak İslam âlemine geçtiği gibi İhtilal sonrası “Batı aklı” tarafından da İslam âlemine özellikle ihraç edildi.
Milliyetçilik, İslam âleminde kimi kişilerde “kaskatı bir Batıcılık” olarak izlendi; kimi kişilerde ise Cemaleddin Efganî gibi düşünürlerin yol açmasıyla kısmen anti-emperyalist ve geleneğe yaslanmış olarak göründü.
Türkiye gerçeğinde bu iki tür milliyetçilik, kimi zaman iç içe geçti, kimi zaman ayrıştı. İslam âleminde de benzer bir durum izleniyor.
2014 seçimlerinde MHP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP`nin desteklediği ve uluslar arası sistemin beklentilerine uygun olduğu düşünülen Ekmeleddin İhsanoğlu`nu aday gösterdi. Ekmeleddin İhsanoğlu`nu aday gösteren “milliyetçi yaklaşım”, bugün Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bangladeş`te iktidarda; Pakistan`da da iktidar olmaya çalışmaktadır.
MHP, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi`nde ise bu “milliyetçi yaklaşım”a zıt bir konumu seçti. Kendisi için sözü edilen ülkelerdeki, uluslararası güçler yanlısı “milliyetçi yaklaşım”a karşı duran bir siyasi çizgi belirledi.
Milliyetçiliğin dönüşümü açısından bu çok önemli adım, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Türkiye`nin siyasi dengeleri de dikkate alınarak “Milli Mutabakat” için esasa dönüştürülmek istenmektedir.
İslam âleminin yeniden dizayn edilmek istendiği bir süreçte Türkiye`nin “Milli Mutabakat” içinde olması hem Türkiye hem İslam âlemi için önemlidir. MHP`nin İslam âlemine yönelik başta Kudüs olmak üzere son dönem söylemi de böyle bir mutabakatın önemini göstermektedir. Ama MHP`de görülen bu değişimin esaslı bir değişim mi yoksa devrilemeyen iktidarı milliyetçileştirme yönünde bir çaba mı olduğu yönünde bir sorgulama vardır. Son dönemde iktidarın söyleminde, milliyetçi tonun görünürleşmesi de bu sorgulamayı artırmaktadır.
1980 öncesinde Türkiye`de siyasal milliyetçiliğin bir “Yeşil Komünist” söylemi vardı. Bu söylem, Türkiye`nin batısı için 1980 sonrasında bir nostalji olarak kaldı; doğusu için ise durum bundan farklı.
PKK ile mücadelenin tam da yoğunlaştığı 1990`lı yılların başında PKK`nin bölgedeki rolünün küçülmesinden rahatsız olan güçler, “Yeşil Komünist” söylemini yeniden canlandırdı. “Yeşili kızılından bile tehlikeli!” denerek PKK karşıtı dindarlara yönelik akıl almaz baskılar yapıldı, neredeyse, fiilen PKK karşıtı her dindar, bu söylem üzerinden cezalandırıldı.
Bu söylemi canlandırma çabalarının ne kadar yabancı ve Türkiye karşıtı olduğu ABD`de kendisine öğretim görevliliği verilen Emre Uslu`nun tezinde Bölge`de demokrasinin gelişmesi için HDP`nin sübvanse edilip dindar kesimin ise bütün faaliyetlerinin yasaklanması tezini ortaya atmasından anlaşıldı.
Ülke, “Yeni Türkiye” kavramından söz edilecek kadar bir değişim içinde iken ne yazık ki Emre Uslu`nun tezine paralel vakalar yaşanabiliyor. Basit bir memur alımında “Güvenlik Soruşturması” her ilde bir iki memura bırakılmış. O memurların PKK`ye yakın olduğu düşünülen ailelere mensup olanlar için tereddütsüz “Güvenilir” derken PKK karşıtı dindar kesime yakın ailelerin mensupları için “suç” söz konusu ise bunun şahsiliği evrensel ilkesini dahi aşarak “Sakıncalı” diyebiliyor. Mülakat sınavlarında da “doğum yeri” sorulduktan sonra “Sınav aleyhinde bitmiştir” anlamında imalar yapılabiliyor.
Sorumluluğu başkalarına atma kolaylığıyla bu tutumların tamamı son dönemdeki MHP`yle yakınlaşma ile açıklanınca endişeler artıyor, sorgulama boyut değiştiriyor. Yaşananın milliyetçiliğin dönüşümü değil, milliyetçiliğe dönüş niteliğinde olduğu endişesi doğuruyor.
Milliyetçiliğin ırkçılıktan farklarından biri, milliyetçiliğin ülke/millet menfaatleri doğrultusunda konum değiştirmesi mümkün iken ırkçılığın katı ilkelerle hep aynı yerde kalmasıdır. “Yeşil Komünist” söyleminin bölgede veya bölge kökenli kişiler konusunda sürdürülmesi, 1930`lu yılların ırkçılığının hortlaması gibi bir endişeye yol açıyor.
Türkiye gerçeği içinde, endişeleri küçümsemek, sorgulamaları yüksek sesle yapanları itham etmek yerine endişelerin kaynağına inmek ve bunları gidermenin yolunu aramak doğru olandır.