• DOLAR 34.671
  • EURO 36.693
  • ALTIN 2932.286
  • ...

Suudi Arabistan`ının siyasi çizgisinin düştüğü yerin, İslam âlemine verdiği zararın yanında büyük bir faydasının da olması umut edilir.

Suudi Arabistan, Vehhabîlikle özdeşleşmiştir: Vehhabîlik, Suudî`dir, Suudî, Vehhabîliktir. Suudi Arabistan`ın yıpranması, Vehhabîliğin yıpranmasına kaçınılmaz olarak yol açar.

18. yüzyılda İslam dünyasının Batı tehdidini Güney Asya ve Doğu Avrupa`da fiili işgal; diğer coğrafyalarında da işgal endişesi olarak hissettiği bir dönemde ortaya çıkan Vehhabîlik, kendince Müslümanlar arasındaki şirki ıslah yoluna gitti; realitede İslam âleminde işgalleri kolaylaştıracak kırıcı, bölücü ve kanlı bir iç mücadele başlattı.

Vehhabîler, İslam aleminde her tür yapıyı yıkıyor, onun yerine yeni bir şey inşa etmiyorlardı. İmam Ahmed b. Hanbel`in yolunu suiistimal ettiler; “bid`at”i ideolojilerinin merkezine alarak İslam aleminin bin iki yüzyılı bulan birikimini yerle bir etmeye çalıştılar. “Bid`at ehli” iddiası üzerinden Müslüman malının gaspını “ganimet” sınıfına alıp Bedevi iken gerçekleştirdikleri çapulculuğu “cihad” diye mukaddesleştirdiler. Dünyanın o günkü zenginleri İngilizler, Ruslar, Fransızlar iken farklı mezheplerden fakir fukara Müslümanların üç günlük maişetini yağmaladılar. Cihad iddiaları her nedense onları bir gün olsun, İngiliz, Portekiz, Fransız cephesine götürmedi. Aksine o günlerde Yemen ve Doğu Arabistan`a yayılan İngiliz sömürgeciliği onlardan hep emin oldu. Ama Mekke`nin yanı başındaki Taif`i 1803`te işgal edebildiler, yağmalayabildiler. Dönemin Osmanlı kayıtlarına bu işgal,

 “Vehhabîler Taif`te buldukları eşyayı ordularına naklederek dağlar gibi yığdılar. Yalnız kitaplara itibar etmeyerek sokaklara attılar. Binaenaleyh Buhârî ve Müslim`in Sahîheyn`i ve hadis kitapları, dört mezhep üzere yazılmış fıkıh kitapları, edebiyat, fünûn ve sâireden binlerce kitap, ayaklar altında sürünür oldu. İçlerinde Mushaflar dahi bulunurdu... Uzun müddet bunca kitap ve muteber eser böyle ayaklar altında kaldı. Malların beşte birini emirleri, geri kalan kısmını da o vahşiler aralarında taksim ettiler.” dehşet verici ifadeleriyle geçmiştir.

Taif`te durdurulamayan Abdülaziz b. Suud, 10 Muharrem 1802'de Kerbela törenlerine katılan binlerce Müslümanı kılıçtan geçirdi, oradaki mekânları yağmalattı; Müslümanların kadınlarını cariye, çocuklarını köle diye çöle götürdü. İslam âleminde sönmekte olan mezhep fitnesinin fitilini ateşledi.

Osmanlı ordularının cepheden cepheye gittiği o günlerde yapılan bu sözde “bid`at ehli ile mücadele”, Osmanlı`nın Batı`ya karşı verilen savaşa yapacağı yatırımı Vehhabîlerin neşrettiği alana kaydırmasına, ordunun sersemlemesine, cihad şevkinin kırılmasına yol açtı.

Vehhabîlik, 19. yüzyılda Osmanlı`nın zayıf düşmesi yüzünden coğrafik olarak geniş bir alana yayıldıysa da insan unsuru açısından cihaddan hep uzak kalmış, çoğu çapulculukla geçinen hatta bizzat kendi rivayetlerine göre leş yemeyi dahi mubah sayan Necdli bir toplulukla sınırlı kaldı.  20. yüzyılın başında İngilizlerin desteğiyle Harameyn-i Şerif`i istila etmesine rağmen bu gerçeklilik farklı bir boyuta bürünmedi.

Çünkü bu ümmet ümmi duruma düşse de düşmanını ve dostunu tanıma konusunda cahil duruma düşmez. Cihad diye Müslümana saldırana boyun eğse de onu sevmez. Ümmet için meşruiyet ancak Müslümana dost olmak, İslam düşmanına karşı durmakla mümkündür. Hiç kimse ümmetin bu ölçüsünden kurtulamamıştır. Her kim riya için bile olsa İslam düşmanlarına karşı durduğunda ümmetin sevgisini kazanmış, kim İslam düşmanları ile dost olmuşsa ümmet tarafından dışlanmış, kim İslam düşmanları ile birlikte ümmeti vurmaya kalkışmışsa ümmet ona düşman olmuştur.

Lakin II. Dünya Savaşı`ndan sonra Suud ailesi, ABD`nin komünizm karşıtı mücadelesine katılmayı hileyle “İlahi rıza” için yapılmış gibi pazarladı. Müslümanlar yapılanın farkındaydı ama komünistler gibi Allah düşmanlarına karşı mücadele, İlahi rıza için yapılmasa bile Müslümanların içini serinletti. Seküler rejimler tarafından beslenen komünizme Suudi`nin karşı durması İslam aleminde Suudi ve dolayısıyla Vehhabîlikle ilgili bu yapının yayılmasına uygun yumuşak bir zemin oluşturdu.  

Vehhabîlik, komünizmle mücadelenin gündemde olduğu 20. yüzyılın ortalarından 1980`li yıllara kadar coğrafik olarak 20. yüzyılın başında elde ettiği saha ile sınırlı kalmış ise de insan unsuru açısından hızlı bir yayılma imkânı buldu. Aynı dönemde ABD politikaları gereği Suudi`nin Afgan cihadına sözde verdiği destek, gerçekte bu cihadın gelecekteki ABD işgallerine karşı etkili bir tohum olmasını engellemeye dönük desteği, Vahhabîliği İslam aleminde bir felaket olarak gençlik ideolojisi olmaya yaklaştırdı.

Afgan cihadındaki sinerjiden yola çıkarak işgallerini tehdit altında gören Anglosakson yapı, İslam alemindeki fiili ve kültürel işgal karşıtı cephenin insicamını bozmak için Vehhabîliği kullanarak yeni yapılar icat etti. Bu yapılarla İslam alemi, Osmanlı`nın Batı ile mücadelesinden yararlanarak alan bulan, İngiliz işbirliği ile devletleşen Vehhabîliği bir anda Batı karşıtı cihadın ana fikriyatı olarak önünde buluverdi.

Bu anormal hali tarih bilgisi zayıf olan İslam âlemine izah etmek neredeyse imkânsız hale geldi. Garip ama Türkiye, Cezayir, Kafkasya, Balkanlar gibi tarihi İslam karşıtlarına karşı mücadele ile geçmiş coğrafyalarda bile Vehhabîlik yer edinmeye başladı.

Bu felaketin nasıl engellenebileceği konusu açıkta dururken Suudi Arabistan`a bağlı Vehhabîler Mısır`da cuntacı el-Sisi`nin yanında durdular. Belki İhvan karşıtı propagandanın da etkisiyle Vehhabîlerin bu tutumu beklendiği kadar sarsıcı olmadı. Ama Suudi`nin Trump gibi biriyle geliştirdiği ilişki, İslam alemini fazlasıyla sarsmış görünüyor. Bakmak yetmez, görmek gerek… İslam alemi, olanlara bakıyor, eğer kendilerine vazife düşenler Suudi ve müttefiklerinin ABD-israil hesabına çevirdikleri oyunların Vehhabî arka planını İslam aleminin görebileceği kadar açıklayabilirlerse son dönemde hızla yayılan Vehhabîlik için trend tersine dönecektir.

Her şerde bir hayır vardır; umut, Suudi`nin artık Süleyman Demirel`in bir dönem derin güçlerle ilişkisi misali teşhir olunan siyasetinin Vehhabîlik için zehire, o siyasetin ürünü olan enstitü ve diğer askeri yapıların Vehhabîliğin mezarı için çalışan kepçelere dönüşmesidir.