• DOLAR 34.673
  • EURO 36.707
  • ALTIN 2933.57
  • ...

Ramazan Hilali, umuttur; af ve mağfiret umududur, İslam ümmetinin Hira`ya çıkan kılavuz salallahü aleyhi vesellem`in sünneti üzerine tefekkür edip, kendine gelip, harekete geçip sulh ve selamet yolunu bulma umududur.

Hilali gözetlemek, diri olduğumuzun, ayakta olduğumuzun, af ve mağfiretimizden umut kesmediğimizin, affımız için, kurtuluşumuz için zaman ve zemin aramaya devam ettiğimizin, dolayısıyla bütün darbelere rağmen çökmediğimizin işaretidir.

Çocukluk yıllarımızda büyüklerimiz Hilali gözetlerler ve eldeki takvime aykırı açık bir durumu bir tespit etmezlerdi; dolayısıyla onların Ramazan/Bayram başlangıcı resmi olanla örtüşürdü. Bu örtüşme onları ne rahatsız eder ne ilgilendirirdi. Onlar, resmiyete uymak için değil, resmiyetteki takvim ile hakikat arasında bir çelişki olmadığı için Ramazan`ı/Bayramı takvimle eş zamanlı karşılarlardı.

Çoğu Suriye tecrübesine sahip Seydalarımız, Arap ülkelerinde Ramazan`ın başlangıç ve bitiş ilanının devletlerin hâkimiyetlerini halka onaylattırmak için kullandığına haklı olarak inanırlardı. Akşam Hilal görünmediği hâlde kimi zaman fecirle birlikte devlet radyosu “Bugün Ramazan`ın ilk günü/ Ramazan bitti” ilanı yapar; halka Ramazan ve bayramı dayatırlardı. Türkiye`de bir dayatma söz konusu değildi. Ama takvimler önceden hazırlandığından bir kuşku uyandırır ve daha önemlisi Hilalin gözetlenmemesiyle Sünnet-i Seniye`ye aykırılık arz ederdi.

Bu hâl içinde her nedense her yıl Türkiye`nin İç Anadolu-Doğu Anadolu sınırındaki bir şehrinde bir gün öncesinden Hilal`in bulunduğu telefonla yanına duyurulur; kendisini resmi olandan uzak gören nice şahsiyet o duyuru üzerine oruç tutmaya başlar ya da bayram iftarını yapardı.

Yıllarca hep düşündük, neden Hilal hep aynı şehirde görülürdü; biz Mardin gibi alabildiğine yüksek bir şehirde olmamıza rağmen ve ufuk açık iken bizim göremediğimiz Hilal nasıl oluyordu da o şehirde görülebiliyordu, bir sürü izahat yapılır, hiçbiri bizi ikna etmezdi, hâlâ ikna etmiş değildir.  

Bugünden baktığımızda öyle anlaşılıyor ki kurtuluş umudu Ramazan Hilali bizim gibi toplumunu İslamileştirme kaygısına bürünmüş o günün gençleri için başlı başına bir marjinalleştirme unsuru olarak tayin edilmişti.

Marjinalleştirme, en geniş anlamıyla fert veya toplulukların toplumun sınırlarına itilmesini ifade eder. Sınırda olmanın bir çekiciliği vardır, toplumun memnuiyetsizlerinin ilgisini çeker. İlgi çekmenin çekiciliği vardır şüphesiz. Ama marjinalleşme, bütün olarak düşünüldüğünde toplumsal iddiası olan şahsiyet ve hareketler için felakettir:

Toplumun huzursuz kesimlerinin ilgisini çekmek, onlara deva olmuş görünmek, hareket ehlini tatmin eder; onları toplum açısından işlevsel bir yapıda olduklarına dair bir havaya kaptırır. Oysa İslamî hareketlerin önceliği, özellikle Ehl-i Sünnet çizgisinde, huzursuz, mutsuz şahsiyetlerden öte toplumun normal insanlarına seslenebilmek, toplumda potansiyeli olan şahsiyetleri etkileyerek onları değişime inandırmak ve mümkün olan en üst sınırda toplumsal bütünlük içinde bu değişimi gerçekleştirmektir. Huzursuz insanlara huzur, bu bütünlüğe karşı savaşarak değil, bu bütünlüğe katkıda bulunarak,  bu mümkün değilse sağlam bir bütünlük zemini oluşturarak sunulur. Tamamı ben farklıyım diyenlerden, toplumla problemi olanlardan oluşan bir yapı, sarhoşların tedavi gördüğü tekkeler misali ancak bir rehabilitasyon merkezi görevi görür, toplumsal değişimi sağlayacak büyük işler başaramaz.

Marjinalleştirme, bu yönüyle bir saptırma ve cezalandırma yöntemidir. Çünkü marjinalleşme toplum nezdinde bir değer kaybıdır, sosyal problemlerin kaynağı olarak görülme nedenidir, bunun bir adım ötesi dışlanma ve nihayet normali zorlama suçunu işlemiş sayılarak kriminalize olmaktır.

Marjinalleşen, toplum önderliği bir yana, toplum mensubu olmaktan bile çıkmıştır. İnsan hemcinsine ve heminançlısına acır, onunla sosyal dayanışma içinde bulunmak ister. Marjinalleşen, toplumsal dayanışmanın dışına çıkmıştır. Toplum, ona karşı acıma duygusunu yitirir, bu yüzden ceza davalarına kolaylıkla konu olur, ona verilen ceza toplumsal bir tepkiye yol açmaz.

İslamî kesimleri marjinalleştirmek, dış güçlerin ve onların İslam karşıtı işbirlikçilerinin ilk hedefleri arasındaydı. Bugün İslamcı diye tarif edilen aslında emperyalizmin İslam dünyasındaki tahribatını fark etmiş ve bunu İslamî bir yol üzere bertaraf etmeye kendisini adamış şahsiyetler, marjinalleştirme projeleriyle toplumun en kolay anlayacağı dilden toplumla karşı karşıya getiriliyor; toplum, kendisini dünya ve ahretiyle kurtarma iddiasında olanları aniden kendi dinine karşı bir konumda görüyor, onu dışlamaya başlıyor.  

Bununla birlikte marjinalleşen, toplumun kendisine karşı duyarsızlaştığını gördükçe toplumu hedef almaya, topluma hakaretler yağdırmaya ve nihayetin toplumu kurtarma derdinden umut kesmeye varıyor. Böylece toplumla ilgili projelerini sürdürmek için onu toplumdan uzak tutmak isteyenler kendi hedeflerine de varmış oluyor.

Sadece Türkiye`de değil, 20. yüzyılın neredeyse bütün İslam dünyasında sadece Ramazan Hilali meselesi değil, Darü`l-Harp, Mescid-i Dırar, Cuma namazı tartışmalarına çoğu zaman İslamî kesimlerin kendi gerçekliğini irdelemelerinin ürünü değil, marjinalleştirme projelerinin onlara dayattığı gündemler gözüyle görmek, en azından meselenin bu boyutuna da bakmak gerekir.

Sözü edilen şehrimizin hâlâ Ramazan Hilali`ni herkesten görüp görmediğini merak ediyordum. Her nedense Hilal o şehrimize artık erken doğmuyormuş. Ne oldu da bir daha Hilal orada görünmedi diye bakmakta yarar vardır. Dün ve bugünün birlikte tahlili bizi ilginç sonuçlara götürebilir.

Ne yazık ki kimi vasıflar almış şahsiyetler artık İslamî kesimleri kitlesel olarak etkileyecek ortamı bulamayınca seküler medyayı kullanarak veya kendi oluşturduğu medya üzerinden marjinalleştirme projelerini sürdürebiliyor.

İmsak ne zamanmış? İmsakin hükmü matbaa kullanmanın hükmüne benzemez! İmsak, Hz. Peygamber zamanında da imsakti. Bu hususta varılmış hükmü irdelemek, bizi sarhoş edici maddelerin haram olup olmadığı tartışması ile meşgul etmekten başka bir şey değildir.

Müslümanların bugünkü ihtiyacı imsakin vakti meselesi değil, geleceğin nesillerinin huzur içinde oruç tutabileceği bir ortamın oluşturulmasıdır. Küreselleşmenin getirdiği değersizleşme ile geleceğin insanının bütün değerlerinden soyutlanması tehdidi söz konusu iken sen bu tehdide dair hiçbir şey söylemeyeceksin, bu tehdidi yayanlarla iç içe olacaksın, ardından bizim birkaç dakikalık açlığımıza takılıp bize tabip olmaya kalkışacaksın…

Aynı delikten birkaç kez ısırılırsak sorgulayacağımız değerlerimiz değil, bizim değerlerimize tevekkülümüz (güvenimiz) olmalıdır.