Buyrun, Kelhaamed bahçesine…
Yazılı Türk kültürü bir iki dikili taş dışında tamamen İslam`la şekillendiği halde, Batılılaşmayla birlikte bu kültür laik kesimlerin eline geçti.
20. yüzyıldan bir çırpıda onlarca laik-ulusçu romancı sayılabilir. Şiirde de kaliteleri tartışılsa da bir o kadar adam var. Oysa onlarla aynı düzeye ulaşmış ama İslamî görüşe sahip on romancı sayamazsınız. Şiirde de sayılı kişi var.
Yazılı Kürt kültürü de baştan sonra İslam`ın ürünüyken 1930`lardan bu yana bu kültür neredeyse laik-ulusçu kesimlere kaldı. Kütüphanelerde onların elinden çıkmış, nice roman, hikaye ve şiir kitabı var.
Kelahaamed dergisi, böyle bir ortamda İslam üzerine kurulu kültürümüze dayanarak çıktı. İslam üzerine kurulu zengin kültürümüze dayanmasıyla büyük bir kaynağa sahip. Dolaysıyla geçmiş açısından çok zengin. Bugün açısından zengin olması ise tamamen okuyucu ilgisine bağlı.
Bir dile sahip çıkmakla milliyetçilik arasında hiçbir ilgi yok. Ne Farsçanın büyük sesi Sadi Şirazi ne Türkçenin en güzel sesi Yunus Emre ne de Kürtçenin edebi bir lisan olmasında büyük paya sahip Melaye Cizirî milliyetçidir. Tam aksine her üçü için de dil, Allah`ın kelamını, Resulullah sevgisini halka ulaştırmada bir araçtır. Araca değer vermek amaca değer vermekten gelir. Onlar, bu şuurla kabiliyetlerini Allah`ın dininin hizmetine verdiler. Şiirleriyle ümmetin evlatlarına şuur kazandırdılar, ümmete asker yetiştirdiler, ümmete güç kattılar.
Kürtçe yayınların, eğitimini çocukken Kürtçe almış, Kürtçe okumaya tutkun bir okuyucu kitlesi yok. İslamî yayınların da uluslar arası destekçileri yok.
Ne yazık ki bireysel bir çabayla Kürtçeyi ümmetin hizmetine sunmak isteyenler, geçmişte ağır bir hayal kırıklığına uğradı.
Şehid Salih Bege Henî, Diyarbakır`da Pirinçzadelerden eli yazmaya yatkın Ziya`yla tanıştı. Ziya, Kürtçe bir dergi çıkardı. Salih Bege ve arkadaşları, o dergi üzerinden İslam`ı anlatacak, gençleri şuurlandıracaktı.
Ziya`nın beklentileri çok oysa ürettiğine talep azdı. Ziya, Kürtlüğünü Diyarbakır`da bırakıp memleketi terk etti, İstanbul`a gitti. Diyarbakır`da değer görmeyen kültürel birikimi İstanbul`da el üstünde tutuldu. Moiz Kohen adlı Yahudi, onu Selanik Yahudileriyle tanıştırdı ve dünyanın imkanlarını ona verdi. Ziya Bey, Ziya Gökalp oldu, ümmete hizmet edecekken önce ümmetin beynine dinamit koyanlar arasında yer aldı, sonra kendi kafasına silahı dayadı, helak oldu.
Hamid Aytaç… Bu isim, size yabancı olmasa gerek. İslam dünyasının en büyük hattatlarından… Garip bir hikayesi var onun. Çok kişi bilmez ama o Musa Azmî`dir. Hani Mutkili Halil Hayalî için Kürtçe alfabe hazırlayan Diyarbakırlı hattat.
Üstad Bediüzzaman, kendisinin de bazı Kürtçe yazılarını yayınlayan Halil Hayalî`nin bu hizmetini çok önemser; onu milli bir kahraman olarak görür. Ancak ne Üstad kendi yazdıklarına dilediği kadar okuyucu bulur ne Halil Hayalî, bu büyük vazifeyi sürdürecek imkânlara ulaşır.
Musa Azmî kuruluşundan sonra, İstanbul`da işsiz kalır; ismini Hamid Aytaç diye nüfusa geçirir. Kürtçe alfabe hazırladığını kimseye hissettirmez, bir devlet dairesine memur olur. Harf İnkılâbının sıkıca uygulandığı günlerde hat işini gizlice sürdürür; yasaklar kalkınca Türkiye`nin ve İslam dünyasının en büyük hattatlarından biri olarak ortaya çıkar.
Bunların ışığında Kelhaamed dergisine bir daha bakalım. Üç ayda bir çıkıyor. Geçtiğimiz günlerde 8. sayısı yayımlandı. Dolu dolu bir sayı…
Elimizin altında bir hazine... Verimli bir bahçe… Ne zamandır orada burada Kürtçe bir metin okuyup “Yine İslam`a atıyor” diyenlerimiz, İslam`ı anlatan bir Kürtçe dergi olsa diye ah çekenlerimiz…
Hastalıktan şikayet edip hekim görünce kaçanlar misali olmak istemiyorsak buyurun İslamî bir dergiye… Buyurun Kelhaamed bahçesine…