• DOLAR 34.466
  • EURO 36.354
  • ALTIN 2937.523
  • ...

Pazar günü Türkiye tarihinin 2007`deki, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini getiren referandumundan sonra anlamlı ilk referandumu yapılıyor.

2010`da da bir referandum yapılmıştı. Ama o referandumda halka aslında Meclis`te de halledilebilecek bazı düzenlemeler sunulmuştu.

Cumhuriyet tarihinin bundan önceki 1982 “12 Eylül Anayasası” oylaması gibi referandumların ise Hafız Esed dönemi Suriye`sinin seçimlerinden bir farkı yoktu.

Türkiye, dünyanın rejimler gibi sistemler açısından da durgunluk içine girdiği, sistemlerin Batı hegemonyası altında sabitlendiği bir dönemde halktan “Evet” alması durumunda Batılılaşma sürecinden bu yana ilk kez kendi iradesiyle bir sistem değişikliği yapacaktır.   

Sistem değişikliği kararının 1839`daki Tanzimat`tan bu yana Türkiye`deki her değişime müdahale eden Batı`ya danışılmadan ve hatta Batı`ya rağmen alınmış olması Pazar günündeki oylamayı ayrıca önemli kılmakta, meseleye Türkiye`nin Batı`ya karşı bağımsızlaşma, kendi yolunu tayin etme hakkına ulaşma boyutu katmaktadır.

Bu referandumun yapılabiliyor olması, Meclis aşamasında ve sonraki aşamalarda Batı`nın artık malum olan taktikleri ile engellenememesi, başlı başına büyük bir öneme sahiptir. Ama Pazar günü halkın kararının “Evet” olmasının önemi kuşkusuz çok daha büyük olacaktır.  Pazar günü yapılacak referandumun bu boyutuyla Batı`ya karşı bağımsızlaşmaya “Evet” veya “Hayır” gibi tarihî bir anlamı vardır.

“Evet” cephesinin halk yanı bunun pek de farkında olmasa da “Hayır” cephesinin özellikle CHP`li kesimi fazlasıyla farkındadır. HDP`li sıradan kesim ise sol görüşlü, ultra Batıcı parti yönetiminin peşine takılarak konuya sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından bakmakta, ona karşı olan her tutumu hiç değerlendirmeden destekleme durumunu sürdürmektedir.

İzlendiği kadarıyla “Evet” cephesi, olumlu sonuç alınacağından fazlasıyla emin görünmekte; “Hayır” cephesi ise kendisine yakın duranlarda her dönem olduğu gibi abuk sabuk anketlerle bir umut oluşturmaya çalışmaktadır.

Daha da önemlisi;

 -Muhafazakâr kesimin 1950`den bu yana başbakanlığı kendisine ait bir kurum olarak görmesi, bu kurumun sistem dışında bırakılmasının sonuçlarının kendi açısından yararı konusunda kuşkuda kalması,

-“Hayır” cephesinin başını çeken yapının ise Erdoğan`a karşı kazanacağı bir zaferin önemine fazlasıyla inanması,

-“Evet” cephesinin motivasyon kaynağı Erdoğan`ın şahsı iken, “Hayır” cephesinin Cumhurbaşkanı Erdoğan`la özdeşleşen son yıllardaki İmam Hatip Liselerinin önünün açılması gibi düzenlemelere karşı bir duruş ortaya koymak gibi ek bir motivasyon kaynağına sahip olması,  

-“Hayır” cephesinin başını çeken yapının devletin yönlendirmesi ve imkânlarının çalınmasıyla şekillenen yaşam biçimini tehdit altında görmesi, “Evet” çıkması durumunda sistem dışında kalacağını düşünmesidir.

“Hayır” propagandası sokakta görülmese bile birebir ikna yoluyla gizli bir coşku içinde iken “Evet” propagandası daha çok törenlerde kalmış görünmektedir.

Öte yandan refah düzeyinin toplumun bir kesimine sınırlı yansıması, kapitalistleşmenin rahatsız edici boyutlara ulaşarak toplumun zayıf kesimlerinin geçmişe oranla karın tokluğuna iş bulsa bile zenginleşme umudunu yitirmesi yeteri kadar dillendirilmeyen ama “Hayır” cephesinin yoğun çabasıyla sonuca yansıyabilecek bir husustur.

Bu manzara Pazar günü referandumunu sonuç açısından sürprizlere açık bırakmaktadır. Pazar günü yüzde altmışları bulan bir “Evet”in çıkması mümkün olduğu gibi sürpriz bir sonuç da çıkabilir.

Bu açıdan sandığa atılacak her oy önemlidir.  Sürpriz bir sonuçla karşılaşmak istemeyenlerin yapacağı, sandık başına gitmek ve mümkün oldukça çok kişinin gitmesini sağlamaktır.