• DOLAR 34.312
  • EURO 37.22
  • ALTIN 3018.549
  • ...

Bir süre önce, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez “Kadın üzerinden İslam vuruluyor” dedi.

Herhalde ilk kez resmi bir ağızdan böyle bir açıklama geliyor. Çünkü bugüne kadar Türkiye`de bu art niyet saklanıyor; “kadın” konusunun sadece kadın hakları çerçevesinde ele alındığı görüntüsü oluşturuluyordu.

Kapitalizm, kadını “ucuz iş gücü” sağlamak için evinden uzaklaştırır. Lenin`in “Aile bağları ve aile kurumları yaşadığı sürece devrim güçsüz kalacaktır” sözünü ilke edinen sosyalizm aileyi darmadağın eder.

Bu iki sistemin değer gördüğü memleketlerde bir kadın ve aile probleminin ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Kadına kapitalist bakış açısı Osmanlı`ya, son dönemde, neredeyse her zengin konağına yerleşen Fransız dadılar ve neredeyse her “Konak” sahibinin çocuğunun kaydolduğu yabancı Hıristiyan okullar üzerinden ithal edildi.

Cumhuriyet, İsviçre`nin haritadaki yeri bile görünmeyen bir kantonundan Medeni Kanunu ithal ederek kapitalist bakışa resmi bir hüviyet kazandırdı, bu bakışı memurlar üzerinden topluma dayattı. Kadın, İslam`dan uzaklaştırıldı, aile kurumuna ilk darbeler vuruldu.

90`lı yıllarda Erdal İnönü`nün SHP`sinin hükümet ortağı olduğu günlerde buna “sosyal demokrasi” adı altında sosyalist ülkelere ait yasalar ve yasa boşlukları eklendi. Böylece Türkiye, Batı`nın kadın ve aile anlayışını bütün bozukluklarıyla devralmış oldu.

 

Okul öncesi eğitimden huzurevlerine, kadın ve aileye yönelik bütün sosyo-kültürel etkinlikler, bu kapitalist-sosyalist karışımı Batı anlayışı çerçevesine zorlandı ve bu zorlama tabii olarak toplumda karşılık buldu.

Kendilerini devletin sosyo-kültürel düzenlemelerine teslim eden azınlık bir çevrede boşanmalar hızla arttı, aile bağları koptu. Medyanın bu “dışı gülen içi kan ağlayan” kesimi, “mutlu azınlık” diye tanıtması, toplumun diğer kesimlerinden onlara özendirilen bir kitlenin ortaya çıkmasına yol açtı. Kişilerin inanmadıkları bir hayata kendilerini uydurmaları ya da uydurmak isterken içinde bulundukları koşullar gereği uyduramamaları, değerler çatışması doğurdu. Kadın intiharları arttı, “kadın” konulu sorunlar çoğaldı. (Bugün Türkiye`de her yıl 200 bin boşanma davası açılıyor.)

Hükümetler, Batı kaynaklı bu soruna, yine Batı`dan “çözüm” aradı; sığınma evleri açtı, kız yurtlarını çoğalttı. Türkiye`de 41 sığınma evi ve binlerce kız çocuğunun kaldığı yüzün üzerinde yetiştirme yurdu var. Ak Parti`nin kadın ve aile ile görevlendirdiği kadın bakan Fatma Şahin “Yetmez!” diyor, koşuşturup duruyor, sistemin silindiri altında ezilen, sağa sola kaçışan kadınların sorunlarını sistemin eline verdiği “tahta kılıç”la çözmeye çalışıyor. Kadın derneklerini topluyor; kimi liberal, yani kapitalist dernekler, kimi sosyal demokrat, yani sosyalist dernekler… “Yetmiyor”, şarkıcı kadınları, ailenin temeline dinamit koyan sözde “gazeteci” kadınları arıyor, katkıları için avuç açıyor, peşin teşekkür dağıtıyor.

Hükümetin önüne, şiddet yasası, o yasası, bu yasası diye Batı`dan getirilme modellerden model konuyor, hükümet, “kamuoyu” diye üretilen meçhul baskı altında söz üzerine söz veriyor, imza üzerine imza atıyor… Önerilerde, sözlerde, çözümlerde İslamcılığın adı bile yok.

Türkiye`de 20. Yüzyılın başında bugünkü anlamda siyasi bir taraf olan İslamcılığın esasının Batı ahlakına, Batı`nın kadın ve aile anlayışına karşı çıkmaya dayandığını bilmek için “Safahat”ı ezberlemeye gerek yok, M. Akif`ten birkaç şiir bilmek yeterli.

Batı`nın gittiği yol, kurtuluş olsaydı, “Batı” ahlak konusunda bu kadar batıyor olur muydu? Batı`nın ahlaken iyi bir durumda olduğunu söyleyebilecek bir tek adam var mı?

Hükümet, İslamcılar gibi düşünüyor, Batıcıların kamuoyunun isteklerine göre çalışıyor. İslamcılığını devletin işlerine pek karıştırmıyor.

Diyarbakır`da, Batman`da, Van`da durum daha da farklı. Devlet, “kadın” konusunu aynı zamanda yöreye şekil vermek için kullanıyor. “Türkiye çoğunluğuna uydurma” adı altında yürütülen asimilasyon ve devşirme projesi hız kesmiyor, aksine geçmişten daha büyük ödenekler ve daha büyük bir gayretle uygulanıyor.

“Sosyalist örgüt” de sosyalizmin aile anlayışı doğrultusunda “namus”u hedef tahtasına koyarak, tarihte ilk kez “namus”u bizzat kadınlara protesto ettirerek bu devşirme ve asimilasyona tarihi bir katkı sağlıyor.

Geçmişte “aydın sayılma” derdi olmadığı için görüşlerini açıkça söyleyen nice yazar, özellikle İslamcı kadın yazar, hükümete uyum endişesi ve “aydın sayılma” hevesiyle susuyor, susmakla kalmıyor; “kamuoyu” diye üretilen koroya mızıkasıyla katılıyor.

Diyanet Başkanı Görmez`in uyarı niteliğindeki ifşası önemli. Ancak bütün sorunların konuşularak unutturulduğu, sorunları dile getirmenin “görmemeyi, hissetmemeyi öğreten” sahte bir psikiyatrik tedaviye dönüştürüldüğü “Yeni Türkiye”de bu ifşa, büyük bir umut vermiyor. Kaldı ki İslami sorumluluğunu resmi makamlara, hükümetlerin istikrarına bırakanların hali de belli.

Nisanur” dergisi işte böyle bir ortamda doğuyor. Böyle bir dergide karar kılan iradeyi ve ona katkıda bulunan herkesi tebrik ediyor; “Nisanur”un toplumu takvanın doruğuna yönlendirirken, İslami hayatın bilinci zayıf kitlelerde karşılık bulmasında, büyük bir ilahi hikmet ifade eden “caiz”leri göz ardı etmeyeceğine inanıyorum.

21 Muharrem  1433 (16.12.2011)