İ`tidalın ihmal çağında İmam-ı Şâfiî
İ`tidalin unutulduğu, bir uca yapışmanın takdis edildiği bir çağda İmam Şâfiî Hazretlerinin, tam adıyla Ebû Abdillâh Muhammed b. İdrîs b. Abbâs eş-Şâfiî`nin anılması herhalde beklenemez.
İmam Şâfiî Hazretleri ki ümmet içinde müntesibi en çok olan, kendisine en çok âlimin intisap ettiği ve hakkında en çok eser yazılmış mezhep imamlarındandır, bizim yüzyılımızda akademik çevreler dışında garip kaldı.
İmam Şâfiî Hazretleri, 767 yılında Gazze`de doğmuş, 19 Ocak 820 yılında Mısır`da vefat etmiştir.
Yetim büyüdü İmam-ı Şâfiî Hazretleri, annesi tarafından Filistin`den Kureyşli dedelerinin yurdu Mekke`ye götürüldü, kağıt alacak parası olmayınca devlet dairlerinin çöplüklerinden kağıt toplayıp o kağıtlara notlarını yazdı, onu da bulamayınca ümmetin zenginleştiği, kağıdın yaygınlaştığı bir dönemde kemikleri kağıt yerine kullandı. İlim merakı onu çöllere götürdü. Benî Hüzeyl kabilesine katılıp onlardan Arapçayı öğrendi, ardından annesinin aldığı borç parayla Yemen`e gitti, orada bir süre memurluk yaptı. Ama memurluğu onu Hakk`tan ayırmadı. Ehl-i Beyt sevgisinden rahatsız olan Abbasî Halifesinin tutumuna rağmen Ehl-i Beyt sevgisini yaydı, bunun için bir isyana katılmakla suçlandı, Yemen`den Bağdat`a getirilip ölüm cezasıyla yargılandı, yanında getirilenler idam edilirken İmam Ebû Hanife Hazretlerinin talebelerinden İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî`nin onu keşfetmesi sayesinde infaz edilmedi ama Bağdat`ta zorunlu ikamet cezasına tabi tutuldu.
Bağdat`taki zorunlu ikameti bitince Mekke`ye geçen İmam-ı Şâfiî Hazretleri, bir süre sonra Bağdat`a ilim amacıyla geri döndü, orada İmam Ahmed bin Hanbel`i ilminden istifade ettirdi. Ancak tekrar soruşturmaya uğradı, Bağdat`ı terk edip o dönemdeki halkı hakkında “Onlar kadar cehli ilim sanan bir toplum görmedim” dediği Mısır`a kastetti.
Kendi ifadesiyle o Mısır`a zenginlik için gitmemiş, kabrine doğru yol almıştı. İmam Şâfiî, Mısır`dan sürgün edilmek istenmiş ama yüce Allah`ın kudretiyle Mısır valisi ona tanıdığı üç günlük süre içinde ölünce sürgün iptal edildi.
Sistem Mısır`da İmam-ı Şâfiî Hazretlerinin peşini bırakmamış, kendisinden vazife üstlenmesini istemiştir. Şâfiî Hazretleri kendisine zenginlik getirecek olan bu vazifeden yüz çevirmiş, yüz çevirdikçe ona yönelik baskı artmıştır. Halife Me`mûn, onu Mısır kadısı yapmak isteyince İmam-ı Şâfiî Hazretleri, “Allahım! Dinim, dünyam ve âkıbetim için bu görev hayırlı olacaksa nasip eyle, değilse canımı al” şeklinde dua etmiş ve üç gün sonra Hakk`ın rahmetine kavuşmuştur.
İMAM-ı ŞAFİİ HAZRETLERİ`İN İ`TİDALİ
İmam-ı Şâfiî Hazretleri, Irak`ta “Nasıru`l-Hadis (Hadisin yardımcısı)”olarak bilinecek kadar ehl-i hadisti ama bununla birlikte ictihada önem vermiş, ehl-i rey ile ehl-i hadis arasında orta bir yol tutmuştur.
İmam-ı Şâfiî Hazretleri, taklidi önemsemiştir ama ictihadı da önemseyerek taklid ve ictihad ardasında orta bir yol tutmuştur.
İmam-ı Şâfiî Hazretleri, Alevilikle suçlanacak kadar Ehl-i Beyt muhabbetiyle doluydu, bu hususta orta yolun adeta önderidir.
İmam-ı Şâfiî Hazretleri, ilmi tartışmalara önem vermiş ama cedelleşmekten, gereksiz tartışmalardan sakındırmıştır.
İmam-ı Şâfiî Hazretleri, devletin Müslümanlar için önemine inanmıştır ama Hakk`tan ayrılan idarecilerin boyunduruğu altına girmeyi reddetmiştir, ne fitneyi körüklemiş ne de kula kul olmuştur.
İMAM-I ŞAFİİ HAZRETLERİNİN DEVLET YAKLAŞIMI
İmam-ı Şâfiî Hazretleri, her İslam âlimi gibi devletin Müslümanlar için taşıdığı değerin farkındaydı, onun gönlünden geçen Hakk`a hakkıyla tabi olmuş bir devletti. Ama ya bu mümkün olmadığında, sistem o noktada yol almadığında Müslümanlar ne yapacaktı? Onun bu husustaki görüşleri, kendisine intisap etsin veya etmesin bütün Müslümanlar için büyük bir öneme sahiptir.
Öncelikle İmam-ı Şâfiî Hazretleri, devletin hizmetine giren âlimlere hakaret etmeden, onlara düşmanlığı seçmeden, onları tekfir etmeden, ilimde bir imam olarak öne çıktığında devlet memuru olmayı reddetmiş, etkinliğini sivil olarak sürdürmeyi seçmiştir. Bu konudaki hiçbir baskı, onun bu konuda taviz vermesine yol açmamıştır.
İmam Şâfiî Hazretleri, Cuma namazının kılınması için İslamî bir devletin emri altında bulunmayı da gerekli görmemiş; Cuma namazını devletten bağımsızlaştırmış, gerekli sayıya ulaşan her Müslüman topluluğun Cuma namazı kılması gerektiğine inanmıştır. Bununla birlikte Cuma namazının toplumsal yönünü öne çıkarmış, bir şehirde iki ayrı yerde Cuma namazının kılınmasını uygun bulmamıştır. Onun bu yaklaşımı sayesinde İslam aleminin pek çok yerinde Ulu Cami diye bilinen Cuma camileri inşa edilmiştir.
Devlet dışı bir yaklaşımın inşasındaki en büyük katkısı ise zekât ile ilgili görüşüdür. Zekât, Asr-ı Saadet`te devlet tarafından toplanırdı. İmam Şâfiî Hazretlerinin çağının Abbasî Halifelerinin Müslümanların zekâtını toplayıp Kur`an-ı Kerim`in emrettiği şekilde dağıtmadıklarını görmüş ve zekâtın devlet eliyle toplanmasına karşı çıkmıştır. O dönemde çokça yadırganacak bu görüşü, dinin devlete bağımlı hâle gelmesinin önündeki en önemli engellerden birini teşkil etmiştir. Zira İmam, bu görüşüyle birlikte zekâtın zengin olsalar bile ilim ehline ve dinî hizmetleri yapan kişilere verilebileceğine fetva vermiştir. Böylece âlimler, sultana veya valilere bağımlı olmaktan kurtulmuş, halkın desteğiyle geçimlerini sağlayarak bağımsız şahsiyet olma konusunda daha rahat bir yol bulmuşlardır.
İmam-ı Şâfiî`nin bu görüşleri, özellikle devletlerin İslam`ın emirlerine tabi olmayı reddettiği dönemlerde, Müslümanların kendi bütünlüğü içinde bir toplum oluşturmaları ve kendilerine ayakta tutmaları açısından büyük bir değer taşımıştır.
“Kur`an öğrenenin saygınlığı artar, fıkıhla meşgul olanın değeri yükselir, hadis yazanın delilleri kuvvetlenir, dil üzerine yoğunlaşanın tabiatı incelir, matematiğe yoğunlaşanın muhakemesi güçlenir, kendini korumayana ise ilmi fayda etmez” diyen İmam-ı Şâfiî Hazretleri, alimin kendisini koruması gerektiğine inanmıştır. Zira alim kendisini korursa ümmet batıla sapmaktan korunacaktır.
İ`tidalın unutulduğu, uç olmanın kutsandığı, ilmi derinliğin ihmal edildiği, münazaranın değil, cedelin yaygın olduğu bu dönemde İmam-ı Şâfiî Hazretlerini daha çok anmakta fayda vardır.