Selahaddin öncesi çağa dönüş projesi…
Birkaç gün önce israil`in Haaretz gazetesinde Alof Benn imzasıyla bir yazı çıktı. Önce devlet sayısının 300`e çıkarılma projesine değiniyor; ardından konunun İslam dünyası ile ilgili bölümü üzerine odaklanıyor Yahudi yazar:
Batı, İslam dünyasındaki devlet sayısını yetersiz; mevcut devletleri ise fazla iri buluyor. Libya, Yemen bir yana, bir üsse dönüştürdüğü Suudi`yi bile bölmeyi düşlüyor. Böylece israil`in manevra alanının açılması ve israil`in bölge üzerindeki etkisinin artması umuluyor!
Belli ki Sykes-Picot yetmemiş Batı`ya. Nedir Sykes-Picot? 16 Mayıs 1916`de İngiliz siyasetçi Sykes ve Fransız general Picot bir araya geliyorlar. Ellerinde cetvel, önlerinde harita, zayıf düşen Osmanlı`nın topraklarını santim santim bölüşüyorlar. Yıllarca gizli kalan bu anlaşma, ortaya bugünkü İslam dünyasına yakın bir tablo çıkarıyor.
Alof Benn`in sözünü ettiği ondan da beter: Sömürgeci güçler, İslam dünyasında bir tür site devletleri kurmak istiyorlar. Neredeyse her şehir bir devlet olacak, maddi açıdan kendini geliştirecek, onunla tatmin bulup sırtını değerlerine çevirecek, Batı`dan tehdit aldıkça “Haracımı artır, bana dokunma!” diye yalvaracak.
Planın yakın dönem modeli hazır: Körfez`deki Arap emirlikleri. Irak`ın güneyinden Yemen`e kadar dar bir şerit içinde Kuveyt, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman olmak üzere beş site devleti var. Birleşik Arap Emirlikleri de tam yedi küçük site devletinden oluşuyor. Böylece sayı 11`e çıkıyor.
Kendi açısından 11 müreffeh şehir, Batı açısından bir eğlence ve sömürü mekânı. İslam dünyası için, Kabe için, Kudüs için bir hiç…
Batı`nın tarihteki uzak modeli ise Selahaddin öncesi çağdır. O çağda Hasankeyf, Mardin, Silvan, Ahlat gibi yerler bile bazıları şu bu hanedanda görünse de birer küçük site devletidir. Hatta Zengilerin Halep ile Musul`u arasındaki bağ bile olabildiğine zayıf.
Bu devletçikler küçük olmanın sağladığı yoğunlaşmayla en azından üst sınıf açısından büyük bir maddi refah içindeydi. Zaman zaman birbirleriyle çatışır, zaman barışır ama her birinin İslam davasına, Kudüs`e katkısı kocaman bir sıfırdı.
Kudüs işgal altında; Haçlılar, Mekke ve Medine limanlarını yakmış; Resulullah`ın Ravzasını hafifletilmiş bir ifadeyle tahrip etme tehdidinde bulunuyor. Kimin umurunda? Maddi refah öyle bir uyuşturmuş ki ne idareciler kıpırdıyor ne de halk. Hatta Selahaddin, bu şehirlere talip olduğunda, Diyarbakır gibi şehirler dışında, halk ona karşı idarecilerden daha çok mücadele ediyor.
Haçlılar, Halep gibi şehirleri bile sıkıştırdığında şehir kendisini savunacağına Haçlılara haraç veriyor, ömrünü bir süre daha uzatıyor. Ama “huzurunu bozup” Selahaddin`in cihadına asker olmak istemiyor. Ravza-i Mutahhara, Mescid-i Aksa kendilerini ilgilendirmeyecek kadar “uyumlu Müslüman” bunlar.
Bugün planlanan, böyle bir İslam dünyasıdır: Bölük pörçük. Madden kendi değerleri açısından uyuşacak kadar rahat. Batı`nın çıkarları için olabildiğine duyarlı. Batı, öfkelendikçe daha çok taviz vermeye, Batı istedikçe kendi aralarında çatışmaya hazır…
Ama Yahudi böyle istiyor diye böyle olacak değildir. O çağda İmam Gazalî`nin mutedil fikriyatı Nureddin Zengi ve Selahaddin tarafından kurtuluş reçetesine dönüştürülüyor.
Bu reçete Kur`an eğitimi ve Peygamber (S.A.V.) sevdası üzerinden halka sunuluyor. Selahaddin çocukların Kur`an-ı Kerim eğitimiyle bizzat ilgileniyor. Dev Mevlit törenleri yapılıyor; hayat, bir “Hadis Dersi”ne dönüştürülüyor.
Resulullah o kadar çok anlatılıyor ve hadis üzerinden O`nun güzel sesi o kadar çok duyuluyor ki adeta bizzat kendisi yerleşiyor Müslümanların arasına. Toplantı öncesi, sonrası, hastalık anı, yollar ve hatta savaş meydanları hadis sohbetlerinin zaman ve mekânı oluyor.
Büyük zafer günü Hıttin Savaşı`nda mücahitler kılıç sallarken alimler saflar arasında dolaşıp “Kale Resulullah...Semi`tü en Resululullah…” diyerek hadis okuyor; Resulullah`ın sesini mücahitlere duyuruyor. Necticede Ümmet, zafer kazanıyor. Haçlıların bütün planları aleyhlerine dönüyor.
Plan aynı plansa çözüm de aynı olmalı: Kur`an eğitimi ve Peygamber sevdası.