• DOLAR 34.641
  • EURO 36.632
  • ALTIN 2940.821
  • ...

Suriye`de gösteriler Mart 2011`de başladı, birkaç gün içinde ülkenin neredeyse her tarafına yayıldı. Bu ilk tepki,  kuşkusuz Suriye halkının BAAS rejimine karşı yılların birikimiyle oluşmuş bir isyanıydı. Suriye halkının önemli bir bölümü, BAAS rejiminin değişmesini istiyordu ve gösterilerin böyle bir sonucu getirebileceğini düşünüyordu.

Ne var ki Suriye halkı ile “Suriye muhalefeti” diye uluslararası düzen tarafından tanınan ve sözde desteklenen yapı arasında büyük bir uyumsuzluk vardı. İslamî hassasiyet sahibi Suriye halkı için belirlenen muhalefetin görüntüsü laikti. Önde gelen isimlerin bir kısmının Amerika ve israil`le yakınlıkları vardı.

Suriye halkı uluslararası güçlerin tanıdığı bu muhalefeti tanımadı. Daha doğrusu, uluslararası güçler, Suriye halkının tanımayacağı bir muhalefeti Suriye halkının önüne koymuşlardı. Bu süreçte, BAAS rejimi boyunca beslenen tekfirci yapılar zuhur etti. Suriye`nin kapıları bu grupların Suriye dışındaki yapılanmalarına açıldı. Bunlardan her birinin bir saha kazanmasına imkân verildi. Uzlaşmaz yapılarıyla bölünmeyi ve çatışmayı besleyen bu grupların “muhalif grup” unvanını almasıyla Suriye`de savaş, kimsenin sonucunu tahmin edemeyeceği boyutta kızıştı.

Suriye`deki karışıklığa Fransa, Amerika, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ilk günden müdahildiler; bununla birlikte Türkiye ve Katar da Suriye`de var olmanın yolunu aradılar. Bu süreçte ilk fiili müdahale İran`dan geldi. İran; Irak ve Lübnan üzerinden veya havadan asker göndererek Suriye savaşına doğrudan katıldı.  Bundan sonra Rusya, fiili savaşın içinde yer aldı. Türkiye, Barzani üzerinden, Amerika`nın da onayını alarak Kobani olayları sırasında cephede dolaylı olarak yer alabildi. Buna karşı Rusya ve İran, Suriye`deki güçlerini artırdılar. Amerika, dengelerin değiştiğini düşündüğü bir anda bizzat özel kuvvetler göndererek ve PKK`nin uzantısı PYD`yi Rusya ve Esad`dan devralarak çatışmaların en önemli unsurlarından biri hâline geldi. Nihayet Türkiye de daha önce hangi boyutta yer almışsa alsın, Cerablus müdahalesi ile birlikte fiilen Suriye`ye girdi.

Suriye`deki mevcut hâlin nasıl bir sonuç doğuracağını bugün için bilen kimse yok. Ama Suriye`nin bu hâle geleceği henüz 2011`de rahatlıkla görünüyordu. Yerel güçler, Suriye pastasından bir parça almaya odaklanırken uluslararası güçler, burada doğacak karmaşık hâlden kendi lehlerine bir sonuç çıkarmaya çalışıyorlardı; bu durum savaşı bitirmek yerine şiddetlendiriyordu. Hâlen sahada icra olunan hâl de budur.

Emperyalist güçler, Suriye`de adeta dört gözle böyle bir ortam bekliyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki bu ortamın oluşması için ellerindeki bütün olanakları kullandılar. Yerel güçlerin “Ya sadece ben ya da hiç!” çıkmazından, buna karşı sorunları tek başına göğüsleme güçsüzlüğünden doğacak krizi, Suriye`de kendilerine umut bağlanması için fırsat bildiler ve bu fırsatı sonuna kadar kullandılar. Onlar için en önemli husus, buranın parçalı ve çatışmalı olmasıydı. Buna hizmet edecek her adımı hadsizce desteklediler. Bu parçalı ve çatışmalı ortamı bitirecek her adımı ise önce kontrol altına aldılar ve sonra akamete uğrattılar.

Hepimiz için zihinsel zindanlarımızdan kurtulup düşünmenin zamanı çoktan gelmiştir. “İslam`ın aziz topraklarını uluslararası güçlere çiğnetmek için hangimiz ne kadar katkıda bulunduk?” diye muhasebe yapmanın zamanı ise çoktan geçti. Birbirimizi itham etmek, birbirimize hakaret etmekle bir yere varamayız. Bize düşen sorunu anlamak ve çözmek için her tür fanatizmden, şeytani duygusallıktan uzak durmaktır.

Uluslararası güçlerin İslam âlemi ile ilgili uzun bir planlanması vardır. Bu planlama İslam âlemini Batı`dan gelen Haçlıların tüm İslam âlemini kilitledikleri noktaya geri götürmeyi hedeflemektedir.  İslam âleminde Batı`nın nihayet istediği, hiçbir uluslararası soruna müdahale edemeyen, İslam âlemi aleyhindeki hiçbir planlamaya karşı koyamayan bölük pörçük şehir devletleridir.

Batı, böyle bir bölünmeye ulaşmak için etnik ve mezhepsel ayrılıkları araçsallaştırmakta; bölük pörçük yapının etnik ve mezhepsel unsurlarca gördüğü ilgiyi suiistimal etmektedir.

Suriye probleminin çıkmazı, Irak`taki yapıda saklıdır. Müslümanlar, Irak`ta mezhepsel ve etnik zemini herkesi tatmin edecek bir nizama getirselerdi Suriye bundan beslenmeyeceği gibi burası Suriye için bir örneklik de oluştururdu. Ama Irak`ta çoğunluğun azınlığı yok sayması, çoğunluğun, azınlığın her tür talebini “fitne” olarak değerlendirmesi,  içinden çıkılmaz kanlı bir sürece yol açtı. Suriye`deki hâl de buna paralel yol aldı. Emperyalist güçlerin Suriye ile hatıratı da söz konusu olunca Suriye, Irak`tan da daha umutsuz bir duruma düştü.

İslam âlemi, sorunlarının hakkından gelmek için Batı`nın etnik ve mezhepsel renklilik araçlarını elinden alacak yolu bulmak zorundadır.

Etnik yapı konusunda İslam, mükemmel bir sistem ortaya koymuş; Müslümanların modern çağ öncesi durumu da bu sistemin işlerliğini göstermiştir. Mezhepsel yapı konusunda ise Müslümanların yüzyıllar boyunca yaşadıklarını dikkate almak zorundayız.

Her kim, çoğunluk veya azınlık, kendi halkının, kendi etnik yapısının yaşamasını başka bir Müslüman etnik yapının eritilmesine, zayıflatılmasına bağlıyorsa o kimse emperyalist güçlerin doğrudan müttefikidir. Batılılaşma ile birlikte ortaya çıkan etnik sorunların çözümü, nüfusu az etnik yapılardan büyük etnik yapılar adına fedakârlık isteme, özünü unutma, asimilasyona razı olma uyanıklığı değildir. Bu, İslam düşmanlarının zihinlere ve kalplere yerleştirdiği şeytani bir taleptir. Bu talebin varlığı çatışmaların sürmesi anlamına gelmektedir. Hele İslamî kesimler için böyle bir talebe sözcülük etmek, bizzat şeytanın oyununa gelmektir. Bir İslamî kesimin etnik yapılarla ilgili görüşü BAAS mensubu Saddam ve Esad`ın görüşü ile uyumlu olamaz. Suriye ve Irak`taki etnik problemlere bu pencereden yaklaşanlar, siyasi olarak İslamî bir kesim sayılma haklarını yitirirler.

Bununla birlikte küçük etnik yapıların hak talepleri, büyük etnik yapıları zayıf düşürecek, onları Batı`nın oyununa dâhil edecek boyutlara ulaşmamalıdır. Bu yönde İslamî talepleri aşacak zorlamalara talip olmak, bizzat emperyalistlerle işbirliği yapmaktır.

Mezhep noktasında da azınlık mezheplerin İslam âlemince bilinen görüşlerini tartıp tartıp İslam aleminin bin beş yüz yıla yaklaşan deneyimini yok sayarak “Bunların Müslümanlar içinde yaşamaya hakkı yoktur” gibi iddialar ortaya atmak ‘tağutun bizzat hizmetkârı olmak`tır. İslam aleminde ümmetsel tecrübeyi yok sayan, ihyayı ilk noktaya dönüş olarak anlayan akide, tam da bunun için küfrün desteği ile yayıldı. Gün, bu tağutî oyuna hayır deme günüdür.

Öte yandan azınlık mezheplerin, yüzyıllarca devam eden alışkanlıklarıyla, ümmetin ana yapısının emperyalizm karşısında zayıf düşmesini fırsat bilerek mezhep propagandasını fütursuzca sürdürmeleri, bu konuda zorlandıklarında emperyalist güçlere sığınmaları elbette küfre hizmettir.  Kâfirin hizmetkârı, Haçlı ve Moğol döneminde iflah olmadığı gibi bugün de iflah olmaz. Gün, mezhebini büyütme zamanı değil, ümmeti bu zor süreçten kurtarma zamanıdır. Bu gün, ihtilafa açılan kapıları kapatıp ittifaka açılan kapıları genişletme günüdür.

Suriye`de şurayı veya burayı elde etmek çözüm değildir.  Çözüm, emperyalizmin elindeki araçları alacak bir plan ortaya koymak ve Suriye Müslümanlarını etnik ve mezhepsel fark gözetmeksizin buna inandırmaktır.

Suriye`de makul çoğunluk, karşımızdaki grup iktidar olsa haklarımız korunur; biz de iktidar olsak onların haklarını koruruz, noktasına geldiğinde emperyalizmin elindeki silah alınmış olacaktır. Batı`nın aklına katkıda bulanan Stevenson ve Runcıman`ların “Hıristiyanların gücü, Müslümanların ihtilafından gelmektedir. Bu ihtilaf işledikçe Hıristiyanlar, burada var olacaktır”  türündeki sözleri üzerinde iyi düşünmek gerek.

Suriye`de eninde sonunda muzaffer olacak olan, etnik ve mezhepsel ihtilafları aşarak buradaki uluslararası güçleri kovacak ve onların yerel uzantılarını etkisizleştirecek olanlar olacaktır.