• DOLAR 34.625
  • EURO 36.612
  • ALTIN 2946.75
  • ...

İslam alemi, kendi tarihinin kuşkusuz en ağır kaoslarından birini yaşıyor. İslam coğrafyasının önemli bir kısmı işgal altında... İşgal altında görünmeyen İslam ülkeleri de kendi başlarına hiçbir projelerini uygulayabilecek durumda değiller.

Bunun için Müslümanlar İslam dünyasının hiçbir problemine özgürce el atamıyor. El attıkları hiçbir bir problemin çözümü konusunda ittifakı sağlayamıyor.

Kaosumuz, sadece askeri veya siyasi değildir. Aynı zamanda ilmi ve fikridir. Dünyayı bize bu kaosu yaşatan Batı`nın gözüyle tanıma ve tarif etme gibi ağır bir ilmi ve fikri problem yaşıyoruz. Üstelik dünyadaki herhangi bir konuyu değil, kendimizle ilgili konularda bile Batı, bizim için kavram üretiyor ya da bize ait kavramaları kendince anlamlandırıyor. Bu yüzden dün bize ait olan bir kavram, bugün bize ait görünmüyor. Dün bizi birleştiren bir kavramın bugün bizi bölmesinden endişe ediyoruz ya da bize hiçbir zararı olmayan bir kavramın bize düşmanlık için gündeme getirildiği zannına kapılabiliyoruz.

Her alanda kendimizi yenilememize, yeniden organize olmamıza gereksinim vardır. Ama nasıl?

İslam dünyası ilk kez bir kaos yaşamıyor. Bizden önceki Müslümanlar da büyük kaoslar yaşadılar ve o kaoslardan çıkmayı başardılar.

Bizden öncekilerin kaostan çıkma tecrübesi bizim için yol gösterici olacaktır: Haçlı işgali ve Moğol seferleri ya da I. Dünya Savaşı…

İslam alemi, Haçlı Seferlerinin yol açtığı ağır işgal kaosundan Ehl-i Sünnet`in etrafında birleşerek kurtuldu. Bunu herhalde inkâr edebilecek hiç kimse yoktur. İnkâr etmek bir yana hiçbir mezhep ya da meşrebin mensubunun doğruluğunu tartışamayacağı kadar açık bir hakikattir.

Ehl-i Sünnet, bir mezhep değildir; zihniyet olarak İslam`ın en kucaklayıcı yapısı; nüfus olarak da ezici çoğunluğu oluşturan en büyük gücüdür. Dolayısıyla  İslam`ın en geniş şemsiyesidir. Ehl-i Kıble olan herkesin altına girebileceği kadar geniş bir şemsiye… Diğerleri, kendilerinden başka hiç kimseyi kabul etmediklerinden zorunlu bir bölünmeye yol açarken Ehl-i Sünnet, kendisi gibi olmayana da “Ben Müslümanım” dedikten sonra kendi yaşam sahasında yer ayırabilen yapısıyla  Müslümanları buluşturuyor.  Ümmetin farklı renkleri de bu buluşmayı onaylıyor.  Ümmetin ezici bir çoğunluğu dün olduğu gibi bugün de kendisini Ehl-i Sünnet şemsiyesinin altında görüyor.

Ehl-i Sünnet, bununla birlikte İslam`ın vurucu gücüdür, yüzyıllar boyunca küfürle yapılmış bütün savaşları yöneten, İslam`ı küfrün fiziki saldırılarından başarıyla koruyan bir güç. Bunun için hangi mezhebin mensubu olursa olsun küfürle çarpışma söz konusu olduğunda yardımı Ehl-i Sünnet`ten ummuştur.

Haçlı Seferleri`ne bakın, mutedil mezhepler bir yana, Haşhaşi İsmaililer bile zaman zaman Ehl-i Sünnet`e sığınmışlar, Ehl-i Sünnet de onları, hakkıyla muhafaza etmiştir, onları korumasına karşılık kendi meşrebinden dönmeye de zorlamamıştır. Onlar, Haçlılarla işbirliği yapmadıkları ya da anarşizme yol açmadıkları takdirde Ehl-i Sünnet`in hakim oldukları coğrafyada varlıklarını koruyabilmişlerdir. Daha mutedil İsmaililerden Fatimilerin İmamı el-Adid ise Haçlılar Mısır`a saldırdıklarında kadınlarının saçlarından bir demedi bir zarf içine koyup Şam`a, Nûreddin Zengî Hazretlerine göndermiş ve ona “Sen, bu Müslüman kadınlarının saçlarının Haçlılar tarafından koklanmasını istemezsin. O hâlde bize yardım et!” demiş de Şîrkûh Hazretleri oraya yeğeni Selahaddin ile beraber sefer düzenleyip Haçlıları kovmuşlardır.

Sonra Moğol istilası… İslam alemi,  o zor dönemde mezhep ve tartışmalarını aşarak Ehl-i Sünnet etrafında buluşunca zafere ulaşmıştır.

Endülüs`te de Ehl-i Sünnet diri oldukça Endülüs ayakta kalmıştır. Ama felsefi tartışmalar içinde zayıflatıldığında ümmetin harcı çürümüş ve Endülüs kaybedilmiştir.

Sonra I. Dünya Savaşı… Ehl-i Sünnet`in zaferin kazanılmasında nasıl bir kurtuluş şemsiyesi olarak görüldüğünü Kutu`l-Amara Müslümanlarına sorun ya da bunun önemine vakıf, kendilerini  Ehl-i Sünnet olarak tarif etmeyen ama ümmetin önderliğinin ancak Ehl-i Sünnet için mümkün olduğunu gören Hindistan-Pakistan Müslümanlarına…

İngilizlerin bize oynadıkları en kötü oyunlardan biri, Ehl-i Sünnet`in “Sünnicilik” adı altında Selefilikle tarif edilmesidir. Selefiliğin Ehl-i Sünnet`in kendisi olması bir yana yüzlerce yıl İslam alemi, Selefi meşreplerin Ehl-i Sünnet sayılıp sayılmayacağını tartışmış ve Selefilik, her meşrep gibi Ehl-i Sünnet şemsiyesi altında kendisine yer bulsa da Ehl-i Sünnet`le ihtilaf içinde kabul edilmiştir. Zira her şeyden önce Selefilik, dışlayıcıdır, kendi yolundan başka yola varlık hakkı tanımaz. Ehl-i Sünnet`in esası ise küfrü her çeşidiyle reddederken İslam`ın hiçbir rengini şemsiyesinin altından atmamasıdır, kendisine “Ben Müslümanım” diyen herkese mescidinde yer vermesi, onlar kendi mescidine gelmeseler bile onları tekfir etmemesi, onları korumak gerektiğinde hakkıyla korumasıdır.  

Selefi Sünnicilik, sadece bir meşreptir. Bu meşrep, asla ümmetin önderliğini üstelenemez. Zira önderlik kucaklayıcı olmayı gerektiriyor.

İngilizler ve onun devamı olan Amerikalılar, Suudi`nin imkânlarından yararlanarak İslam aleminde Ehl-i Sünnet`i Selefilikle özdeşleştirdiler. Onların gayesi, İslam dünyasını şemsiyesiz bırakmak, İslam dünyasını en büyük nüfusun toplandığı alanda ihtilafa düşürmek, onların gayesi İslam`ın tarih boyunca muhafızlığını üstlenmiş yapıyı dağıtmak ve nihayetinde İslam`ı bitirmektir. İslam dünyasının bu büyük güçten umudunu kesmesi için medya güçlerini kullandılar. Hepimizin zihin dünyasında Ehl-i Sünnet`in diğer meşrep ve mezhepler gibi bir mezhep olduğu, ona sahip çıkmanın da mezhepçilik olduğunu kurmaya çalıştılar ve bu yönde epey de yol aldılar.

İşte biz, İngilizlerin bizi sürükledikleri bu yolda ilerledikçe daha fazla bölündük, kaosumuz daha fazla büyüdü. Zaman zaman kimi azınlık yapılara umut bağladığımız bile oldu. Yüzde onun yüzde doksanı yönlendirmesinin en doğrusu olacağı gibi İslam tarihi boyunca hiç denenmemiş bir yolun bizim için yol olabileceği düşüncesine sürüklendik. O yüzde onun bir kısmı da yüzde doksanın yolunu terk edip onu kendisine benzetmesi çabası içine girdi. Bunun tamamlayıncaya kadar İslam aleminin kaç yüzyıl kaybedebileceğini ya da İslam aleminin bu garip yer değiştirme operasyonuna tabi olurken varlığını koruyup koruyamayacağını hiç düşünmedi. Zira hiçbir zaman İslam aleminin tamamını kendi koşulları içinde düşünecek kadar büyümemişti.

Bugün bunun mümkün olmadığı artık açıkça anlaşılmıştır. Çözüm, dışlayıcı olmayan, her mezhep ve meşrebe kendi şemsiyesi altında yer ayırabilen, ayakta olduğunda İslam`ın ayakta olduğu, mağdur olduğunda ise İslam`ın mağdur olduğu Ehl-i Sünnet`i ihya etmek, onu her tür Selefi Sünnicilikte ve Sünnicilik olarak adlandırabilecek her tür başka versiyondan ayrı düşünerek ümmetin gövdesi olarak görmektir.

Bunun dışındaki her çaba lokal anlamda ne sonuçlar verirse versin ümmet bağlamında sadece beyhude değildir. Aynı zamanda İslam`ı imha etmek isteyenlerin işini kolaylaştıracak bir çaba niteliğinde olacaktır.