Tabii ve sosyal musibetlerden korunmanın yolu
Önce sadece küçük bir azınlık içinde taban buldu modernizm. Ama sistem değişiklikliğiyle birlikte “muasır medeniyet” etiketiyle devletin resmi politikasına dönüştü.
Kadınların başı açtırıldı, içki fabrikaları kuruldu. “namus” yerine açık saçıklık taltif edildi, “takva” yerine sarhoşluk yüceltildi. Kadınlı-erkekli içkili balolar düzenlenip “modernizm” milli hayat tarzı ilan edildi.
Onu benimseyenler, kendisine makamlarda yer buldu, ona karşı çıkanlar, onu eleştirenler, hatta “Böyle olmasa olmaz mı?” demekle yetinenler dışlandı, yargılandı, tutuklandı “meczup denerek itibarsızlaştırıldı.
Batı, mason kuruluşları üzerinden medyayı finanse ederek bu baskılara doping yaptı; önce gazete ve tiyatro, ardından sinema ve televizyon üzerinden yapılan yazılı ve görsel teşvikle cahil kitleler, nefisperestler modernizmin pembe dünyasına sürüldü.
Bugün Ankara, İstanbul`da modernizmin üç tarafı vardır: Uluslararası sistem, devlet ve uluslararası sistemle uyum içinde çalışan medya.
Ancak buralarda devletin modernizmdeki payı gittikçe azalıyor, devlet, bu alandan kademeli olarak geri çekilme sinyalleri veriyor; hatta kimi hükümet politikalarında modernizme karşı cephe bile alınıyor; modernizmin hızı çok gizli ve özel yöntemlerle frenlenmeye çalışılıyor.
Diyarbakır`da, Van`da durum çok farklı. Devlet, artan ekonomik imkanlarla birlikte geçmişten de daha çok işin içinde. Seksen yıl önceki sosyal politika “renk değiştirmiş” de olsa hâlâ ayakta. Buraların henüz yeterince “modernleşmediği” düşünülüyor ve Avrupa`nın da desteğiyle projelere resmen para akıtılıyor. Çok basit bir konu gibi görünüyor. Ama sadece SODES`in kadın kuaför kursları üzerine ileride yapılacak tez çalışmaları, inanın herkesi hayrette bırakacak. O kadar çok kurs açıldı ki, pek çok semtte belki kadın kuaför sayısı kuaföre giden kadın sayısından fazla. Batı`daki bir ilde kesinlikle böyle bir manzara yok.
Medya, özellikle kadın unsuru üzerinde geçmişe ait ne varsa hepsini “töre” sepetine atarak ötekileştiriyor, aşağılıyor ve ardından saldırıya geçiyor. Yakın bir döneme kadar medya nezdinde tüm Türkiye için “irtica” ne ise bugün Van`da, Diyarbakır`da “töre” ondan onun bir kısmı olmaktan başka bir şey değil.
Bir de kadının başını açmayı, sarhoşluğu halka yaymayı, inanç kaynaklı namus duygusunu yok etmeyi “ulusal hedef” haline getiren “sol örgüt” var.
Bunların üzerine modernizm cahiliyesine, resmi uluslararası sistem desteğini ve onun yansıması olan yeni dünyanın hayat tarzını koyun. Resim kare kare tamamlanıyor. Bu kollektif çabanın neticesinde yörede kadın-erkek ilişkileri değişiyor, hiç görülmedik bir şekilde kuşak çatışmaları yaşanıyor, gençler bunalıma düşüyor, evden kaçıyor, kadınlar başka dünyalara duydukları özlemle intihar ediyor.
Tabiri uygunsa, haksız bir rekabet yaşanıyor. Her darbeden sonar 1950 öncesinin yeniden canlandırıldığı yörede imansızlığa, ahlaksızlığa karşı çıktıkları; Allah`a imanı, Peygamber sevgisini anlatıp ahlaklı bir hayatı ihya ettikleri için sürekli baskı altında tutulan şuurlu Müslümanların gayreti, tahribatı sadece bir miktar durdurabiliyor.
Birbiriyle çatışan, birbirinin gücünü kırmaya çalışan ama yörenin modernizm çukuruna atılmasında aynı hedef için buluşup aynı noktayı vuran çok taraflı güçler karşısında yörenin sağlam inanç yapısı köklü hayat tarzı sorun yaşıyor. Dedeleri, Haçlı ordularına karşı Selahaddin`in ordusu içinde kılıç kuşanan, 19. Yüzyıl modernizmi karşısında Şeyh Halid`in müritleri içinde yer alan gençler, Batılı hayat tarzının tapınaklarına dönüşen eğlence mekânlarında badigard oluyor. Bir Rus Başbakanının “Doğu`nun Şövalyeleri” dediği bir halk, hizmetkârların hizmetkarı olabilirse övünecek duruma düşüyor.
İlahi bir ikaz niteliğinde olan ani tabii olaylar vardı. Ama deprem gibi, yerin yapısından kaynaklanan ve bugün sebebi açıklanabilir ancak zamanı belirsiz, rutin tabii olaylar da vardır. Bunlara ceza diye yaklaşmak doğru değildir.
Bununla birlikte bu tür tabii olayların bize kıyameti hatırlattığından, bizi ölümle burun buruna getirdiğinden, bizde hayat muhasebesi ihtiyacı oluşturduğundan şüphe yoktur.
17 Ağustos depreminin batı illerinde 28 Şubat`ın sınır tanımaz modernizmine karşı nasıl bir uyarma görevi gördüğünü, o haddi aşmışlığı nasıl frenlediğini burada yaşayan herkes bilir.
Van depreminde hayatını kaybeden mazlum, mağdur ve masum insanlara Allah rahmet eylesin, oların yakınlarına sabr-ı cemil ihsan eylesin.
İnşallah oların bu vefatlarının yol açtığı hüzün ve sebep olduğu muhasebe, üzerimize gelen modernizm belasını fark etmemize vesile olur.
İnşallah, onların başına gelen bu musibetten sonra daha sağlam binalar yapılır, daha güzel şehirler inşa edilir ve o şehirlerde bütün dünyaya örnek olacak bir “şehir-i İslam”ı inşa ederiz. Tabii ve sosyal musibetlerden korunmanın yolu budur.