• DOLAR 34.166
  • EURO 38.218
  • ALTIN 2920.218
  • ...

İslâm tarihi boyunca kimse Mişel Eflak`ın Müslümanlara yaşattığını yaşattırmadı. Bir zamanlar Hristiyan`ın, Yahudi`nin dinini değiştirmeden bile etnik ve mezhebi zulümlerden korunmak için iltica ettiği İslâm`ın mensupları, etnik ve mezhebî sebeplerle İslâm dünyasının ötesine kitlesel olarak iltica ediyor.

İslâm ve iltica, birbirine çok uzak değildir. Kula kulluğu reddeden İslâm`ın mensupla rı, daima zulmün hedefi oldu.

Allah`ın elçisinin (S. A. V.) Medine`ye hic reti bugünkü anlamda bir iltica değilse de sahabenin Habeşistan hicreti iltica tanımı na neredeyse tam uyuyor.

İslâm`ın sonraki günlerinde, Tarsus Malatya hattındaki Bizans işgallerinden dolayı buralardan içerilere doğru iltica ya şandı. Miladî 10. yüzyılda Abbasî devletin de yaşanan uyuşmadan dolayı yaşanan iç göç türündeki bu iltica Müslümanlar üze rinde şok etkisi oluşturdu. 

Ama iltica kaçı nılmazdı. Zira İslâm orduları cephede ye nilmişti. İslâm âleminde milyonlarca Hı ristiyan ve Yahudi sulh içinde yaşamasına rağmen Bizans İmparatorluğu`nun yoğun bir Müslüman nüfusa tahammülü yoktu. Bu nüfus ya Hıristiyanlaşacak ya da kılıç tan geçirilecekti. Nitekim Malatya işgalin de göç imkânı bulamayan Müslüman ka dın, yaşlı ve çocukların tamamı kılıçtan geçirilmişti.

Bu dönemden sonra,
1. Kafkasya`dan Gürcü saldırıları karşı sında güneye doğru Müslüman göçü ya şandı.

2. Haçlı Savaşları, AntakyaUrfaKudüs üçgeninden kuzeyde doğuya, güneyde Mısır`a doğru Müslüman göçü yaşandı.

3. Papalığın öncülüğünde Avrupa Hı ristiyan birliğinin güçlenmesi ve Endülüs`e saldırmasıyla milyonlarca Müslüman Endülüs`ü terk etti. Endülüs, İslâm nüfu sundan tamamen boşaldı.

4. Moğol saldırıları karşısında İslâm âleminde çok büyük bir nüfus yer de ğiştirdi.

Modern çağ öncesi bu dört göç vaka sı, daha önce Bizans saldırılarından dola yı TarsusMalatya hattında yaşanan göçler den farksızdı.

Müslümanlar, Allah`ın (cc)  emri gere ği gayrımüslim nüfusa tahammül eder ken gayrımüslimler, galip geldikleri yer de Müslüman nüfusa tahammül etmiyor; katledilme veya din değiştirme seçenekle ri arasında bırakılan Müslümanlar yerleri ni, yurtlarını terk ediyordu. Yine bu göçle rin tamamında işgal edilen İslâm toprakla rından sulh içindeki İslâm topraklarına göç söz konusuydu. 

Diğer bir ifadeyle Müslü manlar, mağlup oldukları yerden galip ol dukları, mahkûm oldukları yerden hâkim oldukları yere göç ediyorlardı. Zayıf Müs lüman, güçlü Müslümana sığınıyor; Müslü man fert ve topluluklar, İslâm`ın elinden çı kan topraklardan İslâm`ın hâkimiyetindeki topraklara geçiyordu.

MODERN ÇAĞ FELAKETİ
“Eğer 16. yüzyılda Mars`tan bir ziyaretçi gelmiş olsaydı, bütün dünyanın Müslüman olmanın eşiğinde olduğuna hükmedecek ti. Böyle bir kanaate varmasının sebebini ise Müslümanların stratejik ve siyasi avantajla rına ve aynı zamanda onların genel kültürü nün canlılığına dayandıracaktı. O asırda sos yal ve siyasi üstünlük hemen göze çarpmak tadır. İnsanlığın onda dokuzunun yaşadığı doğu yarımküresinde İslâm`a bağlanış diğer bağlanışların her birinden daha  yaygındı.

Müslümanlar, Fas`tan Sumatra (Endonezya)`ya kadar uzanan topraklarda, Afrika`nın Swahili sahilindeki liman şehirle rinde, Moskova yakınında yani Volga neh ri üzerindeki Kazan civarındaki zirai düz lüklerde yaşayan halkın çoğunluğunu teş kil ediyorlardı. Bu saydığımız bölgeler ara sında kalan sahalarda, çoğunluk teşkil et medikleri yerlerde bile sosyal ve siyasi ba kımlardan hâkim  durumdaydılar.  

Doğu lu Hıristiyan, Hindu ve güney Budist top rakları, Müslümanlar tarafından doğrudan idare edilmediklerinde bile çevrelerinde ki Müslüman devletlerin kültürel ve hatta siyasi etkisi altında idiler. Birçok durumda Müslüman tacirler ve Müslümanların ida resindeki tacirler dış dünya ile en aktif bağ lantıyı oluşturuyorlardı. Özellikle Atina`dan Hindistan`ın Benares kentine kadar uzanan şehir kültürünün kilit tarihi mevkilerinin çoğu Müslümanların idaresi altındaydı.” Bu tespit, İslâm tarihi üzerine çalışan müsteşrik Marshall G. S. Hodgson`a  ait.

Ne var ki 16. yüzyılın sonlarından iti baren durum değişti. İslâm dünyası dur gunluk sürecine girerken Batı, moder nizm çağına geçerek günden güne dün yaya hâkim olmaya başladı.

Modern Batı güçlendikçe Müslümanlar kaybetti, İslâm`ın coğrafik, siyasi ve sosyal etki sınırları daraldı. Batı`yı dünya gücü ya pan modernizm, İslâm`ın felaketine dönüştü.

Felaketten önce, Güney Asya ve Afrika Müslümanları etkilendi. Güney Asya`ya açı lan Portekiz ve Hollanda, Malezya ve Endo nezya Müslümanlarına zor zamanlar yaşat tı. Ardından Fransa ve İngiltere, Hindistan ve Afrika`ya açıldı. Milyonlarca Müslüman esir edildi. Hatta bir süre Amerika`ya doğru Müslüman köle ticareti dahi yaşandı.

Bu süre içinde batıda Avrupa`nın birle şik Hıristiyan güçleri, kuzeyde Rusya karşı sında gerileyen Osmanlı ülkesinin de top rakları Batı`nın eline geçti. İslâm âleminde çekirdek coğrafyaya doğru tarihî bir göç (iltica) süreci yaşandı. 20. yüzyılın ortaları na kadar, milyonlarca Müslüman,
Kırım, Balkan ve Kafkaslardan Anadolu`ya (kuzeyden güneye) göç etti.

 Hindistan`da ise çok daha büyük bir nüfus Pakistan ve Bangladeş`e (güneyden kuzeye) geçti.

İslâm`ın nüfus alanı yerküre ortasında açıkça görülecek şekilde daraldı.

Hindistan sonrasında Filistin ve Afga nistan göçleri de yaşandı. Ama göçün se bepleri ve göç edilen alan hep Bizans dö nemindeki MalatyaTarsus  hattı göçleri ile aynı nitelikteydi: Zayıf Müslüman, güç lü Müslümana sığınıyor; Müslüman  fert ve topluluklar, İslâm`ın elinden çıkan top raklardan Müslümanların hâkimiyetindeki topraklara geçiyordu.

İSLÂM DÜNYASINDA MODERN REJİMLERİN YOL AÇTIĞI İLTİCA SORUNU
İslâm dünyası, modern çağda savaşla rın bittiği hatta savaşları kazandığı toprak larda da rahat etmedi.

İslâm dünyasında kurulan Batı`nın vekâlet rejimleri, Müslümanlar için var ol madıklarından hatta Müslümanlar huzur suz olsun diye kurulduklarından, Müslüman halkı, siyasi ve sosyal yönlerden tedirgin etti, ekonomik açıdan da refaha kavuşturmadı.

Müslümanlar, bu rejimler altında ken dilerini kendi yurtlarında biyolojik ola rak kendilerinden olan kişilerin yönetimin de bir tür istila topraklarında buldular. 

Si yasi idareleri, biyolojik olarak kendilerin den olan kişiler tarafından yönetildikleri halde, kendilerine ait görmediler, o idare lerle kaynaşmadılar, sosyal olarak hızlı bir dağılma sürecine girdiler, İslâmî ibadetle rini bile tehdit altında hissettiler, ekono mik açıdan da tatmin olmadılar. 

Bu siyasi ve sosyal tehditle birlikte ekonomik prob lemler, Müslümanların dikkatini Batı ülke lerine çevirdi. İslâm tarihinde belki Habe şistan hicretinden bu yana ilk kez Müslü manlar, siyasi, ekonomik hatta sosyal gü venceyi Müslümanların yönetmediği top raklarda arıyorlardı.

Tarih boyunca İslâmî yönetim sistemin de halk esas, idareler geçiciydi. Savaşlar, halklar arasında değil, yönetimler arasın da yaşanırdı. Savaş sırasında halk zarar gör se de savaş bittiğinde halk, yerinde kalır ve daha önce barışık olduğu kadar yeni yöne timle de barışık olurdu. Onlar Allah`ın kul larıydı, yönetimlerin onları yerinden etme hakları yoktu. 

Bunun için savaşlar ve ik tidar mücadeleleri, sürekli bir asayişsizlik problemine göçlere yol açmıyor; idareciler dışında Müslüman, Müslümandan kaçmı yordu. Fatih Sultan Mehmed`in oğlu Cem Sultan vakası ve benzeri nice vakada oldu ğu gibi zaman zaman kimi Müslüman ida reciler Hıristiyan dünyaya iltica etse de bir Müslüman topluluk asla Müslümanlardan kaçıp Hıristiyan dünyaya iltica etmiyordu.

Oysa Hıristiyan dünyada durum çok farklıydı: Avrupa`daki her savaş, yüz binle rin göç etmelerine sebep oluyordu. Önce mezhep savaşları ve sonra modernizmin başarısını paylaşma hırsıyla ortaya çıkan ırkçılık (faşizm) belası Avrupa`da milyonlar ca Hıristiyanın başka Hıristiyanlardan kaç masına sebep olmuştu. 

Faşizme karşı duran sosyalizm de çare olmamış, aksine Doğu Avrupa`dan Batı Avrupa`ya doğru ilticayı on larca yıl günlük bir hadise haline getirmişti. 

Bu yönüyle Batı`nın Rönesans`la birlikte baş layan modern yüzyılları sosyalizmin çöktü ğü 1989`a kadar aynı zamanda Hıristiyanın Hıristiyandan kaçtığı iltica yüzyıllarıdır. 

Batı, modernizmle rahatlamış ama birbirine ra hat vermemiş, birbirini katletmiş ve birbirini yurdundan etmişti. 

Bu süreçte özellikle 20. yüzyılın başına kadar pek çok Hıristiyan ve Yahudi,  İslâm  dünyasına  sığınmış.  

Nihayet 20. yüzyılın dünya savaşları sonrası Yahudi göçleri, Avrupa`dan Filistin`e yol açtığı akın la, Filistin Müslümanlarını diğer İslâm top raklarına doğru göçe  zorlamıştı.
Batı`daki bu kargaşaya  rağmen özellik le II. Dünya Savaşı`ndan sonra Batı sanayi sinin  duyduğu  insan  gücü  ihtiyacı  ve  ihti

yacın sömürgelerden karşılanamaması ile birlikte İslâm dünyasındaki vekâlet rejim lerinin ideolojik ve kimi zaman ırkçı bas kılarının dayanılamaz boyutlara  ulaşma sı pek çok Müslümanın Güney, Kuzey ve Batı Avrupa`ya iltica etmesine yol açtı. İşçi göçü ve siyasi iltica niteliğindeki bu göç lere son yıllarda İslâm dünyasında eğitim imkânlarının genişleyip iş imkânlarının ye tersiz kalmasından dolayı beyin göçü de eklendi. Pek çok Müslüman teknisyen ve bilim insanı Kanada, Amerika ve Avustralya gibi ülkelere taşındı.

Şirkin, küfrün zulmünden iltica edilen, mazlumların, kimsesizlerin, açların sığına ğı, dini ne olursa olsun bilgiyle uğraşmayı, iş edinenin imkân ve güven yurdu bir dinin mensuplarının mülteci durumuna düşme si... Müslümanların yaşayabilmek için, aç kalmamak için, bilimsel etkinliğini sürdür mek ve ondan bir kazanç sağlayabilmek için Hıristiyan dünyaya iltica etmesi...

Yine de bu iltica hareketi, kitlesel sayıla cak kadar büyük sayılmazdı. Bireylerin göç edilen yerlerde toplanmasıyla bir yekûn oluşturmasına sebep olsa da çıkış nokta sında kitlesel göç şeklinde gerçekleşmiyor du. 

Çünkü, Müslümanlar, kendi topraklarına fazla sıyla bağlıydı.

Güveni, kötü insanlar tarafından yöne tilse dahi, sosyal olarak İslâm`ın güçlü oldu ğu yerde arıyorlardı.

 Diktatör ve krallardan endişe duysalar da tarihi deneyimlerden dolayı gayrimüs lim yönetimlerde huzur bulabileceklerine inanmıyorlardı.

Azla kanaat etmeyi biliyor, sosyal açı dan huzurda olmayı ekonomik refaha ter cih ediyorlardı.

Buna Doğu Avrupa`nın çökmesi ve Batı`nın sanayi üstünlüğünü yitirmesiyle alınan sınır tedbirleri de eklendiğinde bu göçün kitlesel liğe dönüşmemesinin sebepleri tamamlanı yordu. Müslüman toplumlar, geri dönme ga rantisi alsa bile bu kadar sebebi aşıp Hıristi yan dünyaya kitlesel olarak sığınmıyorlardı.

MİŞEL EFLAK FELAKETİ
İslâm tarihi boyunca ne Yezid ne Deccal`e benzetilen hiçbir zalim, Mişel Eflak`ın Müslümanlara yaşattığını yaşattır madı.

Onun kurduğu rejimlerde ilk kez Müs lümanlar etnik ayrım adı altında zorla ye rinden edildi ve ardından etnik ayrım ol madan milyonlarca Müslüman, Müslüman dan kaçmaya başladı. Bu Müslüman nüfus önce kendisini en azından yaşam hakkı açı sından güvende bulacağı İslâm toprakları na attı, bugün ise Avrupa`nın kapılarını zor luyor. Bu yönüyle IrakSuriye göçleri ve bu nun yol açtığı iltica hareketi İslâm tarihin deki bütün iltica hareketlerinden farklıdır ve daha endişe vericidir.

Mişel Eflak`ın iki yetiştirmesi Saddam Hüseyin ve  Hafız  Esed`in  ilk  uygulamala rı, İslâm dünyasında resmi uygulama anla mında ilk kez olmak üzere etnik sebebe da yandırarak nüfuslarının bir kısmını yer de ğiştirmek oldu.  Müslümanlar,  bu  felake ti gördüklerinde tehlikenin ayak seslerini işitmeliydiler. Ne var  ki  İslâm dünyasında ki yoksulluk, bezginlik ve cehalet buna en gel oldu.

Mişel Eflak`ın iki yetiştirmesi Saddam Hüseyin ve Hafız Esed`in ikinci uygulama ları ise savaş yoluyla etnik ve mezhebî kit lesel göçe yol açmalarıydı.

Saddam Hüseyin, Enfal hareketinde yüz binlerce Kürd`ü yerinden etti. Aynı zaman da yüz binlerce Şii Arap da Irak`ı terk etti. Buna asayişsizlikten ve tehditlerden endi şe duyan on binlerce Sünni veya Şii Türk men de eklendi. Bu yerinden etme vaka sında mezhepçilik, ırkçılık ne kadar şeytanî sebep varsa hepsi vardı.

Halepçe ve Hama katliamları ile İslâm dünyasında Müslüman katliamı yapmak la da İslâm tarihinde farklı bir yer edinen Mişel Eflak`ın yetiştirmeleri Irak`tan son ra Suriye`de kitlesel göçe yol açtılar. Göç edenlerin çokluğu, çevredeki Müslüman ülkeleri aciz bıraktı.

Ve bugün on binlerce Suriyeli Avrupa`nın kapılarını zorluyor. Bir zaman lar Hıristiyan`ın, Yahudi`nin dinini değiştir meden bile etnik ve mezhebi zulümlerden korunmak için iltica ettiği İslâm`ın mensup ları, İslâm dünyasının ötesine iltica ediyor. Bunun üzerinde çok düşünmek gerek.

Bayramlar, İslâm`ın şiarlarıdır; süreçler le ilişkilendirilemez. Bu şuurla, siz  değer li okuyucuların ve bütün İslâm ümmetinin Kurban Bayramı mübarek olsun.