• DOLAR 34.703
  • EURO 36.734
  • ALTIN 2966.673
  • ...

Malum “istiklal” bağımsızlıktır. Bahane Şeyh Said Kıyamı olsa da İslamî hizmetlere karşı kurulacak bir İstiklal Mahkemesi, İslam`a karşı istiklali, açık bir deyişle İslam`dan kopmayı ve bu uğurda İslam`la mücadele etmeyi öngörür.

Aradan 86 yıl geçti. Kanun çoktan yürürlükten kalktı. Ama sistemin İslamî kesimlerle mücadelesi bitmedi. Her darbe, o kanunun kendisini olmasa da zihniyetini bir daha tazeledi, canlandırdı ve kurbanlar aldı.

1960, 1971, 1980 darbeleri hep cuma günü yapıldı ve yapıldığı gün sokağa çıkma yasağı ilan edilip cuma namazı engellendi.

1960`ta Türkçe ezan bile gündeme getirildi. 71`de merhum Erbakan Hoca`nın Milli Nizam Partisi kapatıldı.

12 Eylül 1980`de ise kimi yaşlılarımız, komünistlerden kurtulduk diye sevindi. Oysa hiç unutmuyorum: Darbeden önce yarım yamalak Kürtçesini bizimle geliştirmeye çalışan sol görüşlü Diyarbakırlı öğretmenimiz H. R. Çağıran, darbeden hemen sonra iki icraat başlattı:

1. Beşinci sınıf öğrencilerinin dahi Türkçe konuşamadığı bir okulda Kürtçe konuşanları cetvelle dövdü.

2. Kur`an-ı Kerim dersine devam edenleri hakaret yağdırarak sıra dayağına çekti.

Aradan aylar geçmeden okulumuza gelen müfettişi komşu köye ulaştırırken, o küçücük yaşta ona öğretmeni şikayet ettik. Müfettiş, bir şey söylemedi ve öyle bir yüz takındı ki ne öğretmeni desteklediğini anladık ne de ona karşı olduğunu.

Merhum Necmettin Erbakan, neredeyse bir ömrü dindar kesimlerle devleti barıştırmaya adadı, devleti değiştirmeye çalıştı, sisteme “İslam`la çatışmaktan vazgeç” dedi. Sonuç ortada, Hoca, cenazesi için devlet töreni istemedi. Hükümetin değişmiş olmasına rağmen kendi değerleriyle devletin değerleri arasında bir barışma görmedi. Bazılarının tabiriyle ‘Devletten küs gitti”, “Devletle helalleşmeden ebedi aleme göçtü.”

Fethullah Gülen, devletin İslamî kesimler tarafından “otorite” olarak tanınması için neredeyse bir ömürdür uğraşıyor, dindarları bu yönde değiştirme çabası veriyor, İslamî kesimlere bazı temel isteklerden feragat etmeyi öneriyor. Ama 28 Şubatçılar onun da tutuklanmasını istedi. Yıllardır da memleket dışında yaşamaya mahkum…

Çünkü, sistemin zihniyetinde “İstiklal (bağımsızlık), dine karşı kazanılmıştır.” Dinin hizmet çerçevesini, etki alanını genişletmesi, hangi renkte olursa olsun neticede sistem için tehdittir. Herhangi bir kesimin “Ben tehdit değilim” demesi, sistemin onları “sonuna kadar” tehdit olarak görmemesini sağlamıyor.

İslamî Sivil Toplum Kuruluşlarına karşı tutumun çerçevesi de budur.

1991`de iş başına gelen SHP-DYP hükümeti “Sabahları kapınızı sadece sütçüler çalacak” diye vaat etmişti. Ama o hükümet döneminde İslamî hizmetlere karşı başlatılan sindirme operasyonlarını kim unutabilir? Özgürlük vaadi İslamî kesimlere karşı “zulüm kararlılığı” olarak işledi. 1960`ta da öyle işlemişti.

Bu uygulamalar, renk değiştirse de, bir şekilde devam ediyor. Sorumlu kim? Hükümet, bizim müfettiş misali duruyor, renk vermiyor. Sistemin değişmez zihniyeti ise işliyor.

Son dönemde genel tutum şu. Birileri alttan alta “Türkiye`nin bir kısmı, kontrolden çıkacak kadar dejenere oldu. Bunu durdurmak gerekir. Türkiye`nin diğer kısmı ise hâlâ Takrir-i Sükun yok sayılamayacak kadar dindar. Oraları biraz daha çağdaşlaştırmak gerekir. Ayrıca, Türkiye`nin batısı da doğusu da beşeri hakimiyete kayıt getirmede ısrar eden İslamî anlayışa sahip olmamalı.”

Kaynağını Takrir-i Sükun Kanunu`ndan alan zihniyet değişmedikçe İslamî kesimler Erbakan Hoca`nın konumunda olsa da devletle barışık olarak hayata gözlerini yumamaz, sistemin takip ve operasyonlarından emin olamaz.