• DOLAR 34.662
  • EURO 36.327
  • ALTIN 2941.821
  • ...

Kürtlerin sosyolojisi darmadağın edildi. Cahil bırakıldığı için siyasi durumu değerlendirmeyen sıradan Kürt insanı, partiyi aşiretin yerine koyuyor ve kendisini bir aşiretin üyesi gördüğü gibi parti üyesi görüyor. Bu tutum, Kürtlerin İslamî kimliğini bir partinin İslam karşıtı her tür girişimine açık hale getiriyor

Dinî kimliğin topluma yansımasının üç görünür yanı vardır: İbadetler, dini yasakların korunması ve toplumsal ilişkiler.

Kürtler, hâlâ gerek namaz, oruç gibi ibadetler, gerek içki gibi haramlara riayet, gerek ailenin korunması gibi dinin sosyal yaşama yansıması ile ilgili alanlarda çevrelerindeki toplumlara göre daha dindardırlar. Ancak bu manzara Kürtlerin İslamî kimliğinin tehdit altında olmadığı anlamına gelmiyor.

Kürtlerin İslamî kimliğini küçültmeyi ve nihayetinde imha etmeyi açık bir hedef haline getiren aktif bir yapı var. Bu yapı, İslam`la birlikte anılmayan bir Kürt kimliği oluşturmak için siyasi işbirlikleri kuruyor, buna sürekli sponsor arıyor. İslam`ın bir numaralı tehdit ilan edildiği yeni dünyada bu sponsorları fazlası ile de buluyor.

Bu program açıkça gözlendiği hâlde İslam dünyasında, siyasi işbirliği beklentilerinin karşısında görmezlikten geliniyor. Gerek devletler gerek çıkarlarını her şeyin üstünde tutan bireyler böyle bir faaliyeti yok sayarak, sosyalist yapılanma ile değişik düzeylerde bağ kuruyor. Ne devlet yönetimleri ne de kişiler, örgütün İslamsız bir Kürt toplumu inşa etme girişimlerini görmek istiyor. Kendisini İslam`ın safında görenlerdeki bu ciddiyetsizlik, sosyalist yapının İslam karşıtı faaliyetinin tehdit ciddiyetini artırıyor.

İSLAMÎ KİMLİĞE YÖNELİK TEHDİDİN ÖLÇÜTÜ

Kürtlerin İslamî kimliğine yönelik tehdidin değerlendirilmesinde iki yaygın ölçüt vardır. Biri milliyetçi kaynaklıdır, diğeri Selefî kaynaklı. 

Kürtlerin İslam`dan uzaklaşmasından gizli bir memnuniyet duyan kimi milliyetçiler, zaman zaman “Oralarda çok kişi Hıristiyan oluyormuş” gibi propagandalar yaparlar. Bununla aslında Kürtlerin kardeşliğini reddetmekle kalmaz, Kürtlere yönelik zulme de meşruiyet kazandırmış olurlar.

Tekfir etmeyi esas haline getiren Selefi gruplar da bütün İslam toplumları gibi Kürtleri de günlük amelleriyle değerlendirmeye tabi tutarak tekfir ederler.

Her iki tutumun da doğru tespit anlamında değeri yoktur. İkisi de sapkın yaklaşımlardır. Bir toplumun dinî kimliği ile ilgili ortak ölçütler az çok bilinmektedir. Bunlar, emirler, yasaklar ve dinin toplumsal işlevi ile ilgilidir:

-İbadetler yerine getiriliyor mu? İbadethaneler, yerleşim alanlarında görünüyor mu?

-Dinin tiksindiği zina ve onu da aşan fuhuşlar var mıdır?

-Kadının görünümünde dinin etkisi var mıdır?  (Tesettür korunuyor mu?)

-Aile korunuyor mu? Sosyal yardımlaşma devam ediyor mu?

Bu soruların cevabı Kürtlerin hâlâ çevre toplumlara göre daha güçlü bir dinî görünüme sahip olduklarını anlatıyor. Ancak bu, Kürtlerde İslamî kimliğin tehdit altında olmadığı anlamına gelmiyor. Aksine mevcut manzara, tehdidin hissedilmesi ve gerekli tedbirlerin alınmasına karşı halkı yanıltma için kullanıldığından tehdidi artırıyor. 

Halka “İslamî kimliğimiz tehdit altında” dendiğinde halk, karşı yönde propaganda yapanlara kanarak “Herkesten çok namaz kılıyoruz, bizde içki içen neredeyse yok, kadın-erkek ilişkisinde İslam`ın emirlerine riayet ediyoruz” diyerek karşılık veriyor; İslam karşıtı faaliyetleri örtmeye, ondan duyduğu rahatsızlığı bastırmaya ve İslam karşıtı faaliyet gösterenleri böyle bir faaliyet içinde değillermiş gibi görmeye çalışıyor.

Burada gözden kaçırılan bir gerçek vardır: Çevre toplumlar, son yıllarda hızla dindarlaşırken Kürtler görünür bir şekilde dinden uzaklaşıyor. Bunun sokağa da siyasete de yansımasını izlemek mümkün. On yıl önceki bir Kürt ailesi fotoğrafı ile bugünkü bir Kürt ailesi fotoğrafı artık çok farklı. Çevre toplumlarda bu fotoğraf tesettürlü kadınların sayısının artması şeklinde değişirken Kürtlerde tesettürlü olmayan kadınların aileye dâhil olması şeklinde değişmiş. Veya on yıl önceki bir düğün fotoğrafı ile bugünkü bir düğün fotoğrafı arasındaki fark... Sosyal yaşamda tablo çok açık... Siyasi olarak da çevre toplumlarda ulusal sol gittikçe marjinalleşirken Kürtler arasında ulusal solun İslam karşıtı faaliyetlerini görmezlikten gelme eğilimi açıkça izlenebiliyor.

Son dönemde Kürtlerin sosyolojisi darmadağın edildi. Cahil bırakıldığı için siyasi durumu değerlendirmeyen sıradan Kürt insanı, partiyi aşiretin yerine koyuyor. Birbirinden çok farklı kurumlar olan aşiret ile partiyi karıştırıyor. Kendisini bir aşiretin üyesi gördüğü gibi parti üyesi görüyor. Bu tutum, Kürtlerin İslamî kimliğini bir partinin İslam karşıtı her tür girişimine açık hale getiriyor. Bir sosyalist partiye siyasi destek veren Kürtlerin ailevi inanç ve görünümü kısa bir süre içinde değişiyor. Dün İslamî değerler için ölümü göze alanlar, bugün İslam`a karşı savaşanları kahraman görebiliyor. Dün, bütün kadınları tesettürlü olanlar, bugün kızlarının başını zorla açma girişiminde bulunabiliyor.

İSLAMÎ KİMLİK KARŞITLIĞININ SIRLI YANLARI

İslamî kimliğe yönelik tehditler, Batı`nın kimlik değişimi olmadan İslam dünyasının elde edilemeyeceğini anlamasıyla başladı. İki yüzyıla yaklaşan bu süreçte Batı, milliyetçilik duygusuyla sosyalizm, liberalizm gibi ideolojileri İslamî kimliği imha yönünde kullandı. Milliyetçilik duygusu ile “ümmet”ten koparılan birey ve toplumların, ideolojiler ile dinden de kopması hedeflendi. Her iki yönde de İslam toplumlarında epey yol alındı ama proje özellikle ideolojiler aşamasında iflas etti.

Kürtler, projenin her iki aşamasına karşı da diğer İslam toplumlarına göre dirençli çıktı. Bunda İslamî kimliklerinin güçlü olmasının yanında, kendilerini bu projenin alanına sokabilecek kendi içlerinden bir siyasi otoritenin bulunmamasının da etkisi vardır. O günlerde toplumlar üzerinde etkili olmayan Batılı güçler, İslam karşıtı projeleri Müslüman toplumların içinde kurdukları siyasi yönetimler üzerinden işlettirler. Müslümanlar, kendileri ile aynı dili konuşan idarecilerin baskısıyla veya eğitim sistemi üzerinden İslam`dan uzaklaştırıldı. Kürtlerin ne böyle bir siyasi idaresi vardı ne de Kürt coğrafyasında böyle bir değişimi gerçekleştirecek Batılı bir eğitim.

Diğer toplumlar için Batı`nın teknolojideki üstünlüğü ve nefse seslenen “çağdaş” yaşam da İslam`dan uzaklaştırılmada çekici bir güç olarak kullanıldı. Devletleri bulunmayan Kürtler, teknolojik gelişmeler ile pek ilgili olmadılar. Güçlü ve keyifli geleneksel yapıları ise onların “çağdaş” yaşama ilgi duymalarını engelledi. Böylece Kürt toplumu, uyruk edinildiği devletlerin büyük şehirlerinde yaşayan küçük kesimleri dışında milliyetçilik, ideolojiler ve çağdaş yaşam süreçlerinin dışında kaldı.

Dindarlık, toplumları güçlü tutar. 1950`li yıllardan itibaren çağdaşlığın İslam toplumları üzerindeki nüfusun azalması başta olmak üzere tahrip edici etkisi izlenmeye başlandı. Kürtler, geleneklerine bağlı bir toplum olarak diri ve dinç kalırken çevre toplumlar, yıkım endişesi taşıyorlardı. Eğitimden yoksun kalmış olsa bile bu diri ve dinç toplum, bireylerin seçmen olarak siyasette aktör oldukları yeni dünyada hakim toplumların yöneticilerince tehdit olarak görülmeye başlandı.

Türkiye`de 1960 İhtilalı`ndan sonra kurulan Devlet Planlama Teşkilatı`nın Sosyal İşler İdaresi, bunu ilk fark edenlerdi. Kürtlerin İslamî kimliğinin zayıflatılıp küçültülmesine yönelik ilk adımlar, Kürt gençleri arasında sosyalizmin yayılması şeklinde bu idare tarafından atıldı.

Ama bu ihtilalcıları da aşan bir proje olacak ki aynı süreç içinde Irak, İran ve Suriye`de de Kürtlerin İslamî kimliğine karşı projeler görünürlüğe ulaştı. (Muhtemelen bu Kürtleri de aşan uluslararası bir projeydi. Türkiye`de 1960 İhtilalı ile İran`da görülen çağdaşlaşma adımları ve Irak ve Suriye`de görülen BAAS ihtilalları ile birlikte uluslararası güçlerce yürütülen İslam karşıtı bir dönüşüm projesiydi.)

Irak`ta bir tarikat şeyhinin oğlu olan Celal Talabanî, ulusal sosyalizm üzerinden Kürtlerin İslamî kimliğine karşı cephe aldı. Daha sonra Suriye`ye geçti, Suriye Kürtleri arasında da benzeri çalışmalar yaptı. 

Irak`ta güçlü aşiret yapısı ve BAAS yönetiminin Kürtler üzerindeki etkisinin zayıflamasıyla Talabanî`nin Irak çalışmaları sınırlı kaldı. Süleymaniye ve Kerkük Kürtleri üzerinde etkileri görüldüyse de gittikçe zayıfladı.

Suriye`de ise yine Türkiye ile çok uyumlu bir şekilde 1980`li yıllarda Hafız Esad`ın geleneksel Kürt yaşantısına ve partilerine karşı sosyalist PKK`yi desteklemesiyle Kürtler arasında tam anlamıyla bir dinî çöküş yaşandı.

BAAS`ın 1960`lı yıllarda etkili olması... Aynı dönemde 1960 İhtilalcılarının Türkiye`de Kürt gençleri arasında sosyalist faaliyetleri teşvik etmeleri...1980`li yıllarda da BAAS`ın PKK`yi bütün faaliyetleri ile desteklemesi... Türkiye`de PKK`nin Yalçın Küçük gibi 1960 İhtilalı sonrasında Devlet Planlama Teşkilatı Sosyal İşler Dairesi başkanlığını yapmış bir ismin danışmanlığında büyümesi... Son dönemde Türkiye`de 1960 İhtilalı aktörlerinden CHP`ye yakın kesimlerin PKK`nin siyasi kanadını büyütmesi... Oğul Esad`ın ise PKK`nin Suriye kolunu Kürtler arasında iktidar yapması... Bu vakanın araştırılmaya değer en ilginç yanlarıdır. Vakanın genç araştırmacılarını bekleyen sırlı ilişkiler ağıdır.

Bugün toplumlar, dine dönerek güçlenme yolunda iken Kürtler tam aksi bir süreç içinde kendi çocuklarından oluşturulan örgüt yapıları üzerinden İslam`dan uzaklaştırılıyor.

KÖY KOMÜNLERİ PROJESİ

Sosyalizm özü itibariyle din karşıtıdır. Sosyalist idarelerin kurulduğu her yerde Hıristiyanlık, Yahudilik veya İslam... din karşıtı faaliyetler görülür. Dini görünüm küçülür, dini ibadetler azalır, dinin tiksindiği ahlakî düşüklükler izlenir.

PKK, sosyalizmin en ilkel biçimine inanıyor. Örgütün yayın organlarında sosyalist terimlerin tamamı olduğu gibi kullanılıyor. Ama örgütün sosyalist yanı, terimleri aşıyor; uygulama boyutuna ulaşıyor. Örgüt hâkimiyet kurduğu Kamışlı gibi yörelerin yanında Hakkari- Yüksekova, Diyarbakır-Lice gibi yörelerde de köy komünleri kurmaya başladı. Örgütün “Çözüm Süreci” adı verilen süreçteki belki en büyük sosyal faaliyeti bu komünlerin faaliyete geçirilmesiydi. Adını sosyalist de değil, komünist terminolojiden alan bu yapılar, Kürtlerin en dindar kesimlerini oluşturan köyleri idarede ve sosyal hayatta sekülerleştirme yönünde işletiliyor. Sadece Yüksekova`da 28 komün kaydı vardır. Latincede “paylaşmak” anlamına gelen “communis” kokünden türeyen komünlerin bugün için artık Sovyet Rusya`da ve 1960`ların “her şeyi (!) paylaşan (paylaşımcı-sosyalist)” gençliği arasında kalmışken Kürt köylerinde inşasının anlaşılır yanı nedir?

Örgütün yayın organlarında “komünal toplum”un aslında çarpıtıldığı, oradaki paylaşmanın her şeyi kapsamadığı iddia edilirse bile bir toplumsal faaliyet için bu kadar kirli bir kavramın seçilmesi ne anlama gelir?

Kürtlerin herhangi bir köyünde sınırsız bir paylaşmayı gerçekleştirmek sosyalist serserilerin haddine değildir. Ama o serserilerin Kürtlerin cehaletinden yararlanarak bu tür bir adlandırma ile köylerde sosyal kurum inşa etmelerinin rencide ediciliği de göz ardı edilemez. Kaldı ki sosyalist bir serserinin zihninden geçenin komünal toplumun en aşırı derecesi olduğu, bu serserilerin büyük şehirlerdeki mekânlarında bunu dar bir çevre içinde yaşama geçirdikleri biliniyor. Zihnindekini köyde yapamıyorsa tek engel, köyün hâlâ İslamî hassasiyetidir. İslamî hassasiyete karşı düşmanlığın altında biraz da bu engele takılmanın yol açtığı öfke yok mudur? 

KÜRT KİMLİĞİ İLE PKK`NİN ÖZDELŞLEŞTİRİLMESİ

İslam dünyasında temsil güçleri ne olursa olsun herhangi bir laik-Batıcı yapı ile bir İslam toplumu özdeşleştirilmedi. 1950 öncesinde bile CHP`ler kast edilerek “Türkler” kavramı kullanılmadı. BAAS için kimse “Araplar” diyemedi.

Ama her gün ve her gece televizyonlarda sosyalist PKK ve onun siyasi temsilcileri kast edilerek “Kürtler” kavramı kullanılıyor. Siyasi değerlendirmeler yapılırken Kürtler ve dindarlar, Kürtler ve laikler gibi cephe tarifleri yapılıyor.

Kürtleri İslam`dan uzaklaştırma girişimlerine karşı diğer İslam toplumlarından daha muannid, daha köklerine bağlı bulanlar, diğer toplumlara karşı yürütülen projelerlerden daha yaygın bir proje yürütüyor. Kürtleri PKK ile özdeşleştirerek yöreye yönelik zulümleri meşrulaştırmak isteyen kimi milliyetçi muhafazakâr isimlerin katkısı da olunca bu, Kürtlerin İslamî kimliğine yönelik dev bir kampanyaya dönüşüyor. Kampanyanın amacı sıradan Kürt insanına “Kürt=PKK/HDP” demektir. Kampanya sahipleri bu söylemle “Sen, kendine Kürt diyorsan PKK`li olmalısın” diyorlar ona “Madem Kürdüm, hiç olmazsa seçimlerde HDP`ye oy vermeliyim” dedirtiyorlar. Milliyetçi muhafazakâr sözde aydınlar, bunun son seçimlere yansımasından bile ürkmeyecek kadar derin bir gaflet içindedirler.

Tarih boyunca kimlikleri İslam`la özdeşleşen Kürtleri sosyalist PKK ile özdeşleştirmek zorbaca bir temsil işgalidir. Kürtlerin İslamî kimliğini imhaya yönelik çabaya bilerek veya bilmeyerek destek vermektir. Bu girişimin bir parçası olmaktır.