• DOLAR 34.614
  • EURO 36.571
  • ALTIN 2944.6
  • ...

ANALİZ

Modernizm sonrasında dünya düzeni, İslam ve Hıristiyanlıkla baş edemeyen Yahudilerin düşünürleri tarafından din eksenli olmaktan kavim ve ideoloji eksenine kaydırıldı.

Batı, her iki projeye de kısa sayılabilir bir süreç içerisinde teslim oldu. Din-mezhep eksenli siyasetten Fransız, Alman-Rus… kavim eksenli siyasete kaydı. İdeolojide sağ ve sol diye iki kutba bölündü.

İslam dünyası, her iki projeye de uzun süre direndi; Yahudi düşünürlerin önderliğindeki her iki projeyi de “Batı kaynaklı batıl” diye etiketleyerek reddetti, kendi düzeni içinde kalmaya çalıştı. Ancak “Ümmet”ten çok darbe yiyen ve dolayısıyla “Ümmet” kavramına karşı fobik olan Batı, her iki projeyi, daha doğrusu bir ana projenin her iki kanalını da İslam dünyasına salmaya çalıştı. Salt ideoloji kanalının yol alma problemini görünce onu da milliyetçilik kanalının içine boşalttı ve üstü milliyetçilik, altı ideoloji olacak şekilde İslam dünyasına boşalttı.

Miladi takvim çağında kimliğini İslam`da bulan, milli kimliği ile İslam`ı özdeşleştiren Kürtler, bu projeye direnç gösterdi, o kanalın kendi coğrafyalarına uzamaması için adeta nöbet tuttu. Ancak, kanalın kirli suyu dört yanlarına ulaşıp kendi coğrafyalarında kokusunu ve rutubetini hissettirince İslamî bir harçla oluşturdukları set, zarar görmeye ve nihayet sızmalara maruz kalmaya başladı.  Milliyetçilik ve solculuk, Kürtler arasında önce ağır ağır, ardından baskınlar halinde yayılmaya başladı.

Milliyetçilik, Kürtleri İslam dünyasından koparmak için kullanıldı. Sol ideoloji Kürtleri, “çağdaşlaştırma, Batılılaştırma, Batı`nın etki alanına açma” için bir kültür işgali aracı olarak görüldü. Milliyetçilik Batı`nın yerel uzantısı ulus devletlerin tepkisiyle karşılaşıp yayılma problemi yaşadı; sol ise ulus devletlerin çağdaşlık, Batılılık doğrultusunda oluşturdukları “tek tipleştirme”ye hizmet ettiğinden büyük kaynaklarla pompalandı. Ancak solun tek başına yayılma problemi yaşaması, ulus devletleri bağırlarına taş basarak milliyetçi sol (ulusal sol) bir ideolojinin Kürtler arasında yayılmasının kerhen destekçisi yaptı. Ulusal sol, Kürtler arasında önce Suriye, Irak ve İran`da; ardından özellikle 27 Mayıs İhtilalı`ndan sonra ihtilalcıların seçmen tercihlerini değiştirme projeleri doğrultusunda Türkiye`de hızla yayıldı.   Bu yayılma hızı karşısında “Kürt sağı” güdük kaldı.

“KÜRT SAĞI” NE DEĞİLDİR? 

“Kürt sağı”ndan kasıt asla İslamî camia değildir. İslamî camia, ne sağcı ne de solcudur, İslamî hareketlere özgü bir yol üzerindedir.

“Kürt sağı”ndan kasıt, İslamî söylemleri soldan kötüce tercüme olan, Diyarbakır çayhanelerinde söylemlerine sahip çıkma cesareti bulamayınca özür bildirme mahiyetinde veya kabul görme psikolojisiyle direksiyonu sosyalist örgütün siyasi kanadına kaydıran, sosyalist örgütün “Biz akıllı dindara karşı değiliz” söylemini halka kabul ettirmek için vitrin süsü yaptığı Diyarbakır`ın kıdemli çayhane ideologları hiç değildir.

“Kürt sağı” ile  “Kürt kökenli sağcılar” da birbirinden çok farklıdır. Kürt kökenli sağcılar, dindar ve çoğu etkili Kürt ailelerinden gelip koltuğu nerede bulurlarsa ona uygun bir maslahat hatta değer felsefesi uydurup orada siyaset yapan ve bu “kimliksiz (kişiliksiz de diyebilirsiniz)” yapıları ile, kimliksizliğe daha yatkın sağ partilerde daha çok yer bulan ağa-müteahhit siyasetçilerdir. Son ve en somut örneklerinden biri kuşkusuz Dengir Mir Mehmet Fırat`tır. Daha önce Ak Parti`den seçilen Fırat, çaresiz kalması ve umut görmesi durumunda MHP`den, CHP`den hatta umut bulsa ve kabul göreceğini bilse HÜDAPAR`dan aday olabilirdi. Onlardan hangisinden aday olsa ona uygun davranmayı da gayet iyi bilirdi. Bu tür siyasi tiplerin milliyet, kimlik ve ideolojisi yoktur. Tek kriterleri koltuktur. Söylemlerini bulundukları yere göre ayarlarlar.

Bu müteahhit-ağa siyasetçilere Kürt sağı demek, Kürt sağının bedel ödemiş, tarihî şahsiyetlerine ağır bir hakarettir.

KÜRT SAĞI NEDİR?

Kürt sağı, Kürtlerin modern dünyada karşılaştıkları problemler konusunda duyarlı, dine karşı olmayan, çoğu dindar olsa bile başkalarıyla dava arkadaşı olmakta dindarlığı kriter edinmeyen, kişisel olarak laikliği tasvip etmese de bugünkü dünya koşullarında siyasette laik olmayı da yadırgamayan hatta kimi zaman siyasi laikliği zorunlu gören molla, ağa ve mekteplilerin öncülük ettiği kesimdir. 

Bu tanım içinde Kürt sağının önderleri İran`da Kadı Muhammed, Irak`ta Molla Mustafa Barzanî; Suriye`de Haco Ağa ve arkadaşlarıdır. Türkiye`den (Şeyh) Abdülmelik Fırat`ı da onlarla birlikte anmak mümkündür.

Onların halk arasındaki örnekleri ise 1980 öncesinin sola karşı, ancak İslamî bir söylemi de olmayan, Kürtlerin sorunları hakkında duyarlı, Barzanî`ye hayran, ilmi düzeyi ne olursa olsun tasavvufi yönü zayıf Cizre, Mardin, Diyarbakır… yörelerinin kimi molla ve faqileriydi. Onlar, kültür ve konum bakımından halka açılma imkânına, ağalarla kurdukları dostluklarla da ekonomik imkânlara sahip iken bir hareket oluşturamadılar. Kimi zaman bazı mekteplilerle iletişim kursalar da gözleri hep Barzanî`nin başarılarında kaldı. Oraya bakıp durdular ve gözleri orada iken ahirete irtihal ettiler.

NEDEN BAŞARILI OLAMADILAR?

Kürt sağı içinde görülebilecek mollaların başarısızlık nedenlerinin altında kendilerinden kaynaklanan problemler vardı, bir de dışarıdan kaynaklanan problemler. Kendileri ile ilgili en önemli problem, bugünün dünya gerçeği içinde, kendilerini ifade etmelerini sağlayacak, bulundukları ve bulunmadıkları ortamlarda toplumu kendi görüşlerine çekebilecek, bütüncül bir ideologyadan (fikriyattan) yoksun olmalarıydı. Kendilerinin bunu oluşturacak bir birikimleri yoktu, ellerindeki klasik İslamî kaynaklar, onların dilediği malzemeyi vermezdi, Türkçe bilmiyorlardı, Arapça dışında yabancı dil bilmedikleri için de dışarıdan tercüme imkânları da yoktu. Dolaysıyla mekteplilere mahkûmdular. Barzanî dışında onların dünya ile iletişimini kuranlar sadece mekteplilerdi.

O dönemin mekteplileri ise Ankara ve İstanbul`daki üniversitelerde muhtemelen Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı (MİT ve Emniyet) tarafından sola itiliyordu. Özellikle 1960 İhtilalı sonrasında Kürtlerin kendi sorunları ile ilgili kitlesel etkinlikler içinde olabileceğine dair işaretler,  Devlet Planlama Teşkilatı Sosyal İşler Dairesi`nin solu özendirerek Kürtleri “çağdaş Türkiye`ye kazandırma” projesi hız kazanmış görünüyor. Solla hem milliyetçilerin halkla iletişimi zorlaşacak hem de Kürt gençleri solun ünlü isimlerini okuyarak devletin ulusal sol (CHP) ideolojisine yakınlık duyacaklardı. 1960`tan önce bu ideoloji için tehdit olarak belirlenen Demokrat Parti gibi sağcı partilerin de Kürtler içindeki varlığı zayıflayacaktı. İhtilal öncesinde Kürtler, Demokrat Parti`ye büyük destek verdikleri gibi ihtilaldan sonra da Diyarbakırlı Dr. Yusuf Azizoğlu`nun kurucuları arasında yer aldığı ve sonradan genel başkanı olduğu sağcı Yeni Türkiye Partisi`ne destek vermişlerdi. Hatta Yeni Türkiye Partisi, sonraki dönemde adeta Kürtlerin partisi olma yoluna girmişti.

Azizoğlu sağ görüşlü müydü? Yoksa sağ görüş için bir görev mi üstlenmişti, bu pek de bilinmiyor. Musa Anter ile beraber Dicle Talebe Yurdu projesi içinde yer almıştı. Sadece bu yurt meselesi bile önemli bir soru işaretiydi. (Musa Anter de o aralarda liberal sağ dergilere yazı yazıyordu. Sonra sağdan topladıklarıyla sola doğru yol aldı.)

Azizoğlu açısından diğer problem, bedel ödemeye yanaşmamasıydı. Nitekim, bu yönü tespit edilmiş, sağ görüşlü partisinin Kürtler arasında çokça ilgi görmesi üzerine dönemin CHP`li İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata kürsüye çıkıp Türk olduğunu söylemesini istemişti, Azizoğlu da kürsüde “Öz be öz Türk biziz, Doğu`da yaşayanlardır. Türlüklerinden şüphe edenler varsa Sayın İçişleri Bakanı gibi devşirmelerdir” demişti. Azizoğlu, tartışma sonrasında Diyarbakır`a döndüğünde büyük bir coşkuyla karşılanmışsa da itibarsızlaştırma operasyonuna tabi tutulmuş ama kendisinden çok henüz palazlanma aşamasında olan Kürt sağı suikasta uğramıştı. Azizoğlu, baskıya boyun eğmeye mazeret olarak rahatsız olmasından dolayı hapse girmeyi göze alamamasını göstermiş, bu sözleriyle operasyonu daha da derinleştirmişti.

Bu siyasi operasyonu askeri bir operasyon takip etti. 1965`te Türkiye Kürdistan Demokrat Parti (T-KDP) kuruldu. Partinin genel başkanı ve yörenin etkin isimlerinden Siverekli Faik Bucak, 4 Temmuz 1966`da bugün de çözülemeyen bir suikastla öldürüldü. Yerine Bingöllü Sait Elçi geçti. Onun vurulması ise Faik Bucak`ın ki kadar esrarengiz değildi ve belki ondan da esrarengizdi. Türkiye İşçi Partisi (TİP) içindeki solcu Kürtler sokağa salınırken Sait Elçi önce hapse mahkûm edilip bir yıl içeride tutuldu. 1969`da cezaevinden çıktıktan sonra partisini neredeyse sol renkte buldu. Dr. Şivan kod adlı Tuncelili Said Kırmızıtoprak da o solculardandı, Elçi`yi gericilikle suçluyor ve tasfiye yolu arıyordu. Irak Kürdistanı`na geçip orada silahlı eğitim için bir kamp kuran Said Kırmızıtoprak, 1971`de Irak Kürdistanı`na geçen Said Elçi`yi kurşuna dizerek öldürdü.

T-KDP`yi solcu bir çizgiye çekmek isteyen Said Kırmızıtoprak kimin ajanıydı ya da hangi şebeke onu yönlendirmişti? Hiçbir zaman anlaşılamadı. Ama anlaşılan bir şey vardı: Birileri Kürt solu üzerinden, Kürt sağını tasfiye ediyordu. Kürt sağı,  Said Elçi`den sonra korkuya kapıldı, öne çıkan her isimleri yörede sayıları tesbih tanesini geçen sosyalist örgütlerce ama özellikle PKK tarafından tasfiye edildi, sosyalist PKK bu süreci 1980 sonrasına da taşıyarak Kürt sağını siyasi anlamda yok etti. Solun bu jandarmalığı, devletin Kürt sağı aleyhine tek bir operasyon yapmasına gerek duyması için sebep bırakmamış, sosyalist gruplar işlerini en katı şekilde yaparak Kürt sağını kendileri bitirmişti. 

Bu alanda çok başarılı görülmüş olunacak ki PKK`ye bu görev Suriye`de de verildi ve bir dönemin Suriye`sinde en güçlü Kürt siyasi hareketi olan KDP (El Parti) bugün Amude kasabası dışında hiçbir yerde varlık gösteremez duruma düştü.

BARZANî ENGELİ

Barzanîler, İran deneyiminden sonra kendi bölgelerine odaklandılar. Kendi bölgelerinde var olabilmek için çevre ülkelerle barışık olmayı seçtiler. Çevre ülkeler ise onlara, kendi topraklarında faaliyette bulunmama garantisinden öte, oralarda oluşabilecek geniş tabanlı, sağ hareketleri kontrol altında tutma şartı koştular. Bu denklem içinde İran, Türkiye, Suriye hatta Lübnan ve Ürdün`den Barzanî ailesi ile sıkı bağlar kuran her yapı güdük kaldı. Önce İran KDP`si, sonra Suriye KDP`si mensupları halkları önünde küçük düşmüş ve Erbil`e sığınmış olarak tarih sahnesindeki yerlerini terk ettiler.

Ama kendi varlığını sürdürmek için çevre bölgelerdeki Kürt sağını kontrol altında tutmaya ve çoğu zaman o ülkelerle gayri meşru dostluklara zorlayan Barzanî, gün geldi kendisini Batı`ya taşeronluk eden Kürt solu ile çevrelenmiş buldu. Yarın bu Batı işbirlikçisi yapı karşısında varlığını koruyabileceği bile şüphelidir. Kürt sağı bu gerçeği hâlâ anlamıyor ya da anlamak istemiyor.

SONUÇ

Dünyanın diğer coğrafyalarının aksine Kürtlerin yaşadığı coğrafyada(Irak Kürdistanı dışında)  sağ bir siyasi hareket yok. Suriye`de Kürtler arasında İslamî bir yapı da yok. İran ve Türkiye`de ise İslamî bir söyleme alışmayan, henüz bu söylemi anlamamış olan, İslamî kesimin Kürtlerle ilgili önerilerinden habersiz olan ya da o önerileri yetersiz bulan geniş bir kitle siyasi bir boşluk yaşıyor. Aralarından merkez parti ve adaylarına oy verenler olsa da önemli bir kesimi kendisini sosyalist yapılara mâhkum görüyor. Onlara alternatif olabilecek bir siyasi temsilci bulamıyor. Bocalıyor, dönüp dolaşıyor, sol yapıların ağına düşüyor. Onlar gibi inanmadığı halde, onlar gibi düşünmediği halde siyasi olarak onların yanında yer alıyor.