• DOLAR 34.447
  • EURO 36.303
  • ALTIN 2837.002
  • ...

İstanbul medreselerinden mezun bir Osmanlı âlimi iyi derecede Arapça ve Farsça biliyor; Osmanlıcanın yanında bu dillerde Arapça ve Farsça şiirler yazabiliyordu. Tanınmış Osmanlı şairlerinin neredeyse hepsinin aynı zamanda Farsça şiirleri, bazılarının ise Türkçenin yanında Arapça ve Farsça divanları vardır.

Batman, Siirt, Bitlis medreselerinin son dönem mezunu bir âlim de bütün gramer incelikleri ile Arapça biliyor; bazıları Arapça akide, kelam kitapları ve edebi şiirler dahi yazıyor.

Osmanlı`nın “en cahil” padişahı olarak bilinen II. Mahmut`un miladi 1827`de “Mekteb-i Tıbbiye-i Aliye`i Şahane” olarak adlandırdığı Tıp Okulu`nun açılış fermanındaki “Burada tıp ilmini Fransızca olarak tahsil edeceksiniz” emri üzerinden 187 yıl geçti. Ama Türkiye`de hâlâ her şehirde bir turiste yol gösterecek kadar Fransızca bilen birini dahi bulamazsınız. Aradan bir 187 yıl daha da geçse de bulamayacaksınız.

Fransızca ve İngilizce hatta Latince üzerinden medeniyete (!) ulaştırmak adına Batı`ya binlerce burslu öğrenci gönderme… Her köşe başına açılan okulların ana sınıflarına bile İngilizce dersi koyma… Neredeyse kundaktaki bebeğe İngilizce seslenme… Bunca emek, bunca kurum, bunca para… Hepsi kocaman bir sıfır… İngilizce ile şiir yazmak bir yana İngilizce bir gazetenin manşetini anlayabilenlerin toplam nüfus içindeki yeri binde birin bile altındadır.

Artık isteyerek veya istemeyerek itiraf edin:

Türkiye`nin II. Mahmut`la açık bir sürece giren Cumhuriyet`le kundaktaki bebeğe konacak isme kadar topluma dikte edilen, uğruna nice âlimin canına kıyılan Batılılaşma projesi iflas etmiştir.

Batılılaşma-çağdaşlaşma üzerinden ekmek yiyenler, konum, makam bulanlar, kabul etse de etmese de matematik de ikinin ikiyle çarpımı dört eder.

Önce, Arapça ve Farsça yüzünden millet Fransızca ve İngilizce öğrenemiyor, dediniz; Arapça ve Farsçayı Fransızca ve İngilizcenin hatırına programdan çıkardınız. Okuyan biri çıkmasın diye arşivleri bile yaktınız, elifi görse mertek sanacak bir toplum ürettiniz. Sonra eğitim tekniğimiz zayıf deyip İngiliz ve Fransız hoca getirttiniz, teknik üzerine teknik değiştirdiniz, sonuç fiyasko… Hâlâ çıkıp çağdaşlık adına Osmanlıca dersine karşı duruyorsunuz.

İç siyaset, dış siyaset, kültür, bilgi, bilim… Hepsi birbiri ile ilgili… Türkiye, 1923 sonrasında son dikişleri apar topar atılıp kendisine giydirilen gömleği yırtamaya çalışıyor. Biraz ürkekçe ve çok gecikerek bu güzergâhta yol verecek sokakları arıyor. Batı`yı karşısına almadan İslam âlemiyle bağ kurmanın fırsatını kollamanın yarım adımlarıyla o sokaklarda yürümeye çalışıyor.

Zor bir yolculuk… Çünkü Batı, Türkiye`yi arka bahçesi görüyor ve ancak İslam dünyasındaki operasyonlarda kullanabilirse değerli buluyor.

Zor bir yolculuk… Çünkü hâlâ başta Türkiye olmak üzere halkı Müslüman olan ülkeler; Batı ile işbirliği kurabilmeyi, Batı`nın işlerini görmeyi çok kârlı, kendisi için hayati bir öneme sahip bir etkinlik; Batı ortağı olmayı ise onur kabul ediyor. Bir ülkenin kaçındığı bir işbirliğini başka bir ülke bizzat o ülkenin de aleyhine olacak şekilde paşa paşa kabul ediyor. Batı, iş yapmayanı cezalandırabiliyor, iş yapanı bir süre ödüllendiriyor.

“Arap Baharı” denen halk girişiminden önce Türkiye öndeydi, sonra Suudi Arabistan… Obama`yla Erdoğan arasındaki görüşmeden bu yana yeniden Türkiye önde… Yurt dışından lider üstüne lider kabul ediyor.

Bu tür genişlikleri fırsat bilen hükümet, bilgide öze dönüşü ve dolayısıyla Osmanlıca dersini gündeme getirdi. Böylece çevreye yönelik genişlemesine tarihi bir derinlik katmak istedi. 1923 sonrası dönemde getirilen kısıtlamaları aşma yolunu denedi.

Bu, önemli ama yetersiz bir adım… Batı dillerini öğrenmek elbette yararlıdır ve programda var olacaktır. Ama Arapça ve Farsça dilleri programda daha çok yer almalıdır. Bu yapılırsa birkaç yıl içinde öğrencilerin şiir yazacak düzeyde Arapça ve Farsça öğrendikleri ve yüzeysellik musibetinden hızla kurtuldukları görülecektir. 

Eğitim bir istek meselesidir. Gönlün razı olmadığını akıl almıyor. Eğer meşruiyetin esası “toplumsal rıza”  ise Batılılaşma yokuşuna tırmanma inadının hiçbir meşruiyeti yok. Bunun en büyük kanıtı, halkın hâlâ bütün getirisine rağmen Batı dillerini öğrenmek istememesidir. Meşruiyetin esası vahiy ise ki vahiydir. Batılılaşma belasının meşruiyetinden söz etmek bile abestir.

Bu abes tırmanış iflas etmiştir, artık bir hedef olmaktan çıkmalıdır.