• DOLAR 34.609
  • EURO 36.624
  • ALTIN 2938.322
  • ...

Yüzyılı aşkındır dünyanın dört bir yanından Müslümanların figanları işitiliyor. Müslümanlar, dünya nüfusunun yaklaşık beşte birini oluşturuyor. Ama dünyadaki saldırı ve şiddet haberlerinin üçte ikisi Müslümanlarla ilgilidir.

Vatanları işgal edilen Müslümanlar, katledilen Müslümanlar, terörle suçlanan Müslümanlar, mülteci Müslümanlar, sınır dışı edilen Müslümanlar, alay edilen Müslümanlar, eğitim kurumlarına kabul edilmeyen Müslümanlar, eğitim kurumları ile ilişkisi kesilen Müslümanlar… Dünya, Müslümanlarla oturup Müslümanlarla kalkıyor.

Gerçeği gizlemenin bir yolu da onu parçalamaktır. Seksen doksan yıllık Filistin sorunu… Elli altmış yıl önce Cezayir sorunu… Kırk yıl önce Afganistan sorunu... Yirmi yıl önce Bosna sorunu… On beş yıl önce Kosova sorunu… Ve hâlâ Çeçenistan sorunu… Keşmir sorunu… Somali sorunu… Filipin Moro sorunu… Irak sorunu… Suriye sorunu… Myanmar sorunu… Orta Afrika sorunu… Hep gündemde olan Kürt sorunu…

Sorunu parçalayanlar, sorunu saklamak isteyenlerdir, sorunu küçük gösterip ona karşı tepki oluşmasından endişe duyanlardır.

Parçaları bütünleştirip gerçeğin resmini görelim: Dünyada bir “Müslüman sorunu” vardır. Coğrafya ve zaman, burada sadece bütünün bir parçasıdır. Sorun şu veya bu yurdun, şu veya bu dönemin sorunu değil; bizzat Müslümanların sorunudur.

Bir etnik yapıyla ilgili sorunun tarifi nasıl bir şeyse “Müslüman sorunu” da odur: Müslümanların yurdu işgal edilmiş, Müslümanların kendilerini yönetme hakları gasp edilmiş, Müslümanların varlıklarına el konmuş, Müslümanların inancı, dili yasaklanmış… Müslümanların fikirde, siyasette, ekonomide bütünlük oluşturmaları engellenmiş ve engellenmeye devam ediliyor.

“Tarihin akışı içinde” iddiası bir masaldır, masaüstü üretilmiş bir hikâyedir. Tarihin aktörleri insanlardır. Tarihî vakalar, üretilmiş vakalardır. “Müslüman sorunu” da belli aktörlere tarafından üretilmiş bir sorundur. Her üretilen sorun, ancak yine bir üretimle çözülür. 

Son dönemde Batı`da İslam dünyası ile ilgili çelişen iki tez vardır: “Medeniyetler çatışması” tezi ve ona karşı gelişen tez.

“Medeniyetler çatışması” tezinde “Batı, Batıdır; Doğu ise Doğu.” İslam dünyasının hiçbir zaman Batı olma ihtimali yoktur. Hatta Konfüçyen dünya denen Çin ve Hindistan`ın dahi Batı olma ihtimali yoktur. Batı, dünyanın yüzde on beşini oluşturuyor, dünyanın yüzde seksen beşi onun dışında yer alıyor. Yüzde on beşin yüzde seksen beşi yönetmesi özel koşullar gerektirir, çifte standart gerektirir. Üstelik Kofüçyen dünya ile İslam dünyası gizli bir ittifak içindedir ya da gelecekte ittifak içinde olacaktır. Yine de en tehlikeli olan İslam dünyasıdır. Çünkü İslam, “bütün bir ideoloji”dir ve İslam dünyası tarih boyunca Batı ile çatışma içindedir. Batı, müreffeh kalmak istiyorsa İslam dünyasını sürekli gözetlemek ve ona karşı tedbir geliştirmek zorundadır.

Bunun karşısında yer alan “medeniyetler çatışması olmayacak” tezi, hep İslam dünyasının lehine sunuluyor. Kesinlikle öyle değil. Bu tezin sahipleri “İslam`ın gücü tükendi; Batı, tarihin sonuna muzaffer olarak geldi. Bundan sonra İslam dünyası da diğer dünya da Batılı değerlere teslim olacaktır” iddiasında bulunuyor. 

Bu tez, özü itibariyle “medeniyetler çatışması” tezinden de tehlikeli. Ancak “medeniyetler çatışması” tezi operasyonel bir tez olduğu ve mevcut projeler bu tez doğrultusunda yürütüldüğü için daha çok dikkat çekiyor.

Batı, güçlü bir İslam dünyasından endişe duyuyor, bütün bir İslam dünyasından endişe duyuyor. Müslümanların tek bir ülkede dahi rahat etmelerinden rahatsız oluyor. Endişesini gidermek için sürekli tedbir alıyor. Sorun üretiyor, ürettiği sorunları İslam dünyasına müdahale için kullanıyor.

Batı, medeniyet olarak gevşeme sürecine girdiğini düşünüyor. Bu gevşeme sürecinin bir dağılma sürecine dönüşmemesi için düşmana ihtiyacı var.

Batı, İslam`a düşmanlık üzerinden kendi bütünlük ve dinçliğini korumayı hedefliyor. Buna karşı tek çözüm, İslam dünyasında fikren bütünleşme, siyasi bütünleşme, ekonomik bütünleşmedir… Bunun da adı İttihad-ı İslam`dır. İttihad-ı İslam, tek ülke olma değil, makul bir buluşmadır. “Müslüman sorunu”na bu makul buluşmadan başka çözüm yok.