Ölçü Kudüs’tür!
Kudüs istila altında olduğunda ya da istila tehdidi yaşadığında Müslümanlar için ölçü Kudüs’tür. Hatta sulh zamanlarında bile Kudüs dikkate alınmadan belirlenecek bir yol, Müslümanları hedeflerinden uzaklaştırır.
Osmanlı’ya bakalım: Yavuz Sultan Selim günlerine kadar, belki de Kanuni günlerine kadar Osmanlı’da Kudüs hassasiyeti vardır.
Şam ve Mısır’da yetişmiş ulema, Kudüs davasını canlı tutmayı başarmıştır. Bunun için Portekizliler, Orta Afrika’ya gelip orada Kudüs için mevzilendiklerinde; mesele, iç çekişmeler içinde tükenip giden Memlûklara bırakılmamıştır.
Hac için bölgeye giden İdris-i Bitlisî Hazretleri, Yavuz’u uyarmış ve neticede duruma müdahale edilmiştir.
Sonraki yaklaşık üç yüz yıl boyunca Kudüs selamette görülmüş oysa Avrupa’da laikleşme biçiminde tezahür eden Yahudi yükselişi ile Kudüs için tehlikeyi günbegün yaklaştırmıştır.
Bugünden bakıldığında Osmanlı, Kudüs merkezli bir siyaset izleseydi kesinlikle Avrupa’daki gelişmeleri, bu bağlamda Yahudilerin yükselişini takip eder ve onun üzerinden kendisini kurtaracak etkili bir ihya hareketi başlatırdı.
Kudüs merkezli bir ihya hareketi, içeride Yahudi ve Masonların yükselişini engeller; aynı zamanda devleti teyakkuzda tutar, toplumu da diri tutardı. Ne yazık ki Napolyon’un Akka önlerine kadar gelişi dahi bunu sağlamamış ve neticede devlet çökmüştür.
Bugün için de İslam dünyasında, Türk milliyetçilerinin kendi evrenleri ile ilgili tabiri ile “Kızılelma” Kudüs olmak durumundadır. “Kızılelma”sı Kudüs olmayan hiçbir yapı Müslümanlar açısından nihai bir kurtuluş umudu olamaz.
Müslümanlar, son dönemde İslam tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar iç mücadelenin cihad ile ifade edilmesi ve Kudüs davasının suiistimali gibi, dillendirmekten bile çekindikleri bir hâlle karşı karşıyadırlar.
Bu hâl içinde konunun muhatapları Müslümanların endişeleri kadar kuşkularını da saygıyla karşılamak ve hücum edip hakaret etmek yerine “Medenî ahlak” üzere o endişe ve kuşkuları giderecek bir strateji ve imaj ortaya koymak durumundadırlar.
Kudüs uyandırıcıdır, hepimizi ihya ediyor; ihyaların neticesi de Kudüs davasına hizmet olmalıdır. Şeyh Ahmed Yasin, Filistin’de bir medeniyet hareketi başlattı. Onun mücadelesinin sonucu ne olursa olsun, ortaya koyduğu mücadele şekli, bir kez daha Müslümanlara “Medenî mücadele”yi öğretti.
Bu “Medenî mücadele”nin bir yanı, farklı olanların buluşmasına dayanırken diğer yanı, mücadelenin yüce bir ahlak üzere yapılmasıdır.
Bu örneklik gözler önünde iken bundan sonra Müslümanlar arasında çekişme, çatışma üzere geliştirilecek hiçbir mücadele tarzı dikiş tutmaz. Hele ahlâkî ilkeleri yok sayan, görmezlikten gelen bir yaklaşım, yüce amaçlara ulaşamaz.
Şam’da yaşanan devrim de bu bağlama dahildir. BAAS’ın zorbalığı; vicdanı körelmemiş, grupsal, mezhepsel kumlara başını gömmemiş her Müslümanın bu devrime sempati duymasını sağlamıştır.
Devrime gidilen yolda BAAS’la mücadeleden öte, gruplar arasındaki çekişmeler ve grupların sahadaki icraatları haklı bir ürküntü oluşturmuştur. Müslümanlar, bunun geride kaldığı umuduyla duaya sarılmışlardır.
Devrimcilere düşen, geçmişten kaynaklı sempati gibi, geçmişten kaynaklı eleştirileri de ciddiye almaları ve artık gelecek üzerinden bir yapılaşmaya gitmeleridir.
Bu yapılaşmanın en önemli ayağı Şam’ın imarıdır. Bu imarın bir yanı fiziki tahribat, diğer yanı kimlik tahribatı ile ilgilidir. Her iki yöndeki samimi gayret, eninde sonunda Kudüs davasına hizmet edecektir. siyonistler bunun farkındadır, devrimciler de bunun farkında olarak yol alırlarsa bir köprüyü onarmaları dahi bizim Kudüs’e varışımızda vesilelerden bir vesile olacaktır.