• DOLAR 34.657
  • EURO 36.374
  • ALTIN 2927.779
  • ...

Şehadet, bir yarım hikâyedir. O hikâyenin yarısı, Rabbine kavuşan şehide, diğer yarısı onun ardında kalan şahitlere aittir.

Şehit, şehadete kavuşarak kendi yarısını tamamlar; onun ardında kalanlar ise onu ve davasını anlatarak kendi yarılarını tamamlarlar.

Şahitler, kendileriyle ilgili yarıyı tamamlamadıklarında şehadetin dünyaya sirayet eden yanları, bir mesuliyet olarak onlarda kalır.

İslam; Rab olarak Allah ve insani bağ olarak Ümmetle kurulan bir ilişki dengesidir. Allah’a bağlanma iddiasıyla Ümmeti terk, kişinin İslam’la ilişkisini yarım bırakır. Yalnız Allah’a kul olmayı ihlal edecek aşırılıkta beşere bağlanmak da hakka tabi bir Müslüman olmayı zedeler.

Bizim ihya, yani diriliş/ıslah kitaplarımızın bir yarısı Allah’a bağlanan bir kul olmayı hatırlatan nasihatlerdir, diğer yanı salih kulların hayat hikâyeleri ve menkıbeleridir. Çünkü Allah’a hakkıyla kul olmak, fiilî anlamda salih kullara tabi olmakla mümkündür.

Bu ilk devrin dengesinin ardından oluşan fikrî ve ameli akımlarda selefe tabilik iddiasındakiler, Allah’a kulluğu vurgularken salih kullara tabi olmayı neredeyse mahkûm ettiler. Kimi sûfi çevreler ise salih kullara tabi olmayı vurgularken hâllerinde yalnız Allah’a kul olmanın zedelendiğine dair kuşkular oluşturdular.

Uçlaşma; ayrışma, ardından da çekişme getirir. Nitekim, bu iki kesim arasındaki ayrışma, Müslümanların enerjisini tüketen çekişmelere yol açmıştır.

Bu yazıyı Şırnak’tan yazıyorum. Hz. Nuh’un gemisinin konduğu, insanlığın Hz. Adem’den sonra yeniden başladığı coğrafya…

Hz. İyaz ve Hz. Halid’in Diyarbakır merkezli fetih bağlamında güneydoğudaki son fetih noktası… Ashabın ayağının bastığı topraklar…

Burası son devirde ise Şeyh Halid ez-Zülcenaheyn ve Seyyid Taha en-Nehrî’nin bereketinin her noktasına ulaştığı bir yurt… Onlara ulaşan silsilede altın halkalardan biri ise Şeyh Muhammed Nurullah Seyda’dır (ks). Babamın kadim dostlarından Şeyh Nurullah’ı tanıyan biriyle ne zaman karşılaşsam onun hikâyesinin hep yarım kaldığına inanırım.

Şırnak’ta ev sahibimiz muhterem Hacı Ahmet Uysal ağabeyin anlattıkları, bende o düşünceyi bir kez daha uyandırdı. Hacı Ahmet ağabey, vefatından üç gün önceki görüşmesinde Şeyh’in kendisine “Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağız, O’na hesabımızı nasıl vereceğiz. Allah yolunda cihad etmedik. Bu din perişan olacak, biz de rezil olacağız.” dediğini ifade etti.

Cizre’nin manevi önderlerinden Şehid Şeyh Zeki de Şeyh’ten bu yönde aktarımlarda bulunurdu. Allah, ikisine de rahmet eylesin.

Şeyh Nurullah, 1985’te ve henüz 36 yaşında iken şüpheli bir trafik kazasında vefat etti. Aracını ezen kamyon şoförünün menşei ve kazanın şekli, yaşananın kaza süsü verilmiş suikast olduğu yönünde ciddi bir kanaat oluşturuyor. O devirde bölgede PKK’yi güçlendirmek isteyen 12 Eylül bakiyesi bir derin yapılanma vardı ve Şeyh, bunun önünde şüphesiz bir engeldi. Ne yazık ki kaza süsü verilmiş suikastlar, o devirde ABD ile çalışan o derin çetelerin araştırılmayan kötülükleri arasında kaldı.

Şeyh Zeki ise 19 Şubat 1992’de Cizre’de bizzat PKK tarafından şehid edildi. Şeyh, Cizre’nin Medine hâlini ihya etmek için nice emek vermişti.

Onları katledenler, gençlerimizin zihinlerini Yahudi Marks ve Lenin ile bozdular. Gençlerimize dünyaya Marks ve Lenin’in penceresinden bakmayı öğrettiler.

Oysa olması gereken dünyaya kimliğimizin sabitesi Bismillah’ın penceresinden bakıp çağın gereği Marks ve Lenin’i de bilmekti.

Yahudi’nin penceresinden bakan nihayetinde Yahudi’ye hizmetkâr olur. Bismillah’ın penceresinden bakan ise Allah’a hakkıyla kul olup yeryüzünün efendisi olur.

Derin çeteler de PKK de bu büyüklere suikastlar düzenleyerek aynı amaç için çalıştılar. Efendi olma yolculuğunda olanları, hizmetkârlığa sürüklediler.  
Bugün anlaşılmış mıdır? Emin değilim.