• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Kudüs meselesi, tam anlamıyla “furkan”dır, net olmayı gerektirir. Dava, bütünlük içinde ele alınıp takip edilirse başarıya ulaşır. Oysa Kudüs davasının bütünlüğü, hep eksik kaldı.
Müslümanlar, son yüzyılda oluşan olağanüstü koşullar yüzünden Kudüs Davası’nı, hep bir kısmını atlayarak ya da sadece bir kısmıyla konuştular. Kudüs davası, birlikte hareket etmeyi gerektirdiği gibi, bütünlük içinde değerlendirilip anlaşılmayı ve anlatmayı da gerektirir. Hatta bütünlük içinde anlatılmadan, birlik içinde hareket etme söz konusu olamayacağından dava, öncelikle bütünlük içinde anlaşılmalı ve anlatılmalıdır.

Bu analizde bu bilinçle o bütünlüğün belki en önemli yönlerinden birini anlatmaya çalışacağım: israil ve onun arka planındaki küresel Yahudilik/küresel siyonizm, Kudüs meselesini, asla tarihsel yaşanmışlığından kopararak ele almıyor. Aksine sayısı ondan çok olduğu dile getirilen araştırma merkezleri ve enstitülerle, bütünlüğün farklı yönlerini sürekli araştırıyor ve değerlendirip ana bütüne katıyor. O doğrultuda ana resmi tamamlamaya ve ona uygun politikalar geliştirme yoluna gidiyor.

Bu mahiyette siyonistlerin tarihsel tecrübeden çıkardıkları herhâlde en önemli ders, Müslümanların beraberliğinin Kudüs’ün hürriyetine kavuşmasını kolaylaştıracağı, Müslümanların parçalı ve çatışmalı olmasının ise bunu geciktireceği ve israil’in alan genişletmesine katkı sağlayacağıdır. Nitekim tarihte hiç olmadığı şekilde siyonistlerin elindeki Vikipedi ve diğer medya yapıları, artık bir Müslümanın din hanesine sadece “İslam” yazmıyorlar. “Sünni İslam” ya da “Şii İslam” diye Hıristiyan bölünmelerini çağrıştıran ayrıştırıcı bir şerh düşüyorlar. Ama aynı şerhi, birbirini tekfir eden Yahudiler için düşmüyorlar.
Analizimiz, bu oyunun farkında olarak, meseleyi İslam aleminin mezhepsel durumu açısından ele almaya yöneliktir.

Buradan hareket edildiğinde siyonistler, şu verilere elbette ulaşmışlardır: (1) Haçlıların Kudüs’ü istilasından sonra; Fatımî Devleti; Filistin çevresindeki Sünni Müslümanların desteğini almıştı. Yemen ve Lübnan’ın büyük bir kısmı kendisine bağlıydı. Lübnan’da ciddi uydu devletçikleri vardı. Hatta Mekke ve Medine’de de kendisi adına hutbe okunuyordu. Ama Haçlılarla savaştıkça Haçlılar, alanlarını genişlettiler.

Bu anlaşılmayacak bir husus değildir:

(1) Mezhepsel olarak Müslümanlar içinde marjinal kalan Fâtîmî Devleti, Katolik önderliğinde olsa da mezhepleri aşan Hıristiyan bütünlüğüne karşı zayıf kaldı.

(2) Müslümanların Haçlı birliğini sarsmaları ancak Fâtîmîlerin de kısmi desteğini alan ve Müslümanların ezici çoğunluğunu kapsayan Sünni İslam dünyasının meseleye daha kökten yaklaşmasıyla mümkün oldu.

(3) Sünni İslam dünyası, kısmi bir bütünlük içinde dahi hareket edip Şii Müslümanlara yönelik de bütünleştirici davrandığında Hıristiyan birliği ürktü, dağıldı ve nihayetinde Kudüs’ü Müslümanlara teslim etmek zorunda kaldı.

(4) Moğol istilacısı Hûlâgû’nun Aynicâlût’ta son bulan macerasında ise Şiîlerin bilinen kesimleri, menfi bir tutum içinde olmalarına rağmen, Sünni İslam dünyası sadece kısmi
Mısır-Şam birliği ile bile istilayı durdurdu.

siyonistler, bu veriler doğrultusunda, hedeflerine ulaşmak için Müslümanları parçalı tutmayı ve İslam dünyasının büyük çoğunluğunu oluşturan Sünni Müslümanların, mümkün olduğu kadar Kudüs davası dışında bırakılmalarını, stratejik bir karar olarak benimsemiş görünmekteler.

siyonistler, Soğuk Savaş Dönemi’nde Filistin meselesini Sol ve Araplıkla ilişkilendirerek komünizmle karşı karşıya olan ve milliyetçilikle müptela Sünni İslam aleminin büyük bir
kısmını, Filistin davasının dışında tuttular. Bugün ise milliyetçilikten hep yararlanmakla birlikte, meseleyi mezhepsel zeminde tutma hevesindeler. Meselenin mezhepsel zeminde kalmasını yararlarına görüyorlar ve o yönde oldukça incelikli ama sırları da artık keşfolmuş bir program izliyorlar.

Buna karşı,

(1) Şiî İslam dünyasının önderliği, Kudüs Davası için çalışırken dindar mezheptaşlarını etkilemek amacıyla veya başka amaçlarla; Kudüs davasının mezhepsel olarak kendi lehlerine olduğu yönünde argümanları kullanıyor görünmektedir. Özellikle bazı kesimleri ve sosyal medya hesaplarının büyük bölümü, Kudüs davası ile mezhebi coşkuları arasında görünür bir
ilgi kurmaktadır.

(2) Şiî Müslümanların laik kesimleri, Kudüs davasının sadece dışında değil, aynı zamanda tam olarak karşısındadırlar. Dolayısıyla İran’ın devrim karşıtı muhalefeti, özellikle diaspora kısmında siyonizm yanlısıdır. Azerbaycan’da da israil yanlılığını ve israil’e desteğini açığa vurmaktan sakınmayan laik bir yönetim vardır. Laiklerin bu tutumu, Şiî İslam dünyasının Kudüs davasına desteğini, hiç konuşulmasa da kararları etkileyecek bir şekilde
sınırlandırmaktadır.

(3) İsmailî bakiyesi Dürziler tamamen siyonizmin askeri durumunda. Türkiye Alevilerinin bazı kesimleri ama özellikle Avrupa’da yerleşik olanlar, siyonizmi açıktan destekliyorlar. Boykotun etkili olmaması için fiilen çalışıyorlar. Nitekim bu kesimler, İsmail Heniye’nin şehadeti üzerine bazı Solcu siyasetçilerin insanî taziye paylaşımlarını dahi kin ve nefretle karşıladılar, söz konusu siyasetçileri ihanetle itham ettiler.

Şiî dünya, kendisi de bu parçalanmışlık içinde iken tek başına Kudüs davasını ne kadar başarılı yürütürse yürütsün, ne kendisinin hedeflediği ne diğer dünya Müslümanlarının beklediği neticeyi alabilir. Onun bu yöndeki kararlılığı, geçmişte İsmailîlik için olduğu gibi, bugünkü mevcut mezhepsel önderliği yıpratır. Son kırk beş yıldaki kazanımlarını her hâlükârda onun aleyhine çevirir.

Dolayısıyla meseleyi velev ki mezhep mensuplarını ikna amaçlı bile olsa, mezhepsel söylemlerle yürütmek; Kudüs davası için büyük bir sorundur, bizzat söylem sahipleri için de sorunludur. Şiî İslam dünyasının, Kudüs davasına yaptığı ve yapacağı katkının Kudüs’ün kurtarılması yönünde iş görmesi, önderliğin bu meseleyi mezhepsel bağlamda sürdürmediğini açık ve net bir dille ortaya koyması ve mümkün oldukça çok sayıda Müslümanı bu yönde ikna etmesidir. Bu, onun da konumunu sağlamlaştıracak ve güçlendirecektir. Bu konuda düşman stratejisinin açıklarından istifade taktikleri, bugün lehine de olsa yarın aleyhine olacaktır.

Sünni İslam dünyasına gelince,

(1) Sünni İslam dünyası, 19. Yüzyıldan 21. Yüzyıla uzanan korkunç istilalar gördü. Türkiye, Cezayir, Afganistan, Irak ve Suriye iç savaşı örnekleriyle birlikte bugün Sudan’da milyonların can kaybıyla sonuçlanan istila ve savaşlar yaşadı.

(2) Sünni İslam dünyasında, İslam aleminin çoğunluğuna örnek oluşturacağı gerekçesiyle İslâmî hareketlerin iktidar olma girişimleri stratejik olarak engellendi. Onlara karşı ulusalcı Sol liderler korkunç işkenceler yaptılar ki bu durum Şahlık dönemi İran’ında ve Saddam’ın Irak’ın da Şiî Müslümanlar için de geçerlidir.

(3) Sünni İslam dünyası, Vehhabiliğin girişimiyle büyük bir bölünme yaşadı. Özellikle Körfez ülkeleri ve kısmen Afrika’da şu anda büyük bir Vehhabi kitlesi, kendisini Sünni İslam dünyasının Kudüs davası ile ilgili görmüyor.

(4) Sünni İslam dünyasının laik kesimlerinin önemli bir bölümü, Kudüs davasını halkının davası olarak görmüyor. O davayla ilgilenen İslâmî yapıları, ülkeyi tehlikeye atmakla itham ediyor ve onlara karşı siyonizm ve ABD nezdinde ortaklık yapıyor ya da ortaklık talep ediyor. Bu kesimlerin bu tür ortaklıkları kimi ülkelerde onlara iktidar imkânı sağlarken Türkiye’de de ciddi bir tehdit oluşturuyor.

(5) Sünni İslam dünyasından bugün hangi hükümet ve hangi cemaat, Kudüs davasını sahiplenirse hiç kuşkusuz terörist olmakla itham edilecek. Özellikle cemaatler, “terörist” diye yaftalanacak ve dindar görünen dış güçlerle ilişkili hoca ve yapılar onların üzerine salınacak.

Buna karşı durum değerlendirmesi yaptığımızda,

(1) Vehhabi Körfez Devletleri, İran’ın Arabistan Yarımadası’na yönelik girişimlerini ve Türkiye’nin muhtemel yönelişlerini bahane ederek Mısır’la ortaklık içinde siyonizmin yanındalar. Filistin’deki küçük bir Bedevi kesim de israil’e askerlik yapıyor. Aralarından sadece Katar, arabulucu rolü ile dışarıda durmakta, Kuveyt’teki İhvan mensubu kesimler de Kudüs davasına ancak kısmi bir katkı sağlayabiliyorlar.

(2) Laik Sünni İslam devletleri yönetimlerinin büyük bir bölümünün Kudüs gündemi bulunmuyor. Kudüs meselesini gündeme getirmeyi dahi ülkelerinin çıkarlarına aykırı buluyorlar. Bu konuda toplumlarına, Sünni İslam dünyasında yaşanan Siyasetin Müslümanlaşması akımı sayesinde geçmişte olduğu  gibi olmasa da baskı yapıyorlar.

Yine de

-Afganistan’ın çıkışları var ama Afganistan çok yıpratıcı bir savaştan çıktığı gibi, Kudüs coğrafyasına da epey uzak.

-Malezya, nispeten iyi durumda olmaklabirlikte, Pakistan’la benzer şekilde, coğrafi uzaklığın da etkisiyle, neredeyse bekle-gör tutumu içinde.

-1978’deki Camp David Sözleşmesi ihanetinden bu yana israil’in hamisi sınıfındaki Mısır’ın Siyonizm yanlısı hain makam istilacısı Sisi, Mısır ordularının israil’e karşı koyabilecek güçte olduğunu söyledi.

-Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Netanyahu’nun sahiplerine (!) çağrıda bulunarak köpek benzetmesiyle tasmasının tutulmasının zamanının geldiğini dile getirdi.

-En son Cezayir Devlet Başkanı Tebbun ise Mısır’ın yol vermesi durumunda orduyu Gazze’ye gönderme vaadinde bulundu.

Hakikatte bu ifadelerin, birbirinden kopuk oldukça, iç kamuoyunu teskin etme dışında bir işlevi yoktur. Hatta bu ifadelerin Kudüs davasında uzun sürede umutsuzluğu artırmak gibi olumsuz bir yanı da söz konusudur.

Filistin’in ve Kudüs davasının bu tür ifadelerden öte, her tür önceliği erteleyerek
birlikte hareket etmeye ihtiyacı vardır. Bu bağlamda Sünni İslam dünyasında cesaretli bir tutum, sadece Kudüs davasına katkı sağlamayacak, Sünni İslam dünyasının bütün olarak toparlanmasına da vesile olacaktır.

Bu bağlamda Sünni İslam dünyasına yönelik çağrılar, Şiî Müslümanlara yönelik hakaret ve dışlama içermediğinde mezhepçilik olarak görülmeyeceği gibi, siyonizmin Kudüs stratejisini alt üst eder.

Kudüs, hepimize büyük bir fırsat sunmaktadır. Bu fırsatı doğru değerlendirmeye cesaret eden, eninde sonunda kazançlı çıkacaktır. Kudüs, yükseliştir, davasını güdeni yüceltir.