• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

HAMAS cemaattir. Cemaat, kurumsal yapıdır. Cemaatsel yapıda, konumu ne olursa olsun, şahısların teşkilat dışında kalmaları genel olarak yapıda büyük bir değişime yol açmaz. Ama HAMAS Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’nin şehadetine giden süreç, şehadet şekli ve şehadeti sonrasında yaşananlar, Kudüs Davası’nın onun şehadetinden sonra bir daha değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır.  

Heniyye’nin şehadeti, Müslümanların sorunlarıyla baş etmeleri için temel zorunluluklardan biri olan ittihadına yönelik büyük bir umut verdi. Cenaze namazı önce şehid edildiği İran’da, ardından Katar’da Muhammed b. Abdulvahab Camisi’nde kılındı. Üç yüzyıldır birbiri aleyhine bilgi üreten ve birbiri aleyhinde ittifaklarda bulunan iki dünya, farklı mekânlarda da olsa onun cenazesi münasebetiyle buluştu.  

Heniyye’nin şehadetiyle ilgili gösterilere veya gıyabi cenaze namazlarına, bütün dünyada yaklaşık 700 milyon insanın katıldığı ifade edildi. Bilindiği kadarıyla son yüzyıllarda kimse için bu katılımda gösteriler ve cenaze törenleri düzenlenmemiştir.

Yoğun sosyal medya atışmalarına rağmen, farklı kesimlerden Müslümanlar, o gösterilerde omuz omuza verdi, tekbir getirdi; sevgi ve umudunu, tepki ve öfkesini dile getirdi. Bu tarihi buluşmaya rağmen, bütün kesimlerde bir kaygı var: Bundan sonra ne olacak?

Kudüs Davası’nın tarihsel sürecine bir daha bakmak, sorumuzun cevabıyla ilgili bir fikrin oluşmasına katkı sağlar, diye düşünüyorum.

HAÇLI İSTİLASI VE SİYONİST İSTİLA

Kudüs’ün Hz. Ömer tarafından fethinden sonra yaşadığı ilk büyük acı, 1099 Haçlı İstilasıdır. O istilanın Müslümanlara bakan sebebi, İslam aleminin askeri olarak güçlü, iktisadi olarak zengin ve ilmen dorukta olmalarına rağmen “çatışan parçalar” hâlinde olmalarıdır.

İstiladan sonra Müslümanlar, 1918’den bu yana verdikleri mücadeleden çok daha çetin bir mücadele verdiler. Haçlıların ilk coşkusunu kırdılar, hızlı bir yayılmada bulunmasını engellediler. Ama Eyyûbî Hükümdarı Muazzam Turan Şah’ın Dimyat önlerinde Aziz Louis’i esir etmesine kadar, 150 yıl boyunca Haçlıların Kudüs’ü ve İslam alemini istila umudunu bitiremediler. Mesele Moğol sürecine de uzadı ki düşmanın Aynicâlût’a dayanması da doğrudan Kudüs’le ilgilidir.

Bugün yüz yüze olduğumuz istila, kesinlikle bir Haçlı istilası değildir, siyonist bir istiladır. Lâkin bazı yönleriyle Haçlı istilasını andırmaktadır. Düşmanın umudunu koruması veya Müslümanların düşmanın umudunu kıramamaları da o yönlerden biridir.

Düşmanın umudu devam ettikçe istila tehdidi devam eder. Haçlı Seferlerini süreklileştiren başarma umuduydu. Son yüzyılda Filistin’de sorunu süreklileştiren ve bu ölçüde vahşileştiren de siyonistlerin umududur.

Haçlı istilası karşısında Müslümanlar, tarihî bir direniş, bir cihad hareketi içinde olsalar da ilk devirde onların fedakârlıklarının, cesaretlerinin sonuç getirmesini sağlayacak merkezi bir stratejileri yoktu. Müslümanlar, özverili, cesaretli ama bölgesel ve bölge içinde de parçalı bir mücadele veriyorlardı. Müslümanlar, “İslam dünyası” olarak mücadelenin içinde değildi. Mücadelenin içinde olan, bazı Müslümanlardı. Onlar da bütünlüklü bir yapı değildi.

Hatta İslam dünyasının bir kısmı mücadelenin karşısında sayılırdı. Bedevîler, Fâtımîler ve Fâtımîlerden ayrılan bazı diğer İsmailî kesimler, Haçlılara karşı kararsızdılar, zaman zaman Haçlılarla birlikte hareket ediyorlardı. Oysa Kudüs’e yakın bölgelerde onlar vardı. Mısır ve Doğu Akdeniz’deki Müslüman varlığı onlardan oluşuyordu. Irak’taki Abbâsî Halifeliği ve Irak Selçukluları da istilanın üzerinden henüz elli yıl geçmeden duyarsızlığı seçmişlerdi. Irak Selçukluları tükenişteydi. Abbâsî Halifeliği, zaferleri tebrik gibi sadece sembolik katkılar sağlıyordu.

Buna karşı Hıristiyanlık, Papalığın önderliğinde “Hıristiyan dünyası” olarak Haçlı Seferleri’nin içindeydi. Papalık, bütün Hıristiyanları kapsayan, o günkü dünyada küresel sayılabilir bir savaş veriyordu; merkezi bir otorite, merkezi bir strateji ve merkezi bir günlük siyaset oluşturmuş, kurumsal bir yapı içinde onu kararlılıkla sürdürüyordu.

Sünnetullah’ın bir gereği olarak Müslümanların bölgesel ve çoğu zaman şahsi fedakârlığına dayanan direnişi; bu kurumsal ve bütüncül (küresel) strateji karşısında zayıf kalıyordu. Bunu bilen Papalık, istila umudunu koruyordu ve umudunu korudukça da savaşı sürdürüyordu.

Bugün siyonist istila karşısındaki vaziyetimiz de böyle sayılır. Siyonizm, küresel, örgütlü ve stratejik bir savaş verirken Müslümanlar, bir kez daha bölgesel, parçalı ve gün içinde şekillenen bir mücadele veriyorlar. Bu hâl, siyonizmde savaşı kazanma umudu oluşturuyor ve bu lanetli umut, savaşın süreklileşmesine yol açıyor.

SİYONİST STRATEJİYİ ANLAMAK

Siyonist stratejinin temel hedeflerinden biri, henüz ilk günden Kudüs davasının bir Ümmet davasına, dolayısıyla İslam alemi bağlamında küresel bir boyut kazanmasına engel olmaktır.

Bu mahiyette Kudüs Davası,

-Önce Arapların

-İkinci aşamada ulusalcı sosyalist Arapların

-Üçüncü aşamada, İslam dünyası genelinde İslamcıların, yakın çevre bağlamında ise Lübnan ve Gazze’nin davası olarak takdim edildi. Bugün bu aşama bağlamında Kudüs Davası, çevre alan açısından, içeride HAMAS’ın kimliğine rağmen mezhepselleştirilmeye çalışılıyor.

Bu daraltma/sınırlama aşamalarının her birinde Kudüs Davası, Ümmetin bir kesiminin doğrudan ilgi ve katkısının dışında kaldı.

Özellikle üçüncü aşamada İslam dünyası bağlamında solcu-liberal-laik çevreler ve yakın çevre bağlamında Suudi etkisindeki Selefi Araplar ve o çizgideki sair gruplar, Kudüs Davası’nın dışında hatta kimi siyasiler bağlamında karşısında kaldı.

1960’lı yıllara kadar Kudüs Davası, Arap davası olarak takdim edilirken bugün Araplar, sadece solcu-liberaller bağlamında değil, Suudi etkisindeki geniş Selefi yapı olarak da Kudüs davasının dışında kalmış durumda. Bu, Kudüs davası açısından tarihi bir yalıtımdır. Son dönemde Kudüs Davası’nı mezhepselleştirme taktiği, bu yalıtımın oluşmasında etkili olduğu gibi, onun sürdürülmesinde de etkili olmaktadır.

İsmail Heniyye ve HAMAS yönetimi, Filistin İslâmî Cihad Hareketi ile birlikte yalıtım stratejisini bir yönüyle yardıysa da hâlâ aslî yönüyle işlemeye devam ediyor.

Yalıtım stratejisinin geldiği aşama, ciddiye alınmayacak gibi değildir. Çünkü uzun vadede, İslam dünyasının ana yapısını Kudüs davasından uzaklaştırma ve siyonistleri Arz-ı Mevud hedefine kolaylıkla ulaştırma ihtimalini barındırıyor.

NE YAPILMALI?

  1. İslam Ümmetini en geniş kapsamda Kudüs Davası içine çekecek bir strateji izlenmelidir. Bu doğrultuda,

-Kudüs Davası’na yönelik mezhepsel vurgulara bir an önce son verilmelidir. Ayrıştırıcı mezhepsel vurgular, Kudüs Davası uğruna yapılacak her tür fedakârlığı zedeleyecek kadar sorunlu ve Kudüs Davası uğruna mücadelenin yönünü çözümden soruna çevirecek kadar tehlikelidir.

- Müspetten yana bir tutum geliştirilerek mezhepsel vurgularda bulunanlar için hakaret, aşağılama ve dışlama yollarına başvurmak yerine İslam Ümmetinin genelini Kudüs Davası’na çekecek bir program izlenmelidir.

-Kudüs’ün yakın çevresi Arap’tır. Arapların Kudüs davası dışında bırakılmaları, Kudüs Davası’nın sadece Araplara bırakılması kadar sorunludur. Arapları bütün kesimleri ile Kudüs Davası içine çekecek bir davet dili geliştirilmelidir.

-İslam dünyasının laik kesimlerinin Kudüs Davası dışında kalmaları, siyonizme yönelik başta boykot olmak üzere mücadelenin sınırlı kalmasına yol açmaktadır. Laik kesimleri, siyonistlerin insan hakları ihlalleri ve bölge ile ilgili istila emelleri üzerinden etkileyip siyonizm karşıtlığına sevk edecek bir söyleme bir an önce ihtiyaç vardır.

-İslam dünyasında veya Batı’da siyonizmle doğrudan ilişkili olduğu artık kesinlik kazanan ırkçı çevreleri teşhir edip etkisizleştirecek enformasyon oluşturulmalıdır.

-Kudüs Davası, sadece bilgi/haber ile değil, farklı ve sürekli sanat etkinlikleri ile anlatılmalı, Ümmetin farklı kesimlerini manevi olarak buluşturacak etki zemini kurulmalıdır.

  1. Seyfü’l-Kudüs ve Aksa Tufanı cihadı siyonizme karşı mücadeleyi küresel boyuta taşıma konusunda büyük bir imkân oluşturdu. Bu imkânı değerlendirmek kaçınılmaz bir vazifedir. Bu mahiyette,

-Genel olarak Katolik dünyanın duruşu ve Batı Solu’nun duyarlılığından sonra, Venezüella lideri Maduro’nun çağrısı tarihi bir öneme sahiptir. 

Maduro, mayıs ayı sonlarında israil’in Refah operasyonuna hazırlandığı günlerde “Müslüman ve Hristiyan çocukları bombalıyor, hukuk onun umurunda değil. Netanyahu, bu çağın Herodes'idir. ABD ne yapıyor? Peki Avrupa ne diyor? Sessiz kalıyorlar. Soykırım sessizliği... Hitler zamanından bu yana insanlığın şahit olduğu en korkunç soykırımlardan biri yaşanıyor." sözleriyle Herodes’i Filistin’de Hz. İsa’nın doğumunu duyunca bütün erkek çocukları öldürmeye kalkışan zalim valiye benzetti.

Bu, Hıristiyan dünyanın kotlarını taşıyan önemli bir tespittir. Maduro, geçtiğimiz günlerde seçimi yeniden kazandıktan sonra ise şu çağrıda bulundu: “Siyonist ırkçılar ve fanatikler, Filistin halkını, tüm Arap halkını, tüm Müslümanları yok etmek istiyor. Batı’nın yardımıyla 75 yıl önce nefret tohumlarını ektiler. Dinle beni ey güzel dünya! Dünya, ABD ve AB ülkelerindeki baylar ve bayanlar dikkatle dinleyin beni! Nazizm’den daha tehlikeli bir ideoloji yayıyorlar. Baskınlarla, katliamlarla, soykırımlarla, atom bombalarıyla…İlk olarak Filistin halkına karşı, sonra bütün Araplara karşı olacak ve bütün Müslümanlara… Sonra, bize yani Katolik Hıristiyanlara doğru gelecekler. Çok geç olmadan katliamları durduralım, siyonist soykırımı durduralım.”

Maduro, küresel hakimiyet peşindeki siyonizmi, bu çağrısında küresel bir sorun olarak ifşa etti. Papalık ve Hıristiyan kurumlarının üzerine ölü toprağının serpildiği, Evanjelist Hıristiyanların siyonizmin kölesi oldukları bir çağda, ilk kez bir Hıristiyan lider tarafından dillendirilen bu söylem, Müslümanların dilinde yeniden şekillendirilerek bütün dünyaya hitap edecek bir öze büründürülmelidir.

Latin Amerika’nın Arjantin Devleti Başkanı tarzı soytarılara ya da Meksika Devlet Başkanı tipi Solcu görünümlü Yahudilere teslim edildiği bir dünyada Maduro’nun ne kadar iktidarda kalacağı meçhul. Nitekim, siyonizm X Patronu Elon Musk’ı dahi onun üzerine sürdü. Buna rağmen bu çağrı, Kudüs Davası’ına Filistinlilerin hakları bağlamında ilgi duyan insanlık vicdanını, siyonizme karşı ittifakın bir nüvesi hâline getirebilir.

Bu hedefe ulaşmak için insanlığı bilgilendirmek yetmez, sanattan da yararlanarak ruhları uyandıracak bir söylemle bilinçlendirme yoluna da gitmek gerekir.

Özetle Kudüs Davası, küresel hakimiyet peşindeki siyonizme karşı, küresel bir mücadele stratejisi şeklinde sürdürülmelidir. Bizi sonuca getirecek olan böyle bir stratejidir.