• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Şiddette sınırsızlık; gözlerin önüne hep çirkin suratları, akıllara hep vahşeti getirir. Kan dökücü için “vahşi” deriz. Vahşi, henüz insanlıkla ilgili ortak duygular edinmemiş, insan yanı beşer yanının sınırlılığına takılıp kalmış olandır. Onun ilkeleri yoktur. Beşerî ihtiyaçları vardır. Beşerî ihtiyaçlarını karşılamak için her şeyi yapabilecek biridir, yağmalar, eziyet eder, öldürür.

Vahşeti tabii biliriz. Tam olarak öyle değildir. Vahşet, tabii değil, tabiileşme hâlidir; tabiatın derinliklerine çekilen insanın zamanla “doğallaşıp” insanlarla ortak yanlarını yitirmesidir. Tabiatın derinliklerinden kasıt, yaşam koşulları haşin insan uğramaz çöller, yol geçmez
dağlar, kervan geçmez bozkırlar veya gemi uğramaz adalardır.

Buraların ortak özelliği, insanlıkla iletişim bağlamında yalıtılmış olmasıdır. Nesiller boyu süren bu yalıtılmışlık, insanın sadece doğal koşullara uyarlanmasına, dolayısıyla yalnızca davranışta haşinleşmesine yol açmamış, aynı zamanda onun bazı ortak insanî duyguları yitirmesine de yol açmıştır. Başka bir ifadeyle yalıtılmışlık, insanlarla duygudaşlık yitimi getirmiştir.

Vahşetin insanda neden olduğu iki esas nitelikten biri, derin düşünmeyi ve narin duyguları unutturmasıdır. Derin düşünmenin dışa vurumu, karmaşık da olsa mantıklı ve zarif sözdür. Narin duyguların ise dışa vurumu gülümsemedir. Vahşinin sözü kaba, gülüşü kahkahadır.

Vahşi, kendi başına örgütlendiğinde çevresine karşı korkunç katliamlara yol açar; uygar insanın hizmetine girdiğinde ise cellat olur. Şöyle veya böyle her birimizin zihin dünyasında vahşetin ve vahşinin böyle bir algısı vardır.

Burada bizi ilgilendiren şu: Ulaşım ve iletişim imkânlarının sınır tanımadığı bugünün dünyasında vahşet oluşabilir ya da üretilebilir mi? Başka bir ifadeyle insanın fiziken yalıtılmışlığın imkânsızlaştığı bir dünyada manevi bir vahşet de imkânsızlaşmış mıdır? Daha
başka bir ifadeyle vahşet, geçmiş zamana mı aittir ve bugünün dünyasında oluşması artık
mümkün olmaktan çıkmış mıdır? Öyleyse modern dünyanın yaşadığı sınır tanımaz katliamları nasıl açıklayacağız? İnsanlığın ortak duygularının yitirilmesini neyle ifade edeceğiz? Gazze’de çocukların diri diri yakılmasına tutulan alkışlara ne diyeceğiz?

Bunlar tamamen yeni ve açıklanamaz vakalar mıdır, yoksa bunların kadim vahşetle bir ilişkisi var mıdır?

GETTOLAR YA DA YAHUDİ’NİN  İNSANLIĞA YABANCILAŞMASI

Dehşet, sağlam bir inanç tarafından yönlendirilmediğinde vahşet getirir. Filistin’deki katliamlar gibi, yakın bir döneme kadar dünyanın dört bir yanında kurulan işkence tezgahlarında Yahudilerin danışmanlık hizmeti vermesinin arka planında gettoların etkisinden söz edilebilir.

Gettolar, Avrupa’da yüzyıllar boyunca Yahudilerin yaşamak zorunda bırakıldıkları uzak, dışlanmış ve dar Yahudi semtleridir. Bu gettolardan bazılarının genişliği sadece kırk metre olan ve duvarlarla çevrili uzayan mahallelerden oluştuğunu söylemek, onlarda yaşamanın nasıl dehşet verici olduğunu açıklamaya yeterdir. Yahudi, ilk örneği Venedik’te ortaya çıkan
gettolarda insanlığa duygu olarak yabancılaştı ve uygarlaşmasını vahşet içinde yaşadı.
Elbette genelleştirmeler yanıltıcıdır. Ama yaygın bir şekilde gettolardan sonraki Yahudi
ya iktisadi vicdansızlık ya askeri vicdansızlıklarla anılmıştır.

Fırsat bulduğunda;
-Üretimde ve pazarlamada hileye başvurmak,
-Fiyatları, ‘aç kalan olur’ kaygısı gütmeden sınırsızca artırmak
-Borca ihtiyaç duyanı, tefeciliğe başvurup yüksek faizlerle mağdur etmek
-Uyuşturucu baronluğu ve fuhuş gibi alanları iktisadi bir alan hâline getirmek
Yahudilerle neredeyse özdeşleşmiş iktisadi vahşetlerdir. Bu yanıyla vahşi kapitalizm Yahudi ile
ya da Yahudi kökenlilerle aslında özdeşleşmiştir.

Askeri vicdansızlığa gelince, Özelde Batı’nın, genelde dünyanın son iki yüz elli-üç yüzyılda yaşadığı bütün korkunç savaşlarda Yahudi danışmanların, silah tüccarlarının, siyasetçi ve
askerlerinin etkisinden söz edilir. Ki bu savaşlarda insan soyunun en az yüzde onunun katledildiği düşünülmekte ve dökülen kan, hiç kuşkusuz Moğol istilasındaki katliamlarla yarışmaktadır.

Burada göz ardı edilen iki vicdansızlık daha vardır: Bilimsel vicdansızlık ve değerler vicdansızlığı. İnsanlık, tarih boyunca bilimi hep insanlığın yararına biliyordu. Oysa Yahudi uygarlığı çağında bilim, insan katletmeyi kolaylaştıran, daha doğrusu gücü elinde bulunduranların dilediklerini öldürdükleri, dilediklerini yaşattıkları bir kılıca dönüştü.

Bunun en bariz misali tıptır. Biz, tıbbı hep insanı yaşatan bir bilim olarak biliriz. Oysa
tıp, Yahudilerin devlet yönetimlerinde güç sahibi oldukları Doğu ve Batı Avrupa’da korkunç bir işkence aracına dönüşmüştür. Mesele ondan da öte tıp, devasa binalarda büyük donanımlarla insan kurtarmaya çalışırken aynı anda akıl almaz nüfus planlamaları için yöntemler geliştirmekte ve hiç kuşkusuz, kendi ifadeleriyle yaşattığı insan sayısından çok, insanı üstelik henüz doğmadan öldürmektedir.

Bugün dünyada organ nakli için insan öldürmenin de kimi Yahudi şirketlerle ilişkilendirildiği de bir hakikattir. Öte yandan sosyal bilimler, bugüne kadar insan zihnini açan bilimler olarak bilinirdi. Oysa Yahudi uygarlığında insanı ırkçılaştıran, düşmanlaştıran ve zihnen körleştiren bilimler olarak yol almaktadır. Bugün sosyal bilimler, belli sınıfları yükseltirken diğer sınıflara karşı onları durduracak, körleştirecek bir üretim olarak iş görmektedir ve bunu yapan bizzat
Yahudi bilim insanlarıdır.

Değerlere gelince sosyal bilimlerin desteğiyle oluşturulan tüketim toplumunda insanlığın
bütün değerleri katledilmiş durumda. Bu, tarihin gördüğü en korkunç değer katliamı vahşetidir. Yahudi’nin bunu yapacak bir ruh hâline bürünmesini onun ırksal yapısıyla açıklamak saçmadır; onun gettolardaki koşullara karşı sadece intikam alma hissiyle
açıklamak ise yeterli değildir. Hakikatte gettolardaki yaşam, onu vahşileştirmiştir. Nitekim, Romanlar gibi toplulukların kimi mensupları da gettolara mahkûm olduklarından hiçbir
insanî duyguyla sınırlanmadan yaygın bir şekilde hırsızlık, soygun gibi suçlara bulaşabilmekte, uyuşturucu satıcılığı yapmakta, bireysel olarak cellatlık da yapabilmektedir.

MANEVİ GETTO VE ÜRETİLMİŞ VAHŞET!

Gettolar, şehir merkezinin yanı başında olsa da fiziki bir yalıtılmışlıkla vahşet getirebilmiştir. Ama bir de manevi gettolar vardır. Fiziki gettoları, geçmişin Hıristiyan Avrupalıları, Yahudilere dayatmış, onları zalimce oralara mahkûm etmiş, insanlıktan fiziken uzaklaştırmıştır. Manevi gettoları ise bizatihi Yahudi’nin kendisi, Yahudi için üretmiştir. Başka bir ifadeyle fiziki gettolardan kurtulan Yahudi, kendisini kendi iradesiyle manevi gettolara mahkûm etmiştir.
Manevi getto, Yahudi’nin kendisini insanlıktan farklı görerek insanlıkla duygudaşlık içinde olmaktan imtina etmesidir.

Bunun arka planında tarihsel soy üstünlüğü iddiasının güncel başarılardan kaynaklı kibirle
buluşması vardır. Soy üstünlüğü iddiası ve güncel başarıdan kaynaklı kibir birleşenleri, Yahudi için ortaya devasa bir manevi yalıtılmışlık atmosferi oluşturmuştur. Yahudilerin gücünü keşfedip onlara yaklaşan diğer insanların tutumları işte o atmosferi, iyice vahşileştirmektedir.

Yahudiler, kendilerini insanlıktan üstün görüyorlar ve nüfusları az olmasına rağmen
özelde Batı’da genelde dünyada ulaştıkları başarılarla kendilerini duygu dünyasında insanlıktan, insanlarla duygudaşlıktan yalıtmaktadırlar. Fiziki getto arka planı, bu manevi getto ile buluştuğunda ortaya Filistin’deki vahşet ya da geçmişin pek çok ülkesindeki işkencehâneler gibi vahşetleri çıkarabilmektedir.

Bireysel anlamda değil, ama toplum ruhu açısından Yahudi, kendisini insanlıkla bir görmüyor, kendisini insanlık içinde yalnız ve biricik görüyor. Dolayısıyla duygularda insanlıkla kaynaşmıyor ve insanlığın acılarını hissetmiyor, insanlığın tepkilerini Netanyahu
ve ekibinin yanında ABD/Beyaz Saray Sözcülerinin de pek çok açıklamasında net olarak izlendiği üzere ciddiye almıyor.

Açıkçası iletişimi ve ulaşım imkânları öncesi tabiileşmeden kaynaklı vahşete karşı, biz üretilmiş bir vahşetle karşı karşıyayız. Zira Yahudi toplumunun üst/derin yönetimi; toplum ve fertleri için böyle bir vahşeti düşünce ve duygu atmosferi olarak bizzat üretmektedir.
Geçmişteki getto acıları ve bugünkü kibir, Yahudi bilinç mühendislerince sentezlenmekte, insanların içinde yaşasa bile onlardan duygu olarak yalıtılmış Yahudi psikolojisi ve sosyolojisi için manevi/gönüllü getto atmosferi oluşturmaktadır. Bu üretilmiş getto atmosferi, Yahudi’yi yalnızlık dehşeti ve vahşeti içinde tutmakta, onu yaşamın farklı alanlarında fırsat buldukça acımasız tutumlarla sergilemektedir.

İnsanlık, bunun farkında değilken, Yahudi bilinç mühendislerinin herkesin uygarlaştığı
veya uygarlaştığını zannettiği bir dünyada vahşeti, Yahudi kalmak ve Yahudi ayrıcalığını
yaşamak için bir zorunluluk olarak gördüklerini söylemek bile mümkündür.

NEO-LİBERALİZM VE NEO-VAHŞET!

Post-modern vahşeti tarihsel vahşetten farklılaştıran niteliklerin başında tarihsel vahşetin somurtkanlığına karşı post-modern vahşetin güler yüzlü olmasıdır. Modern zamanlara kadar bile biz, vahşeti hep somurtkan bildik. Hatta 1950 öncesinin soykırımcılarına bakın, neredeyse tamamı somurtkandır. Oysa II. Dünya Savaşı sonrası post-modern vahşilerinin en vahşisi dahi
insanlığa gülümseyerek bakmaktadır. Şaron gülümsüyordu, Bush gülümsüyordu, Netanyahu gülümsüyor, Trump gülümsüyor, Biden gülümsüyor, Kirby de gülümsüyor. Ayrıca her
birinin aile efradı gülümsediği gibi, gülümseyen kadın sözcüleri de vardır.

Genel olarak gülen insan (mutlu insan görünümü) liberalizmin simgesi gibidir. Gülümseyen kadın ise neo-liberalizmin. Her ne kadar neo-liberalizm, gülümseyen kadın simgesinden, kadının tamamen mağdur olduğu bir evrene doğru yol alıp cinsiyetsizliği sahipleniyorsa da hâlâ politik olarak onun simgesi ustalıkla gülümseyen sözcüler ve özelde kadın sözcülerdir.

Yahudi uygarlığı insanın en önemli alamet-i farikalarından biri olan gülümsemeyi dahi
metalaştırdı ve insanın aleyhine dönüştürdü. Hakikatte gülümseme, insanlık arasında yakınlığa vesile olan ve iletişimi kolaylaştıran bir dostluk işaretidir. Halbuki günümüz dünyasında gülümseme, Yahudi uygarlığının sözcülerinin kitleleri avlama aracıdır. “Bankacı gülümsemesi” denen meşhur gülümseme nasıl ki size karşı olumlu bir duygunun dışa
vurumu değil, müşteri kazanmaya yönelikse Yahudi uygarlığının sözcülerinin gülümsemesi
de dünya kamuoyu denen insanlığı avlamaya yönelik bir görünümdür.

Gülümsemek, onların iyi insanlar olduklarına değil, insan avlamakta usta olduklarına işarettir. O, yüzünüze gülümser, sizde normal bir insan olduğu izlenimi uyandırır ama çocukları
diri diri yakıldığı için figan eden anneleri sahtekarlıkla itham edip “Hepsini öldürün!” diyen “çağdaş kadın” olarak karşınıza çıkar. Gülümsemek, onlarda mağaza soygunlarına
giderken oldukça çağdaşça giyinen malum getto hırsızları gibi bir kamuflaj ya da bir soyguncu maskesidir ya da celladın tanınmasını engelleyen bir maske…

Dün vahşi kapitalizm olarak liberalizm, nasıl ki Yahudilerin özelde Batı, genelde insanlığın
iktidarına büyük ortak olarak katılmasını sağladıysa bugün neo-liberalizm de Yahudi’yi insanlık karşısında dilediğini öldüren dilediğini sağ bırakan bir vahşi kral konumuna çıkarmaktadır. Neo-liberal vahşi kralın geçmişin vahşi krallarından tek farkı, gülümseme maskesini takmış olması, özgürlük vaadinde bulunmasıdır.

Gülümseme maskeli post modern vahşet, neo-liberalizm kimliği ile küresel bir boyut
edinmiş ve insanlık sorunu hâline gelmiştir. En gerçek küresellik budur. Bu küresel soruna karşı, bireysel ve grupsal direnişler, netice getirmeyeceği gibi, ulusal ve bölgesel direnişler
de istenen sonucu getirmeyecektir. Bugün Yahudiliğin sürüklendiği vahşete karşı, insanlığın küresel bir dayanışmaya ihtiyacı vardır.

Gazze, bize sadece küresel vahşeti teşhir etmedi, aynı zamanda ona karşı dayanışma
zorunluluğunu da duyurdu. İnsanlığın dayanışması, sadece sair insanlığı post modern sunaklardan, insanın kurban edilmesinden kurtarmayacak. Aynı zamanda Yahudi’yi de üretilmiş vahşetten kurtararak insanlıkla kaynaştıracak, onu insanlıkla duygudaşlık sıhhatine kavuşturacaktır. Dolayısıyla böyle bir dayanışmanın doğru ilkeler üzere oluşması durumunda pek çok Yahudi’nin bunu destekleyeceğinden kuşku yoktur.