Gazze penceresinden ulus devletler
Gazze’de online bir katliam yapılıyor. Çocuklar, yaşlılar, kadınlar insanların gözleri önünde öldürülüyor. israil öldürüyor, ABD himaye ediyor, mühimmat veriyor ve “ulus devletler” seyrediyor.
Dünya adeta postmodern bir “sunak” töreni izliyor. İnsanlar, cinsiyetlerine ve yaşlarına bakılmadan bombalarla kurban ediliyor ve siyonistler, insanların bundan böyle buna alışmasını emrediyor! Buna karşı Batı’nın televizyon sunucuları, maktulleri suçlayan haberleri soğukkanlılık içinde okuyor. Doğu’nun haber müdürleri katliamın boyutunu bile bile saklıyor.
Ortada, insanlığın iflası gibi bir hâl var. Hani Yahudi Marks, modern yaşamın ardından ilkel kominal toplumdan söz etmişti de buna ütopya denmişti. Hakikatte insanlığın ilkel kominal toplumlara dönüşü gibi bir hâl izleniyor. Siyonist, kendisini yeryüzünün tanrısı gibi görüyor ve ona kul olanlar, onu tasdik ediyor.
Bu hâl içinde “ulus devletler” ne işe yarıyor? Bu devletlerin hiçbir iradesi olmayacaksa bunlar, niye var? Gazze, çok şeyi sorgulatacak ama herhâlde en çok “ulus devletler”i sorgulatacak? Gazze’de insan kanının oluşturduğu ayna, köklerinden dallarına ulus devletleri yansıtacak, onların işlevlerini gözler önüne serecektir. Ne kadar sürer, bilemem. Ama göründüğü kadarıyla Gazze’den sonra, “ulus devlet”ler tarihe karışacak gibi.
“ULUS DEVLETLER” VE MÜSLÜMANLAR
“Ulus devlet”, emperyalizmin ardından halklara “kendi kaderini tayin” iddiasıyla bir uzlaşı, bir ara çözüm gibi sunuldu.
Emperyalistler, direniş hareketlerinin amansız mücadeleleri veya merkezden yönetmenin yeteri kadar kârlı görülmemesi karşısında halklara “Buyurun, kendinizi siz yönetin ama bizim istediğimiz gibi ve bizim izin verdiğimiz kadar yönetin!” dediler, “kısıtlanmış devletler” kurma hakkı verdiler. İşte bu “kısıtlanmış devletler”e “ulus devlet” dendi.
“Ulus devlet”, görünürde bir kara parçasında belli bir nüfus ve nüfuza sahip halklara tanınmış devlet olma hakkını ifade ederken hakikatte, üç iknaya dayanıyor: (1) Halkları emperyalizme karşı direnişi durdurmaya ikna (2) Yöneticileri emperyalistlerle birlikte gönüllülük görünümü içinde çalışmaya ikna (3) Emperyalistlerin direnişe karşı çaresizliği ve uzlaşıya ikna olmaları.
Yahudi uygarlığı çağının bütün hak iddiaları gibi, “ulus devlet” hakkı da halklara sahte bir “bağımsızlık” görünümü içinde sunuldu. Meselenin hakikati yine çağın bilinen hâli üzerine şatafatlı törenler ve yüceltilen millî (!) kahramanlarla saklandı. Neticede birey, nasıl ki kendisini liberal dünyada özgür hissettikçe köleleşti, halklar da “ulus devletler”de kendilerini bağımsız hissettikçe veya hissetmek istedikçe bağımlılaştı.
Emperyalizmin Güney Amerika ve Afrika’da döktüğü kan, insanlığın gözünü ürküttü ve halkları, arif kesimleri açısından aslında özünü bildikleri bir görünüme ikna etti.
Müslümanlar, 20. yüzyılda I. Dünya Savaşı’nda kendilerinin, II. Dünya Savaşı’nda ise Batı’nın zayıf düşmesiyle “ulus devlet” dramıyla yüz yüze kaldılar.
“Ulus devlet”, geçmişte devlet sahibi Müslüman halklara verilmiş bir taviz, uzun süredir devlet sahibi olmayan Müslüman halklar için ise bir ödül gibi sunuldu. Oysa “ulus devlet”, hakikatte halklara değil, yöneticilere verildi. Bu vekil yöneticilerin vazifesi, devlet sahibi Müslüman halkları büyük devlet hayalinden vazgeçirip küçülmeye ikna etmek, devlet sahibi olmayan Müslüman halklara ise artık devlet sahibi olduklarını hissettirmekti.
Buradan bakıldığında “Emperyalistler, “ulus devlet”e ikna olmakla halklara mı devlet verdiler yoksa bir toprak parçasına (!) mı?” tartışması bile bugün açısından abestir. Onlar, halklara veya toprağa (!) değil, kendilerine sadık kalacak yönetici sınıfa devlet hakkı verdiler. Kendilerinde gördükleri yönetim hakkını bir tür yerel yöneticilere devrettiler ve bundan ortaya çıkan yönetime de “ulus devlet” dediler. Buna karşılık onlardan Müslüman halkları bastırma ve emperyalistlere itaat edecek formata büründürme vazifesini talep ettiler. Bu, hapishanede mahkumları içlerinden seçilmiş mahkumlar üzerinden itaat ettirmek gibi bir şeydi.
Buna rağmen geçmişin devlet sahibi Müslüman halkları, “ulus devletler”i coşkuyla kabul ettiler. Devlet sahibi olmayan Müslüman halklar, kendilerine bir “ulus devlet” bahşedildiği için mutluluktan uçtular. Kendilerine bir “ulus devlet” dahi verilmeyen Müslüman halklar, kahrolup emperyalistler nezdinde yol arayışına girdiler.
Yüzyıllar süren, Moğol ardılı güvenlikçi ve kısır imparatorlukların ardından gelen bu dramın ardında bu sayfaya sığmayan pek çok etken vardır. Ama ortada bir hakikat var ki o da şudur: Bugün yaşadığımız musibetlerin ana sebeplerinden biri, bu dramın içinde yer almaktan mutlu olmaktır. Yaşadıklarımız İlâhî bir ceza ise, bu cezanın sebebi bu mutluluktur. İnsan nasıl olur da özgür yaratılmışken ve Kur’an-ı Kerim’in özgürlük ruhuyla tanışmışken emperyalistlerin sahte özgürlük bahşişlerine malzeme olur!
“Ulus devletler”, geçmişin eyaletlerine benzetilir. Dış politika açısından biraz öyledir. Nihayetinde “ulus devletler” ancak emperyalistlerin izin verdiği kadar veya müdahalelerine yaradığı kadar dış politika yapabiliyorlar. “Ulus devletler” dış politikada ya emperyalistlerin yanında yer alırlar ya da komşularıyla didişerek zayıflatma ve zayıflaşma işlevi görerek dış politika icra etmiş görünürler.
İç politikaya gelince özgür olmak babında bugünün “ulus devletler”i geçmişin eyaletlerinden çok daha kısıtlıdır. Geçmişin özellikle eyaletleri, yönettikleri halkların hâkim devletten farklı değerlerini özenle korurlardı ve bu, onlara hâkim devlet tarafından verilmiş bir görev değil, onların hâkim devlete karşı elde ettiği bir haktı.
Halbuki bugünün “ulus devletler”i halklarının değerlerini koruma hakkıyla değil, yok etme göreviyle ilişkililer. “Ulus devletler”, bir hakkın koruyucusu değil, emperyalistlerce verilmiş bir görevin icrası için varlar. Bu görev, Kur’an-ı Kerim’in ruhunu özgürleştirdiği insanın durdurulması ve durdurulmuş insanın ruhunun Kur’an-ı Kerim ile özgürleştirilmesinin engellenmesidir.
“Ulus devletler”, bir asırdır klasik zalim yöneticilerin “sopa-eğlence/zindan-meyhane” ikilisi üzerinden emperyalistlerin verdiği vazifeyi icra yoluna gidiyorlar. Karşı çıkanı dövüyorlar, darağaçlarına gönderiyorlar ve yeni bir karşı çıkma hevesi oluşmasın diye kabiliyetleri, meyhanelerde öğütüyorlar. Müslüman kitlelerin bir bölümü bunun farkında olsa da ve buna kaşı farklı direniş yöntemleri geliştirse de bu kahredici sistem bugüne kadar bir şekilde işledi.
Bugün İslam dünyasında bir özgürlük ruhu varsa bu, “ulus devletler” sayesinde değil, onlara rağmen vardır ve emperyalistler açısından bu, “ulus devletler”in kabiliyetsizliğinin neticesidir.
“Ulus devletler”, bugüne kadar Müslümanların değerlerini korumadılar, aksine imha etmek için çalıştılar. Bu biliniyordu ve “ulus devletler”, bunu Müslümanların canlarını dış düşmana karşı korumakla açıkladılar. Biz, yurtlarınızı ve canlarınızı emperyalistlerden korumak için böyle davranıyoruz, dediler. Halklar da onlara bir ölçüde kandı.
Buna karşı Gazze’de Müslüman kanının oluşturduğu ayna, şu gerçekliği gözler önüne serdi: “Ulus devletler” iddia edilenin aksine Müslümanların bedenlerini de dış düşmana karşı koruyamıyor. Aksine Müslümanların kendilerini koruma azmine karşı, onları tutan bir hapishane yönetimi görevi görüyor. Vahşi siyonistlere karşı onları “sunak” sırasında tutuyor.
“Ulus devlet” engeli olmasa Müslümanlar, henüz 1948’de yollara düşer ve bir tek siyonisti Filistin’de bırakmazlardı. Bugün de o engel olmazsa milyonlarca Müslüman, Filistin’e doğru akın edecek. Halbuki “ulus devletler” ne israil’e müdahale ediyor ne de Müslüman halkların israil’e karşı savaş için seferber olmasına izin veriyor. Aksine bir şekilde israil’i yaşatmakla ilgili bazı gizli veya açık görevler görüyor.
Bu hazin hâl, ister istemez sorduruyor: Sahi, bu ulus devletler niye ve kimin için var? Daha açık bir ifadeyle bu devletler kimin, halkların mı, bir toprak parçasının mı, yoksa emperyalistlerin mi?
Soru, sorulmaya başlanmışsa cevabı er geç gelecektir. Dolayısıyla soruların başlaması, çoğu zaman sorunlara karşı çözümün de görünmesidir.
AVRUPA VE “ULUS DEVLETLER”
“Ulus devlet”, 20. Yüzyılda İslam dünyasına yapılmış, bugün ise Avrupa’ya yapılan bir dayatmadır. Dünün emperyalist Avrupa ülkeleri bugün “ulus devlet” olmaya zorlanıyor. 20. yüzyılda İslam dünyasını “ulus devlet” dramına sürükleyenler, bugün kendileri “ulus devlet” dramına sürükleniyor. II. Dünya Savaşı’nda birbirlerini zayıflatmakla zayıflaşan Batı Avrupa ülkeleri, Sünnetullah’ta görülen, çatışıp da yenişemeyen komşuların uzak güçlere yem olacağı gerçeğini yaşıyorlar.
Dünün emperyalist Fransa’sı sömürgelerinden bir bir çekiliyor. Ondan önce ve daha net bir şekilde ABD’ye teslim olan İngiltere’nin ise bugün tarihi adadaki birliğini koruyacağı dahi meçhul. Her an bölünebilir. Almanya ise zaten II. Dünya Savaşı’nın mağlubu olarak klasik bir ulus devlettir. Bu hâl içinde son yüzyılların bu üç güçlü devleti, kendi namına bir dış politika üretemiyor ve halklarının karşı duruşuna rağmen, siyonistlerin yanında yer alıyor, onların Filistin’deki “sunak”larda insan kesmelerini seyrediyor hatta onları alkışlıyor.
Bir zamanların bu görkemli devletleri de bugün sıradan bir “ulus devlet” gibi, kendi dışlarında gelişen bir dış politika uğruna halklarını te’dip etme yoluna gidiyor, gençlerini siyonistlerin hatırına darp ediyor, gözaltlarına alıyorlar. Onlar, hâkim bir devlet olarak Gazze’deki zulmü durduracağız, diyemiyor. Bir “ulus devlet” olarak eziyetten yorulmuş, yaşlı gardiyan misali “Artık bu politika durmalı!” diye efendisine yalvarıyor.
Yahudiler, Avrupa’yı önce “senin değerlerin/canının istediği” diyerek nefsani arzularla içeride kısırlaştırdılar; sonra köleleştirdiler. Bugün Avrupa ülkeleri ile sıradan “ulus devletler”in sadece, kölelik düzeyi farkları tartışılır, ötesi değil.
Bu hâl karşısında insanlık, küresel bir “ulus devlet” dramıyla yüz yüzedir. Siyonistler, bu dram içinde Filistin’de “sunak”lar kuruyorlar, üstelik sınır tanımaz ve sapkın bir hazla, kurbanlarını başkalarına kestirmiyorlar, bizzat kendileri kesiyorlar. Geçmişin zalimleri, insan kurban etmeyi cellat kölelerin eliyle yaparken siyonistler, bizzat kendileri cellatlık yapıyorlar.
İNSANLIK ADINA HER ŞEY BİTTİ Mİ?
İnsanlık adına her şey bitti mi, Yahudilere yaranan köle akademisyenlerin ifadesiyle yoksa tarihin sonuna geldik mi? Hayır! Bugüne kadar hiçbir güç, insanın fıtratında yerleştirilen dört yeti; hissetme, akletme, dayanışma ve örgütlenmenin buluşması karşısında insanlığın mutlak yöneticisi olma gücüne ulaşamadı. Siyonistler de buna ulaşamayacaktır.
Siyonistler, geçmişin en büyük Yahudi düşmanı Hıristiyanların bir bölümünü Evanjelist diye hizmete alıp bir tür efendilerini kendilerine köle yapınca korkunç bir kibre kapıldılar. Bugün insanı okuyamayacak kadar aldatıcı bir böbürlenme içindedirler. Ne nüfusları ne de nüfuzları insanlığın mutlak yöneticisi olmaya yeterdir. Emelleri Sünnetullah’a aykırıdır ve bir ütopya olarak kalmaya mahkumdur.
Gazze’nin onlar karşısındaki direnişi işte bu gerçeği sadece insanlığa değil, onlara da kavratıyor, kavratacaktır. Gazze’de tertemiz Müslüman kanıyla oluşan ayna, pek çok hakikatin yanında bunu da gösteriyor ve öğretiyor.
Geleceğin dünyasında hepimiz, yeniden “büyük devletler”i konuşacağız, güçleri dengeleyen büyük devletleri. Buna hazırlıklı olanlar kazanır, “ulus devlet” hırsıyla davrananlar ise kaybederler.