• DOLAR 34.589
  • EURO 36.384
  • ALTIN 2912.966
  • ...

Bir zamanlar, küçük küçük mahalle ve üniversite cemaatleri üretimi vardı. Son zamanlarda ise küçük küçük tarikatlar üretme girişimleri dikkat çekiyor. Analizimiz bunun arkasındaki etkenleri irdeliyor.

“Oku!” emriyle başlayan İslam, ilk günden bize zihinsel mücadeleyi hatta kıyamete kadar sürecek bir zihinsel mücadele çağını haber veriyor. Fiilî cihaddan önce başlayan, onunla birlikte devam eden, fiilî cihadın ancak onunla birlikte hedefine ulaştığı ve ondan da kapsamlı bir cihaddır zihinsel mücadele.

Bedevilik, “şehirde bile yaşansa” bir sosyoloji olarak, alternatif fikirleri değişim için değil, değişime karşı koymak için üretir. İslam, değişime karşı sabitlenmede oldukça inatçı ve üretken olan Bedevîliğe karşı, Mekke’de çetin bir mücadele verdi. Hz. Muhammed Mustafa salallahü aleyhi vesellem ile müşrikler arasında, müşriklerin şiddete de başvurdukları zorlu bir zihinsel savaş yaşandı.

İslam’ın Mekke’deki savaşı, sabitlenmeye karşıdır. Yasin-i Şerif’in ilk ayetlerinde ifade edildiği üzere, müşrikler değişime direndikçe Kur’an ve Hz. Peygamber, zihinlerine hitap ederek  onları değişime yöneltti.  

İslam’ın Medine’deki zihinsel savaşı ise değişimi saptırmaya ve muğlaklaştırmaya çalışan Yahudiler ve münafıklara karşıdır. İslam, Medine’de gazve ve seriyyelerle fiilî savaşı kazandığı gibi, zihinsel mücadeleyi de kazanıp yolundaki engelleri kaldırdı.   

İslam’da iman, “yâkinî”dir, kesinlik arz eder. İslam’ın Kitabı Kur’an-ı Kerim, nettir, her tür kuşkudan uzaktır. İslam’ın özü ve pratiği açıktır, İslam, din-i mübindir. “Yâkinî bir İman-Kuşkudan uzak bir Kitap ve Açık bir Din” üçlüsü, İslam’ı ifade eder. Kesinlik-Netlik-Açıklık üçlüsü, bir bütün olarak İslam’ı tahkim eder, İslam’a kuvvet verir.

Bunun için İslam’a karşı zihinsel savaş da İslam’ın Kesinlik-Netlik-Açıklık bütünü üzerinde odaklanır, bu bütünü gözlerden kaçırarak onunla ilişkili kuvveti imha etmeye yeltenir.  

İslam’ın henüz ilk döneminde onun bu kuvvetini bertaraf etmeye çalışan bir içyapı oluştu ve bu yapı, İslam’a karşı bir “müphemleştirme isyanı” geliştirdi. Hedefi, yâkinî imanı ortadan kaldırmak, böylece salih amelde buluşan bir Müslüman birliğinin oluşmasını engellemek, nihayetinde İslam’ın kuvvetini yok etmekti.    

MÜPHEMLİK: YAHUDİCE BİR SAVAŞ ÜRETİMİ!

Arapçada “müphem”; “şüpheli, anlamı belirsiz, net olmayan” demektir. Bu doğrultuda “müphemleştirme”; “ bir şeyi kuşkulu hâle getirmek, onun etrafında şüpheler uyandırmak” demektir.

Mekke’deki müşrik, cahil ve mert ve netti; kâinat ve dünya hakkında genellikle sınırlı bilgiye sahipti ama açık sözlüydü. Medine’deki Yahudi ise inanç, kâinat ve dünyadaki gelişmeler konusunda geniş malumatlara sahip ve sinsiydi. Sinsilik perdesi ardına saklanan münafık da ondan besleniyordu.

Mekke’de Kur’an-ı Kerim’in zihinsel mücadelesi, insan zihninin genellikle kendiliğinden üretebileceği kuşkulara karşı iken Medine’de daha çok öğretilmiş ve öğrenilmiş, yanlış veya kasıtla saptırılmış bilgiye karşıdır. Medine’deki müşrik, genellikle bilmediği için inkâr ediyor ve alışkanlıklarına düşkün olduğu için aklını inkâra zorluyordu. Medine’deki Yahudi ve münafık ise hesabına gelmediği için inkâr ediyor, bilgileri kasıtla saptırarak savaşıyor, kuşkuyu da bir savaş aracı olarak kullanıyordu. Kur’an ve Hz. Peygamber, her iki kesime karşı da Müslümanları eğittiler.

Ne var ki özellikle Sâsânî coğrafyası fethedildiğinde kılıçla İslam’la baş edemeyen Sâsânî bakiyelerinin filozofları (hükeması), Hz. Peygamber’e karşı geliştirilen Yahudi ve münafık argümanlarını bütünleştirerek sinsi bir zihinsel savaşa giriştiler. Henüz Emevî günlerinde başlayan o savaşın temel stratejisi, İslam’ın esasları ve Müslümanların salih amelleri etrafında kuşkular üreterek İslam’ı müphemleştirmek ve işlevsizleştirmektir.

Sâsânî bakiyeleri, bu stratejiyle en net konuları dahi tartışmaya açtılar. Özellikle ise Kur’an-ı Kerim’de doğrudan yer almayan hususlar ve Ashab’ın amellerini ele alarak Müslümanların imanı, ihlası ve amellerinin niteliği hakkında kuşkular uyandırdılar. Bu yol üzere, yâkinen iman etmiş, akidesi sağlam, ameli salih tek bir mü’min bırakmamak yönünde bir savaş tarzı geliştirdiler. Bu, Hz. Peygamberin irtihalinden sonra Arap Yarımadası’nda görülen irtidat hareketine göre oldukça sinsi bir isyandı. Dışarıda değil, içerideydi ve Müslümanların yüzyıllar boyu zihinsel mücadelede içeriye kapanmasına ve iç müphemleştirme argümanlarıyla uğraşırken dışarıyı ihmal etmesine neden oldu.   

Benzer bir durum Yahudiler üzerinden Avrupa’da Hıristiyanlık içinde yaşandı. Endülüs’ün istilasıyla, Hıristiyanlığa karşı açıktan savaşamayan Yahudiler, Hıristiyanlaşmış gibi davranıp onu içten yıkmaya yöneldiler.

Avrupa’da Hıristiyanlığın Aziz Pavlos’un yanlış da olsa, mantıksal bir netliğe kavuşmuş görünen ve halkı ikna edip sıkı bir Katolik olmaya yönelten inanış ve pratikleri vardı. Yahudiler, o inanış ve pratikleri karıştırarak Avrupalıların zihnindeki netliği bozdular, Hıristiyanlık içinde etkisini tamamen “kuşku”dan alan zihinsel bir isyan başlattılar.  

Avrupa’da Hıristiyanlık metinlerini cahilce okuyup olduğu gibi anlama ve tatbik etme iddiasında bir keşiş kitlesi vardı.  Yahudiler, onlardan istifa ettiler. Metinleri deşerek onları halkın tatbik etmekte ve üzerinde birleşmekte zorlanacağı katı bir din anlayışına sevk ettiler.  Böylece hem Hıristiyanlık içinde yeni ihtilaflar çıktı hem Hıristiyanlığın kiliseye en sadık insan unsuru, gittikçe onu bölen ve yıkan bir iç savaşçı güce dönüştü. Daha önce Katolik kiliseye tartışmasız itaat eden kitleler, keşişlerin tartışmalarından bıkıp gittikçe ona karşı isyan ettiler. İşte bu isyan, Yahudilerin Batı sistemi içinde önce yer bulmalarını, sonra o sistemin tepesine çıkmalarını sağladı.   

Yahudi düşünürler, ilk aşamayı geçtikten sonra, Hıristiyanlığın özüyle ilgili tartışmalara Batı halklarının tarihî tartışmalarını da eklediler; Avrupa uygarlığının zafiyetlerini bir bir tespit edip 19. Yüzyıldan itibaren o uygarlığı tamamen ele geçirdiler. Oradaki işleri bitince aynı yüzyılda İslam dünyasına karşı sinsi ve amansız bir zihinsel savaş başlattılar. Yöntem ve hedef, Batı’daki ile aynı idi: İslam dünyasının an ve mazi incelemesi yapılacak, elde edilen veriler, Müslümanların İslam’dan ve birbirlerinden koparılması için kullanılacaktır. Böylece Müslümanların şahsi iman kuvveti gibi, birlikten kaynaklı kuvvetleri de yok olacak ve İslam dünyası istilaya açık hâle gelecektir.

Yahudi düşünürler, Batı’daki tecrübenin yanında, İslam’ın ilk döneminden itibaren yüz yüze kaldığı müphemleştirme isyanını da titizlikle inceleyip ondan da istifade ettiler ve İslam’a karşı etkili bir belirsizleştirme operasyonu başlattılar. Bu çalışmaların bütününe “Oryantalizm (Müşteşriklik/Şarkiyatçılık)”; bu operasyonu yürütenlere ise “Oryantalist (Müsteşrik, Şarkiyatçı)” dendi.

İlk Şarkiyatçılar; Yahudi düşünürler, Hıristiyanlığa geçen Yahudiler ve onların asistanı diğer Avrupalılardı. Günümüzde ise Batı finansmanıyla, İslam dünyası içinde üretilen ve Self-Oryantalizm denen yerli bir Şarkiyatçılık da üretildi. Yerli Şarkiyatçıların başında, İslam dünyası kökenli ama Batı başkentlerine yerleşmiş Şarkiyatçılar yer alırken en tepede yeni nesil Yahudi Şarkiyatçılar (Neo-Oryantalistler) bulunmaktadır. Bu, askeri nizam içinde düzenlenmiş bir “epistemik cemaat”, yani bir savaşçı “bilim çalışanları ordusu”dur.

Bu ordu, İslam dünyasından cahil, paraya düşkün ve hırslı pek çok işbirlikçiye sahiptir. İşbirlikçiler sadece akademisyen veya gazeteci değildir. İslam dünyasından kurulan bağlarla işin içinde sufi görünümlü kişiler de vardır ve hepsi bir sosyal medya ordusuyla desteklenmiştir. Böylece ortaya oldukça kapsamlı bir “müphemleştirme birleşik ordusu” çıkmıştır.

Bu kalemli-klavyeli ordu, İslam dünyasının istila altında tutulmasında silahlı ordulardan da daha çok iş görmektedir. Kimi zaman hakkı bulma, en hakkı bulma iddiasındaki kişi ve gruplar, müphemleştirme birleşik ordusunun hizmetine girerek Müslümanların yâkînî imanını sarsmakta, sağlam akidesini bozmakta ve onların salih amel üzerinde birlik olmasını engellemektedir. Böylece İslam yurtlarını savunmasız hâle getirmektedir.  

SİNSİLİK: RENKLENDİREREK MÜPHEMLEŞTİRMEK

Dublör kullanarak korumak malumdur. Suikastların hedefindeki kişinin dublörleri tıpatıp makam arabalarına bindirilerek suikastçıların kafası karıştırılır ve hedefine ulaşması engellenir.

Aynı yöntem farklı bir tarzda inancı etkisizleştirme operasyonunda kullanılır. İnancın sahte benzerleri çoğaltılarak, o inanç müphemleştirilir, böylece ona yönelenler, kafa karışıklığı içinde kalıp hedeflerine ulaşmadan dağılırlar.   

Dublörlük yöntemi, 28 Şubat’ta alçakça uygulandı. Televizyonlar, dini programlara boğuldu, hiçbir ameli yönü olmayanlar allame gibi konuştu, yaşam tarzı şüpheli olanlar en net kişilermiş gibi söz söyledi. Başta hakkı konuşan, birkaç program sonra tam zıddını söyledi. Neticede toplumda “Artık kime uyacağız bilemiyoruz!” ifadesiyle karşılık bulan bir kararsızlık oluştu. Hedef, işte buydu.

“Müphemleştirme nedir?” sorusu basitçe cevaplanacaksa “28 Şubat’ta televizyonlardaki dinî programlardır!” demek yeterlidir herhalde. Gazeteci-medya aracı ve kuşku personelinin buluştuğu operasyon programları.  Esasta Batı’daki teoloji (ilahiyat) bölümleri ile İslam dünyasındaki onların kopyaları da o programın işlevi için faaliyet gösterir.

Nasıl ki Sâsânî bakiyesi bir filozof, farklı sebeplerle “Ben, İslam’a inanmıyorum!” diyemiyordu, bunun yerine “Ben öz İslam’ı arıyorum!” diyerek gayesini saklayıp Müslümanları bölüyordu. Batı’da da Hıristiyanlığa geçtiğini iddia eden Yahudiler de “Ben öz Hıristiyanlığı arıyorum!” diyerek Hıristiyanlığın birliğini bozdular.  

İşte bu yöntem en az iki yüzyıldır farklı bir şekilde İslam aleminde yeniden işliyor. Nice Mason, bu yola başvururken pek çok cahil, onların başlattığı işi kararlılıkla sürdürdü, İlahiyatlar da İslam tarihinde Sâsânî bakiyeleri ve Yahudiler tarafından üretilen kuşkuları deşerek onlara mühimmat taşıdı. İç etkenlerin devreye girmesiyle bazı geleneksel ilim kurumları da onlara katıldı ve hep beraber yıkıcı bir cepheye büründüler.  

Ne var ki İslam’a karşı mücadele burada da kalmadı. Batı istihbaratları özellikle İngilizlerin geçmişte Hindistan’daki tecrübelerinden de yararlanarak İslam aleminde fiilen yapı üretme yoluna gitmektedir. Hedef, sahte benzerleri çoğaltıp bir tür ortamdaki renkleri artırarak zihinleri karıştırmak ve bir renk körlüğü oluşturmaktır.

Özellikle geçmişin çözülmüş ve tartışması nihayete ermiş inanç ve tarih meselelerini yeniden gündeme getiren fanatik, hırslı ve makam düşkünü ama dışarıdan bakıldığında pek samimi görünen tipleri; bu renk körlüğü operasyonunun cahil cühela ya da pek hain çalışanı durumundadır.

Mısır’da Hüsnü Mübarek, dış destek alarak bir tür mahalle cemaatleri üretip Mısır İslâmî hareketinin bütünlüğünü bozdu. O deneyim, mahalle ve üniversite cemaatleri olarak Türkiye’ye taşınmaya çalışıldı. Bununla İslamcı gençliğin enerjisinin buluşması engellendi. Bu üretimlerin renkliliğine ve bitip tükenmeyen tartışmalarına karşı, daha dingin bir liman olarak duran tarikatlar, gençlik için sığınak olarak göründü, hızla büyüdü ve cemaatleşti. Bugün, onlara karşı da bir yandan küçük küçük sahte benzerler üreterek bir renk körlüğü oluşturma, öte yandan da büyükleri bölme, operasyonu yürütülüyor.

Türkiye’de zemin, menşei belirsiz yapılar için uygun değil. Bunun için dışarıdan ithal ve benzer yollarla çoğaltarak renk körlüğü oluşturmaya çalışanların hevesleri kursaklarında kaldı. Bunun yerine büyük tarikatları çekişmeler üzerinden bölme operasyonları öne çıktı. Çoğu henüz ergenlik döneminde olan tarikatlar da çekişmeye ve bölünmeye yatkındır. Bu yatkınlık, bölenlerin işini kolaylaştırmaktadır. 

Ne yazık ki onların çekişmeleri şuurlu Müslümanların gündemlerini işgal ederken gençlik, sıkılmakta, nefis tuzağına düşmekte, zevke yönelmekte, İslâmî şuuru tercih etmeme konusunda mazeret bulmakta, bunalımlara sürüklenmekte ve dağılıp tükenmektedir. Hedef işte budur!

İSLAM’IN NETLİĞİNE SARILMAK

Filistin Müslümanları, Şeyh Ahmet Yasin’in önderliğinde cemaatleşirken sahte benzerler üretip renk körlüğü oluşturmak isteyenlerin önüne geçerek zafer yoluna girdiler. Filistin’de etkisiz bir renklilik oluşturamamak; siyonistlerin ve İslam dünyasındaki siyonist işbirlikçilerin yenilgilerinin ilk adımıdır. Onların Aksa Tufanı’nda aldıkları yenilgiler ve Filistin Müslümanlarının dünya genelinde kazandıkları uyandırma zaferi, bu zihinsel zaferin neticesidir.

HAMAS, Filistin’de hâkim bir İslâmî anlayış oluştururken başkalarının kendisini ifade etmesine izin verdi. Ama benzerlerini çoğaltma yöntemiyle müphemleştirme operasyonlarının da önüne geçti. Müphemlik ordularının Filistin’e girmesine izin vermedi.

HAMAS’ın görüşlerinin netliği, halkın kendisini anlamasını sağlarken müphemleştirmeyi engellemesi, kafa karışıklığının önüne geçti, netliğin kapsamlılık millî bir cemaatleşmeye dönüşmesini sağladı. Yahudilerin istemediği de işe bu idi! 

Müslümanlar, bu tecrübeden dersler çıkararak anlaşılabilir, birleştirici ve pratikte karşılığı olan bir anlayışa odaklanmalılar. Zihniyet tartışmalarını içeride mümkün oldukça kontrol altında tutup dışarıya yönelmeliler. Bu durumda İslam’a yönelenlerin sayısının kat kat artacağı muhakkaktır.