• DOLAR 34.609
  • EURO 36.348
  • ALTIN 2924.46
  • ...

Osmanlıyı yıktılar. Cumhuriyeti kurdular. Temel yasaları Batı hukukundan olduğu gibi çevirdiler. Vaatleri, Şeriat’ten daha adil bir hukuk nizamı kurmaktı.

Şeriat’i gören nesiller buna hiçbir zaman inanmadı. Görmeyenler için ise gelenek ve Şeriat özdeşleştirilerek bir nefret ve korku propagandası oluşturuldu.  

Bu propagandaya kananlar; Batı hukukunun gerçekten eşitlikçi ve adil olduğuna inandı. Ona bir ideal gözüyle baktı. Kusurları ona yeteri kadar tabi olmamakta gördü.

Fransız İhtilalinin üzerinden 235 yıl geçti. Ama hâlâ gençlere, ‘Fransız İhtilali, adalet ve eşitlik getirdi. Ona hayran olan “kurucu aklı”mız da o arayıştaydı’ deniyor.

İddia bu, ya gerçeklik? Bir dünyaya, bir buraya bakalım:  

Gazze’deki katliamların kanı dünyanın üzerine sıçrıyor. Hâlbuki Fransız parlamentosunda kürsüye çıkan, müptezel Dışişleri Bakanı aynen şöyle dedi: “Yahudi devletini soykırımla suçlamak ahlaki eşiği geçmek demektir!”

Yorumlamaya gerek var mı? İfade açık: Fransız İhtilali’nin son bakanı, Yahudilerin sadece Yahudi oldukları için “masum” olduklarını dillendiriyor.

Gazze, herkesin yüzünü gösteren bir ayna! Dünyanın görmemesi, aynanın bulanık olmasından değil, gözlerin kamaşmış olmasındandır.

Türkiye’ye gelince son iki ayda yaşanan iki farklı olayı birlikte değerlendirelim:

İlkinde bir genç, Mustafa Kemal’i camide öven resmi imam vazifesindeki şahsa, sadece sözlü tepki gösteriyor, hücum etmiyor, zarar vermiyor, sadece ondan farklı düşündüğünü beyan ediyor.

O genç apar topar alındı, kelepçelendi, doğrudan tek hücreye atıldı, itiraz dilekçeleri falan hiç fayda etmedi ve ancak altmış dokuz gün sonra mahkemeye çıkarıldı ve öyle tahliye edildi.

Gencin günlük hayat akışı alt üst edildiği gibi, elli küsur gün tek hücrede kalmanın bir gencin ömür boyu psikolojisinde oluşturacağı etki de adeta bilinçli bir ceza gibi tasarlandı.

İkinci vakada ise yine bir genç, babası yaşındaki yoksul bir insanı sadece kendisinin onaylamadığı bir gösteriye katıldı ve o gösteri ile ilgili elinde flamalar var diye sokak ortasında darp etti, mağdur kameralar önünde kanlar içinde kaldı.

İddialara göre eylemci, bir de kin ve nefret tohumlarını ekecek sözler sarf etti. Yani ideolojik bir eylem yaptı ve bu tür eylemlere ceza olarak normalde ağırlaştırılmış müebbet hapis istenir.  

Dahası aynı eylemin örgütlü olma ihtimalinden de söz edildi. Zira bizzat Sayın Cumhurbaşkanının aile efradının düzenlediği ve yüz binlerce insanın katıldığı bir eylemin gündemden düşürülmesi gibi bir amacın planlanmış olması ihtimali vardı. Nitekim o ihtimal üzere eylemci, Fransız İhtilali’nin sadık yerel temsilcileri tarafından kahramanlaştırıldı.

Netice mi, o eylemci, üç hafta bile içeride tutulmadan “hayatı kararmasın, finallere yetişsin” diye serbest bırakıldı.

Çünkü kanunların metni gibi ruhu da Batı’dan ve Batıcılardan yana… Bir yargıç, bu metin ve ruha aykırı karar vermek için kendisini riske atmamalı. Aksi hâlde kendisini de kara listelerde bulabilir.

Sorumluluk, elbette hükümette. Hükümet, henüz iktidara geldiği günlerde, 2000’li yıllarda “nesnel hukuk” diye bu tür tek taraflı uygulamaları sahiplendi. Devrin kolluk kuvvetleri dindar insanları gözaltına alırken “fotoğraf var, telefon konuşması var, kamera var” deyip sohbeti, taziyeyi, futbol maçını suç saydı.

Hükümet de “nesnel hukuk var, biz ne yapabiliriz ki” diyerek onların dümen suyuna girdi. Oysa ortada açık açık bir suiistimal vardı. Birileri yasaların Batıcı niteliğini bilerek bu hukuksuzluklara başvuruyordu.

Batıcı kanunların metin ve ruhu, nesnellik adına dikkate alındığında Türkiye’nin en az yüzde altmış beşi suçlu sınıfına düşüyordu. O yüzde altmışın “dilenen” kısmını almak ise bir siyasi karar ve çalışma tarzıydı.

Muhafazakâr kesim, hiçbir zaman bunu anlamadı çünkü anlamak istemedi. Hâlâ anlamış mıdır, sanmıyorum.

Lâkin, sadece muhafazakâr kesimin değil, bütün insanlığın; son iki yüz otuz beş yılda eşitlik, nesnel hukuk deyip pratikte ayrılıkçı, adaletsiz bir dünya inşa edenlere karşı uyanması için çabalamak gerek.

İnsanlık, Batı uygarlığına kavuşarak kurtulmadı, aksine yeni bir haksızlık evresine girdi. Biz ya bunu kabulleneceğiz ki bu insanlığımızdan vazgeçmek anlamına gelir ya da bunu düzeltmek için hep birlikte çalışacağız.