• DOLAR 34.612
  • EURO 36.344
  • ALTIN 2919.804
  • ...

Yahudi, dünyanın II. Dünya Savaşı’ndan sonra büründüğü “insânîleşme” ile alay edercesine çocukları sniper denen keskin nişancılara vurdurtuyor. Üstelik bunu yapmakla gurur duyuyor.

Yahudi, Filistinli çocuğu öldürürken “Bakın, dilediğinizi dilediğim gibi öldürebilirim. Bunu yapma ayrıcalığım var!” dercesine bütün insanlığa meydan okuyor.

Bu meydan okuma karşısında, mevcut dünya düzeninin şefi ABD, “büyüklük gösterip” vahameti hafifletmek için çalışmıyor.  Dışişleri Bakanı siyonist diplomasiyi yürütürken Eski başkan yardımcısı, istilası altındaki topraklara kadar gelip çocukları öldürecek, doğmamış bebeklerine hayatlarına son verecek top mermilerinin üzerine imza atıyor.

Böyle bir hadsizlik, I. ve II. Dünya Savaşları’nın yaşandığı 20. yüzyılda bile duyulmuş değildir. Bu, Müslümanlara karşı nefretin açığa vurulmasında doruk noktadır.

ABD yönetimi, hiçbir şekilde “akıl”la hareket etmiyor. Şiddetli bir Evanjelist romantizmin ya da Yahudi fanatizminin hırsı ve kibriyle meselelere yaklaşıyor.

Hırs ve kibir, bugüne kadar hiçbir muktedire yaramadı. Nemrutları bir karınca yıktı. Firavunları su boğdu.

ABD yönetiminin bunu anlayacak hâli yok. Batı, akademisi ve entelektüelleri ise “özgür dünya” hayallerinin ne kadar aldatmaca olduğunu anlayabilecek kadar ayık değil.

Batı’nın sıradan insanı, bugüne kadar “Yahudi suç işleyebilir!” diyemedi. Bunu dediğinde Hitlerin Yahudilere yönelik yaptıklarının ortağı sayıldı. Batı’da yasal olarak bu dehşet verici bir suç. Hem devlette yasal cezası var hem kamuoyunda linç edilmek gibi çift taraflı bir karşılığı var. İş o boyuta varmış ki Hitler hayranları bile önce Yahudiseverliklerini ispatlayıp sonra fikirlerini beyan ediyorlar.

Bu yöndeki baskılama, Batı’da Yahudilere karşı, bugüne kadar dışarı vurulmamış büyük bir öfke ve nefret oluşturmuştur. Batı’daki gösterilerde bunun da etkisi bir ihtimal az değil.

Gazze, iletişim çağında hem Yahudilerin yaptıklarının bütün dünyada görülmesini sağlıyor. Yahudi’nin maskesi düşüyor. Yahudi artık, katliama uğrayan olarak değil, katliam yapan olarak zihinlerde yeniden yerini alıyor.

Yahudiler dünyada bir azınlık… İstila altındaki Filistin topraklarına yerleşen siyonist Yahudilerin beklentisi, Yahudilerin dünyanın hiçbir yerinde yaşamayacakları kadar toplumsal baskıya ve dışlanmaya uğramaları, böylece cazibesini kaybeden Filistin’e göçün yeniden canlandırılmasıdır. Amerika’da Evanjelistlerin bunu desteklediği biliniyor. Bazı Evanjelist yapılar, Beyaz ırkçılığına yeniden kapılmış, bundan dolayı Yahudilerden nefret ediyor ve ABD’de daha fazla Yahudi istemiyor.

Nitekim Trump’ın ABD’de istemediği göçmenler arasında istila altındaki Filistin’den ABD’ye göç edecek Yahudiler de vardı. Netanyahu bunu desteklerken ABD’deki büyük Yahudi şirketleri bundan rahatsızdılar ve ilk seçimde Trump’a karşı Bayan Clinton’u, ikinci seçimde Biden’i desteklediler.

Gazze’de Aksâ Tufanı’ndan sonra siyonistleri kayıtsız şartsız destekleyen Batı ülkelerinden bazılarının “yerleşimci” dedikleri siyonistlerle ilgili kararlarını hatırlayınız. Batı ülkeleri, israil’e yönelik hiçbir yaptırım uygulamıyorlar hatta durmadan israil’e çocuk öldürecek mühimmat yetiştiriyorlar. Binlerce vatandaşları, “uluslararası terörist” misali şu anda israil’in askeri adı altında savaşıyor. Öyle ki ABD eski başkan yardımcısı, israil askerlerinin çoğunun aynı zamanda ABD vatandaşı olduğunu itiraf etti.

Hiçbir Batı ülkesi, bunlara yönelik hiçbir ceza vermiyor. Aksine belki gizli ödüllendirmeler bile söz konusu.   

Ama aynı Batı ülkeleri, yerleşimci denen teröristler için yaptırım olarak ülkelerine giriş yasağı koydular. Dışarıdan bakılırsa bunları “terörist” gibi görmüşler ve cezalandırıyorlardı.

Hakikatte ise bu Yahudi sinsiliğiyle alınmış bir destek kararıydı. Yerleşimci denen teröristler, israil’e keyifli bir yaşam sürmek için gitmişken savaşla yüz yüze kalmışlardı ve oradan kaçıp Batı ülkelerine geri dönme ihtimaline karşı geri dönüş yasakları konarak bir tür savaşmaya mahkûm edildiler.

Siyonistler, Yahudileri bile zorlayan bir vahşi savaş yürütüyorlar ve Batı, eski saray uşakları gibi onlara hizmet ediyor.

Bu, öylesine basit bir hâl değil, mevcut Batı yönetiminin gözler önündeki resmidir. Batı yönetiminde Yahudiler kral ve Batılılar saray uşağı konumundalar.

Batı, sömürgecilik ve emperyalizmle dünyanın bütün nimetlerini talan ederek akıl almaz zenginliklere ulaşmışken Yahudilerin saray uşağına dönüşmek gibi bir paradoks yaşıyor. Batı, Yahudiliği sırtlanmış taşıyor. “Yeni dünya düzeni” dedikleri budur.

Bu düzene karşı farkındalığın oluşması, dünyadaki değişimin odağını oluşturacaktır. Bu farkındalık bir değişim hasıl edebilecek boyuta ulaştığı an, Batı değişecek ve yenilenecektir.

Umut Rusya veya Çin’de değildir. Katliamların en yoğun olduğu günlerde Putin; Netanyahu ile telefonda görüşmek gibi, insanlığa karşı açık bir ihanet içinde bulundu. Rusya; Suriye ve Libya’daki katliamların aktörüdür. Sudan’da da payı vardır. Gazze’deki istilada başta laf olsun, torba dolsun mahiyetinde bir şeyler söylemişse de BM’de israil aleyhindeki bir kararda çekimser kalacak kadar insanlıktan uzaklaşmıştır.

Çin’in ise adını bile anmaya gerek yok. Kaldı ki Rusya gibi onun da Müslüman kanında eli vardır. Doğu Türkistan’da yaptığı zulümlerin Filistin’deki zulümlerden geri kalır yanı yok. Rusya ve Çin, uydu ülkelerdir; İslam alemi ve Batı değişmeden bunların insanlığa yön verecek bir değişim içinde olacaklarını söylemek güçtür. Onlar sosyalizmi Batı’dan aldılar ve bu üretimi en kötü şekilde kullandılar. Bugün de Batı’nın ağzına bakıyorlar.

Rusya’nın Ukrayna meselesi ise bildiğimizden bambaşka bile olabilir. Daha ilk andan Rusya’nın Ukrayna müdahalesi, Yahudilerin Rus ordusu üzerindeki etkisinden kaynaklı olabilir.

Şöyle bir oturup düşünelim: Ukrayna’nın başında şarlatan bir Yahudi var ama Rusya’nın en mühim savaşçı gücü Wagner’in başında da bir Yahudi vardı. Bugün o Yahudi yok. Ama onun en tepedeki isim olduğu düşünülürse Wagner’in veya Rus ordusunun içindeki tek Yahudi olmadığını rahatlıkla anlayabilirsiniz.

Rusya’nın Ukrayna istilası başka bir analiz gerektirir elbette ama Putin-Natenyahu görüşmesinden sonra büyük bir ihtimalle siyonistler, Batı’yı Ukrayna’nın bir bölümünü Rusya’ya bırakmaya zorladılar. Karşılığında ise Rusya’nın Gazze’ye müdahale etmemesi garantisi aldılar. Rusya, her zaman bunu kabul edebilecek tıynettedir. Avrupa yönetimleri ise ABD’ye hükmeden siyonizm karşısında el pençe divan durumda.

Buradan dünya manzarasına baktığınızda “özgürlük çağı” denen çağın bir kez daha esaret çağı olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Öyleyse Batı aydınlanmasının insanlığı kurtarma iddiası boş çıkmış, insanlığın dünya savaşlarında ödediği bedeller de iş görmemiştir.

Buna karşı insanlığı uyandıracak bir iyilik hareketine ihtiyaç vardır. Bu iyilik hareketi sentezlerden uzak, saf bir İslâmî uyanıştır. Ondan başka insanlığı kurtaracak hiçbir umut yoktur. Lâkin İslam, bir umut olma konusunda ne kadar güçlü ise ona samimiyetle sarılanlar da o ölçüde zayıftır.

Bundan kaygılanacak bir hâl yok. Müslümanlar, bir zamanların Nasıra’sında acuze bir kadın olan Hanna ve onun henüz buluğ çağına ermiş kızı Meryem kadar zayıf değillerdir. Bir yaşlı kadın ve gencecik kız, ikisi de zayıflığın simgesidir. Ama yüce Allah, onlar üzerinden hem Nasıra Yahudilerini tarihten sildi, Roma İmparatorluğunu ise dönüştürdü. Dünyanın en saf ve en zayıfları, dünyanın en sinsi bir topluluğunu yendiği gibi en büyük gücünü de dönüştürmeyi başardı.

Bu, yüce Allah’ın insana yüklediği büyük sorumluluk karşısında ona verdiği özel bir kuvvettir. Allah, adildir, bir sorumluluk yüklemişse o sorumluluğun yerine getirilmesini sağlayacak kuvveti de verir.

Müslümanlar ne kadar zayıf olurlarsa olsunlar, dünyayı dönüştürecek kuvvetten yoksun değiller. Yeter ki buna inansınlar!

DURUMU KAVRAMAK

İslam dünyasının Gazze’de yaşadığı travma ilk değil. Ama İslam dünyası ilk kez vaziyeti tahlil etme ve vaziyete karşı çözüm geliştirme konusunda derin sorunlar yaşıyor.

İslam dünyası tarihinde beş büyük felaket yaşadı: Ridde, Haçlı istilası, Moğol istilası, Endülüs’ün ve Osmanlı fetihlerinin kaybı, I. Dünya Savaşı sonrası istila.

Bugün için bulunduğumuz sorun I. Dünya Savaşı sonrası istila sorunudur. Bu sorunu bizim için derinleştiren bir kıskacımız var:  

Düşmanca üretilmiş bir kıskaç: “Öğretilmiş akıl” ve “öğrenilmiş çaresizlik” kıskacı. "Öğretilmiş akıl", köleliği özgürlük olarak tarif ederken "öğrenilmiş çaresizlik" hâlimizi değişmez kader olarak tarif etmektedir.

Bu taraflar zıt gibi görünür oysa birbirini tamamlayacak şekilde organize edilmektedir. “Öğretilmiş aklı”, inanç, ideoloji ve yaşam tarzında Batı’ya teslim olmayı bizim için özgürleşmek olarak anlatır ve bunu tek çıkar yol olarak önümüze koyar. Dolayısıyla bize bir tercih yapma imkânı vermez.

Onun yanında “öğrenilmiş çaresizlik”, gelinen durumu irademizin etkisiz olduğu bir yazgı olarak tarif eder. Yine irademizi hiçleştirir, süreci değiştirme azmimizi kırar, bizi köleliğe mahkûm bırakır.

“Öğretilmiş aklı” aşmakta epey yol aldık. siyonizm de korkunç bir zulüm uygulamadan öğretilmiş aklın İslam dünyası üzerindeki etkisinden umut kesmiş gibidir.

Ama öğrenilmiş çaresizliği aşma konusunda yeterli mesafeyi kat etmiş değiliz. Bunun kültürel temelleri oldukça güçlü, siyonizm de bunun farkında olarak ona aralıksız yatırım yapmaktadır. Birbirlerini tekfir eden kimi gelenekçi şeyh efendiler ile ilahiyatçıların en modernist profesörleri aynı anda öğrenilmiş çaresizlik hesabına çalışabilmektedirler. Biri, Müslümanların gavura gücü yetmez diye vaz ederken diğeri, Müslümanlardan bir şey çıkmaz diye nutuk atmaktadır. Onların zaman ve mekâna uymayan tartışmaları, avamı İslam’dan uzaklaştırdığı gibi, yaydıkları umutsuzluk havası da mücadeleden vazgeçirmektedir.

Onlara kulaklarımızı kapatarak hâlimi tahlil etmek durumundayız: Biz, Ridde’yi, Haçlı ve Moğol istilalarını aştık. Endülüs’ün istilasını ve Osmanlı fetihlerinin kaybını ise engelleyemedik. I. Dünya Savaşı sonrası istila konusunda ise çıkmazdayız.

Başarı ve başarısızlıklarımızı tespit edip arkalarındaki etkenleri bulduğumuzda çıkış yolunu da bulacağız. Bu çıkış yolunu bulma konusuna Vahy’in mutlak rehberliği gibi bir nimete de sahibiz. Öyleyse umutsuzluğa yer yok.

Müslümanların iç sorunlarında mezhep yayılmacılığı stratejisini, insanlıkla ilişkimizde ise "Doğuculuk" küresel bölgeciliğini ve ırkçılık handikabını aştığımızda insanlığa yeniden önder olacağız.

Doğuculuk iddiamız kısmen tarihte kaldı. Mezhepçilik ve ırkçılık ise şahlanışta. Önümüze mezhepçi bir kutupla ırkçı kutuplar konmak istenmektedir. Bunlar umut veriyor görünüyorsa da tuzağa götüren sapmalardır. 

Takva ehlinin yapması gereken bu kutupların sapmalarına katkı değil, o sapmalara bulaşanları itidala yöneltmektir. Herkesi kendi mezhebine zorlamak birlik değil, çatışma ve istiladır. Birlik, Müslümanlara kendi gerçekliği içinde kardeşlik elini uzatmaktır.

Dünyada küre bölgeciliği, içeride ırk ve mezhep hegemonyaları, çıkmaz sokaklardır. 

Çoğumuz bunun farkındayız. Lâkin çoğumuz aynı zamanda zayıfız. Ama bu zayıflık devam edecek değildir. Nihayetinde akl-ı selim galip gelecek, birliğin yolu tutulacaktır.

Geçen yüzyılın başında düştüğümüz en büyük hatalardan biri “Doğuculuk/Şarkçılık” iddiasıdır. Bu, İslam’ın evrenselliğine aykırı, Batı’nın “Doğu, Doğu’dur; Batı, Batı’dır!” küre bölgeciliğine hizmet eden bir söylemdir. Bu söylem, ne yazık ki İslam’ı Batı’ya yayma gayretlerine tam da Batı’nın istediği şekilde zarar vermiştir.

İslam, hiçbir kültürün dini değildir, Doğu’nun da dini değildir. Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa’nın evrensel mesajıdır. Doğu da Batı da Allah’ındır. Hz. Muhammed Mustafa, Doğu’nun da Batı’nın da peygamberidir.

Öyleyse yapmamız gereken sorunlarımızın evrensel yanlarını dikkate almak, davamızı evrenselleştirmek ve bütün insanlığa hitap ederek Allah’ın kullarından hem yardım almak hem onlara kılavuzluk etmektir.

Bu kılavuzluk, bize yüklenmiş ilâhi bir vazifedir. Bu vazifeden kaçamayız. Bu vazifeden kaçmak, insanlığa ihanettir, Allah’a isyandır.

Gazze, bize hem sorumluluğumuzu hatırlattı hem bize mevcut dünya düzeninin iç yüzünü insanlığa gösterme fırsatı verdi. O, şehitler verirken işimizi kolaylaştırdı, sorumluluğumuzu da artırdı. I. Dünya Savaşı sonrasında yaşadığımız yüzyılı aşan çıkmazı aşmamız için önümüze bir misal koydu.