Meğer “insanlık”, insanlaşmamış!
Gazze’de yaşananlar, dünyayı yöneten güçlerin ne ölçüde “insan” olduğunu sorgulatmayı gerektiriyor. Gazze’de katliam, Batı insanının tepkisine rağmen Batı’nın resmî kurumlarının desteğiyle yapılıyor.
Gazze’de çocuklar, Batı finansmanıyla, Batı silahlarıyla, Batı onayıyla hatta Batı’nın takdiriyle öldürülüyor.
Peki, Gazze’de çocuk, hangi gerekçeyle öldürülüyor? Daha doğrusu çocukları öldürmenin gerekçesi olur mu?
İnsanlaşmak, bir yönüyle çocukların eylemlerinden sorumlu tutulmamasını gerektirmiyor muydu? Yani insânî kanunların çıkarılması, bir yanıyla, çocuk suç işlese dahi onun görmezlikten gelinmesi değil miydi? Batı, içinde bulunduğu vahşetten, çok geç de olsa bu düzeye gelmekle mutlu olmuyor muydu?
Oysa Gazze’de çocukların suçu da yok? Gazze’de siyonistlerin kurşunlarına hedef olan çocuklar, kimsenin bahçesinden ayva çalmadılar, kimsenin kümesinden yumurta da almadılar? Öyleyse neden öldürülüyorlar ve Batı, madem medenileşti, onların hunharca öldürülmesini nasıl alkışlar?
Batı’da iki evrim anlayışı gelişti: Biyolojik evrim ve sosyal evrim. Batılı sözde bilim insanlarına göre insan, biyolojik olarak maymundan insana evrildi ve insan, sosyal olarak yüzyıllardır peyderpey vahşetten uzaklaşıp ehilleşiyor, medenileşiyor.
İnsanın maymundan evirildiği iddiası hemen tepki topladı ama insanın peyderpey ehilleştiği iddiası neredeyse kabul görüyor. Neredeyse şuur ehlimiz dahi, insanın geçmişe göre daha medeni olduğuna inanmıştır.
Halbuki Batı, bu “sosyal evirilme” görüşünü ortaya attıktan sonra, milyonlarca insanı paramparça ederek öldürdü. Gelin, sadece 20. yüzyıldan bu tarafa bakalım:
Resmi rakamlara göre Birinci Dünya Savaşı’nda 17 milyon insan öldü, 22 milyon insan da yaralandı. II. Dünya Savaşı’nda sadece ölü sayası 75-80 milyon.
Rusya’nın iç muhasebesinde kaç kişi ölmüş veya Fransa’nın başta Cezayir olmak üzere Afrika’da öldürdüklerinin sayısı meçhul!
Bu nasıl bir ehilleşme, bu nasıl medenileşme? Ama bunu sorgulayabilecek bir Batı akademisi yok!
Batı, insanın sürekli bir yükseliş hâlinde ehilleştiğini öne sürerken “bilimsel” değildi. Bilimsellik kılıfı içinde siyasi bir tez öne sürüyordu. Böyle bir tezi siyasi çıkarına uygun bulduğu için savunuyordu. Bugün de o tezi bütün aksi gelişmelere rağmen sorgulamıyor çünkü sorgulamayı çıkarına uygun bulmuyor.
İşte Harvard Üniversitesi Rektörünün başına gelenler, Filistin lehinde görüş beyan etmenin düşünce özgürlüğü olduğunu ima ettiği için görevden uzaklaştırıldı. Dikkat edin, rektör gösterilere katılmadı, “Yaşasın Filistin!” diye slogan atmadı, sadece gösterilere katılan gençleri hoş gördüğünü ima etti. Ama kendisini kapı önünde buldu.
Batı’da düşüncenin özgürlük düzeyi bu ve biz, bu düzeyi ideal görüp akademilerimizde hâlâ örnek alıyoruz! Çünkü “çağdaş uygarlık” deyip Batı’yı ideal kabul etmişiz!
Hayır, insanlık teknik olarak doğrusal bir yükseliş içindedir; bugünün insanlığı teknik bakımdan dünün insanlığına göre elbette daha ileride… Ama insan, insanlık bakımından, insânî değerler bakımından daima zikzaklar çizmiştir. İnsanlığın iyi evrelerini kötü evreler, kötü evrelerini iyi evreler takip etmiştir.
Bugün artık bu net anlaşılmıştır: İnsanın teknik ilerlemesi, fiziki, dolayısıyla beşeri bir ilerlemedir. Beşeri ilerleme, medeni ilerleme ile eşdeğer değildir. Zira Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem’in Medine’de kurduğu dünya, beşeri bir dünya değildir. Medeniyetin beşeri kalkınma yanı, manevi ilerlemenin sebebi değil, neticesidir ve ancak böyle olursa beşeri kalkınma insanlığın lehine olur.
Batı, kalkınmayı sekülerleşme, dolasıyla dünyevileşme ile doğrudan ilişkilendirdi. Değerler sınıflandırmasında maddi olanı hep tepeye koydu. Bunun için, insanın değerini malı, az buçuk da teknik bilgisi ve fiziki gücüyle ölçtü. İnsanlığı patronlar, beyaz yakalılar ve işçiler diye böldü. Batı’nın bütün insanlığa yaklaşımı da buna paraleldir.
Oysa medeniyet, insânî bir hâldir. Müslümanlar bunun az çok farkındaydılar. Gün, Gazze vesilesiyle bu farkındalığı bütün dünyaya yayma, dünyanın en ücra köşesindeki insanına dahi bunu kavratma günüdür.