Gazze, tarihî bir mücadele veriyor. Öyle ki dünyayı iki yüzyıldır ısırıp duran kuduz köpeği tek başına hem teşhir etmeyi hem yaralamayı başardı. Dolayısıyla Gazze, dünyanın gözünü açtığı gibi, dünyaya umut da verdi.

Gazze, dünyaya 'Mutsuzluğunuzun ardındaki şeytan budur!' derken dünyayı ürkütmedi aksine o mutsuzluk kaynağı şeytanın gücünün de 'propagandadan ibaret olduğunu gösterdi.

Öyle bir şeytan ki 'Vahşi Batı' bile onunla bir görülmekten huzursuzluk duyuyor. Vahşi Batı, onunla anılmanın, (varsa) ahlakiliğini bozacağından endişe ediyor.

Öyle bir şeytan ki insan oluşunun farkında olan herkes, onu bir yana ona destek vereni bile taşlıyor, onlara Batı'nın onları 'gettolarda' yaşattığı, şehirlere ancak kontrollü soktuğu günleri hatırlatıyor.

Gazze, yer kürede bir tarafı deniz, diğer tarafı düşman, küçücük bir sahil şeridi iken insanlığa önderlik yapıyor. Ki genel olarak imametin fiziki büyüklüğü, cemaatin fiziki büyüklüğünden küçük olur!

Müslümanlar, Gazze'nin zaferine karşı çok mu duyarsız? Hayır! Aksine Müslümanlar, tarihi bir uyanış yaşıyorlar.

Ulus devletlerin engelleri olmasa yüz binlerce Müslümanın, istila edilmiş topraklara doğru cihada çıkacağından hiç şüphe yok! Sınırlar olmasa belki doksan yaşındaki yaşlıları ellerinde bastonla Kudüs'e doğru yürüyor bulacaktık.

Halbuki Nûreddin ve Selahaddin devrinde sınırlar olmadığı halde gönüllü sayısı hiçbir zaman sembolik katılımların ötesine geçmedi. Kudüs'ün fethinden sonra yaşanan, acı verici Akka kuşatması sırasında Selahaddin ve Akka ehli, adeta yalvarırken yardım alamadılar.

Parantez içi ifade etmek gerekir ki o yardımı esirgeyenler Moğol istilasına maruz kaldılar. Moğol orduları önünde yerle yeksan oldular.

O günle kıyaslandığında İslam aleminin mühim bir kısmı oldukça duyarlıdır. Lakin tarihi değiştiren büyük zaferler, ilim-kuvvet-adalet-hazine dörtlüsünün dengesiyle sağlanır.

Buradan bakıldığında İslam aleminde, ulaşabileceğini bilse derhal Kudüs'e doğru gidecek olanların sayısı, Filistin davası ile ilgili bir bilinçlendirme metnini okuyacak olanlardan belki fazladır.

İmparatorluklar Ümmeti cahil bıraktı, ulus devletleri Ümmetin evlatlarını ilim yolculuğunda saptırdı. Mesele sadece avamla da ilgili değildir. Siyasi çevreler, ilmi arka plandan yoksun.

Nebi salallahü aleyhi vesellem'in Medine'sinden çok çok uzağız. Ortada 'Medenî' bir organizasyon yok!

Her amelin niyet gerektirdiği bir dinin mensubu olarak Müslümanlar için kitleleşmek caiz olmadığı gibi, kitleleşme lüksü de yoktur.

Buna rağmen Müslümanlar, Kudüs davasını hala 'Ümmet-i Muhammed' kitlesel yaklaşımı içinde sürdürmekteler. Böyle bir ortamda, taktik, politik tutum, strateji farkının bilincinden söz edeni kim anlar? Böyle bir ortamda bağırma ile samimiyet, ifadelerin sertliğiyle davaya hizmet, orantılı bulunur.

Bu koşullarda Kudüs davasına stratejik katkı sağlamak neredeyse imkansız. Buna kalkışan basit bir taktik, azıcık bir politik tutum için duyarsız ve hain diye ilan edilir. Çünkü kitle, vakaları böyle görür.

Eyvah ki ne eyvah! Karşımızdaki düşman, büyük bir organizasyon halinde hareket ediyor. Davasının adını 'siyonizm' yani 'Kudüsçülük' koymuş. Hedefini davasının adına vermiş! Bu hedef için seçeneklerin içine seçenekler saklamaktadır.

Ona karşı, stratejik bir yol alışa ihtiyacımız var. Unutmayalım ki Nûreddin ve Selahaddin'in ilim ve şuur için yaptıkları yatırımlar, cihad için yaptıkları yatırımlardan az değildi. Onlar, ilim ve kuvvetin yanına adaleti koydular. Müslümanları iktisadi olarak zayıflatacak girişimlerde bulunmak bir yana daha da zenginleştirecek önlemleri titizlikle aldılar. Bu 'birlik' onları hedefe ulaştırdı ve bizi hedefe ulaştıracak olan da odur.