• DOLAR 34.612
  • EURO 36.344
  • ALTIN 2919.804
  • ...

Elimizdeki İslâmî müktesebatın önemli bir bölümü Selâhaddin sonrasında İslam aleminin Şam, el-Cezire ve Mısır kesimlerinde gerçekleştirilen tedvin çalışmalarına dayanıyor.

Hepimiz, o devirden sonra yaşanan ilmî birikimin nimetlerinden yararlanıyoruz. O devrin alimlerine bütün mezhepler olarak güveniyor ve dinî meselelerde onlardan alıntılar yapıyoruz. Buna karşı, çağın algılarına yenilip Selâhaddin’in siyasetini anlamakta güçlük çekiyoruz.

Selâhaddin’in üstün özelliği, tekrarlanabilir bir siret ortaya koyması, yani örnek alınmasının mümkün olmasıdır. Bunun da kaynağında kuşkusuz onun Resûl-i Ekrem salallahü aleyhi vesellem ve Ashabını, Allah tamamından razı olsun, örnek almasından geliyor. Örneğin örneği hayda hayda takip edilebilir.

Oysa neredeyse Selâhaddin’i olağanüstü bir şahsiyet olarak görüp onun örnekliğinin bize yüklediği sorumluluktan kaçıyoruz.

Selâhaddin’i ne kadar seviyorsak siyasetinden o kadar sakınıyoruz. Selâhaddin devri alimlerinin akide ve fıkıhla ilgili anlattıklarına ne kadar sarılıyorsak Selâhaddin’in siyasi çizgisine o kadar mesafeli duruyoruz.

Selâhaddin’in siyasetinin esası, Resûl-i Ekrem’in sünnetine sarılanların yolu üzerine meselelere müspet penceresinden bakmaktır. Bununla birlikte, “kuşkuları” özel zeminde tutmak, onları “özel kuvvetlerce” takip etmek ve bunların kamusallaşmasının önüne geçmektir.

Bu siyasetin neticesi, Müslümanları asgari bir birlik içinde de olsa Kudüs davası ile ilgili tutmuş, bununla birlikte, düşmanın Müslümanlara hizmet edebilecek zafiyetlerini de Ümmetin işlerine bereket olarak katmıştır.

Dünya savaş tarihinde daima incelenme konusu olmuş Haçlıların Akkâ kuşatması sırasında, Akka’daki İslam kuvvetleri açlık ve hastalık ile baş başa ölüm için saatler sayıyordu. Buna karşı,

-Bağdat’ta halife iç siyaset içinde boğulmuş gidiyordu.

-İslam aleminin çoğunluğunu oluşturan İran ve Türkistan, yeni bir güç olarak Hârizmşahların Büyük Selçuklu bakiyeleri ile çekişmeleri ile inliyordu.

-Anadolu’da II. Kılıçarslan’ın etkisizleşmesi ve evlatları arasındaki çekişme, Anadolu’yu denklem dışı bırakıyordu.

-Musul’da Zengî bakiyeleri yeniden hareketlenmişti.

Bundan dolayı Akkâ mücahidleri tamamen yalnız kalmışlardı.

Bu vaziyet karşısında İslam mücahitleri “Vay İslam’ın hâline, yoksa bütün Müslümanlar öldü mü?” diye seslenirken Selâhaddin, bu yakınma ve yakarışın Ümmetin bütün olarak kınanmasına dönüşmesine müsaade etmemiştir.

Hristiyanlar “Haç” etrafında birlik olmuşlar, Selâhaddin ise bir başınaydı. Mısır’ın istila edilme tehdidi, Mısır kuvvetlerinin bile Doğu Akdeniz sahillerindeki Akkâ’ya aktarılmasını engelliyordu.   

Selâhaddin, katkı veren Müslümanlar için Allah razı olsun derken vermeyenleri de görmezlikten geliyordu. Buna karşı Yahudi veya Hristiyan, kendisine katkı sağlayacak kim varsa onların birikimini tıp bilimi, silah üretimi gibi alanlarda değerlendiriyordu.

Bu, hiç kuşkusuz Necmeddin Eyyûb, onun talebeleri Şîrkûh, Nûreddin Mahmud Zengî ve Selâhaddin’in hep birlikte ulaştığı bir büyük stratejiydi. Bu stratejide Kâtip İmâd gibi bir Fars’ın, Kadı Fadıl gibi bir Arap bilgenin büyük katkısı vardı. Dolayısıyla bu, ilimle siyasetin iç içe işlemesinin de bir neticesiydi.

Bugüne gelince, Akkâ kuşatmasından çok daha zor olan Gazze kuşatmasının mağduru Gazzelilerin yakınma ve yakarışları mukaddestir, Ümmeti uyandırır.

Buna karşı, biz dışarıdakilerin ulus devlet liderlerini eleştirmeleri bir yere kadar anlaşılabilir. Ama bunların “Ümmetin liderleri” diye vasıflandırılıp onlar üzerinden Ümmetin hırpalanması anlaşılabilir değildir.

Ümmet, iki yüzyıl değil, kaç yüzyıldır tokatlanıyor. Ümmet eleştirileri “Bir tokat da benden!” gibi bir mahiyet taşıyor.

Değil Filistin davası, hiçbir dava, ihanet edebiyatı üzerinden büyümez. İhanet menfidir, menfi olan dağıtır. İhaneti bileceğiz elbette ama onu bu ölçüde dillendirmek, ahmaklıkla ifade edilebilecek kadar ağır bir vaziyettir.

Öte yandan CHP’liler üzerinden seküler yaşam tarzına sahip kesimlerin Kudüs davasının dışına itilmesi de oldukça mahsurludur.

Kudüs, uyarıcıdır ve Filistin özgürlüktür. Bu bağlamda Filistin davası, yakın gelecekte mevcut küresel iktidara karşı büyük bir İslâmî uyanışın yanında, Sosyalist ve Katolik eksenli bir Batı uyanışı getirecek. Rus, Çin uyanışı da devam edecek. Bu süreçte Müslümanların bütünlüğü çok önemli.

İnşaallah önümüzdeki günlerde bu hususlarla ilgili kapsamlı bir analiz yayımlayacağım.