• DOLAR 34.618
  • EURO 36.375
  • ALTIN 2919.487
  • ...

İki binli yılların başındaydık. Özelde İslam alemine, genelde dünyaya dair okumalar ve tefekkürüm, bende artık maddeler hâlinde sıralayabileceğim kanaatler oluşturuyordu.

Buna göre Batı; politikalarını yüzyıllardır çağa göre dizayn ediyordu. Belki tespitim, sahayla birebir uyuşma açısından sorunlu olabilirdi; ama vardığım kanaat, Batı’nın her yüzyılı kabataslak dörde ayırıp yaşadığıydı:

Batı, her Milâdi Yüzyılın ilk çeyreğinde, fiilî projeler başlatır, ikinci çeyreğinde onları uygulamak için ısrar eder, üçüncü çeyreğinde bir süre dinlenir, dördüncü çeyreğinde yüzyılın değerlendirmesini yapar ve bir sonraki yüzyıla hazırlık bağlamında projeler üretir.

İnsanlık, 21. yüzyıla girerken Batı, iki yüzyıldır akademilerinde “din çağı geçti” deyip dursa da siyasetinde İslam düşmanlığını terk etmiş değildi. Aksine Batı, İslam dünyasına yönelik çağa göre güncellenen projelere sahipti.  Bu mahiyetteki tablonun ana hatları şuydu:

  1. Batı, İslam aleminde umut vaat edecek, din ve medeniyet bütünlüğünü birlikte sahiplenen, tutarlı hareketlerin yeşermemesini istiyordu.

İslâmî düşünceyle ilerleme ve sosyal adalet taleplerinin buluşmasından derin ürküntü duyuluyor. İlerleme ve sosyal adalet talepleri “laik” tutulurken İslâmî hareketlerin “dünyaya sırtını dönmüş dinî hareket” olarak kalmaları teşvik ediliyor, dolaylı olarak laikleştirilmeye çalışılıyordu.

  1. Palazlanan İslâmî hareketlerin kapsamlılık anlamında “millî” kurtuluş hareketlerine dönüşmemesi için önlemler alınıyordu.
  2. İslâmî hareketlerin akidede teolojik (ilahiyat) tartışmalara sürüklenerek birbirine düşürülmesi ve fıkıhta uca sevk edilerek halktan koparılması, zafere ulaşmalarını engellemek için etkin yöntemler olarak görülüyordu.

Bu yöntemler İslâmî hareketlerin çağa seslenen yönlerini zayıflatırken onları tarihte kalması gereken münakaşalar içinde bırakıyordu. Bundan dolayı, İslâmî hareketler, bir yanıyla çağı anlamakta gecikiyorlar, diğer yanıyla teolojik, tarihsel ve uç fıkhi münazaraları “esas meseleler üzerine yoğunlaşmak” gibi akılları çelen gerekçeyle sahiplenerek parçalanıp kavga ediyorlardı.

  1. Cihad, hissettirilmeden Müslümanlar arası bir dövüşe dönüştürüldüğü gibi, Müslümanların cihadla ilgili bildiği hukuk bu dövüşte tamamen yok sayılıyor, cihad namına pazarlarda bombalar patlatılıp sıradan insanlar katlediliyor. Böylece zihinler, cihaddan ürkütülüyor hatta tiksindiriliyordu.
  2. Neticede İslâmî hareketler sürüklendikleri tartışmalar ve yaşam tarzlarıyla halktan koptukları gibi etnik sorunlara karşı tamamen duyarsızlaşmışlardı. Dolayısıyla meydan, seküler yapılara kalmıştı.

İslam aleminde hak gaspına uğrayan etnik yapılar, laik yapılara yönlendiriliyor, Batı’nın İslam alemini zihinsel istila projelerinin birer aparatına dönüştürülüyor ve gelecekteki silahlı istilalar için “parasız” asker kaynağına dönüştürülüyordu.

Ortada Batı açısından bir “strateji” Müslümanlar açısından ise bir akıl tutulması vardı ve bu, “Son Haçlı Seferi”ni Batı açısından fazlasıyla sorunsuz hâle getiriyordu.

Bu vaziyet içinde Çeçenistan sorunlar yaşamıştı. Bosna’da Aliya İzzetbegoviç, hareketini korumuş ve muzaffer olmuştu. Acaba Filistin’de HAMAS ne olacaktı?

HAMAS, etrafını saran mezhepsel ve mezhep içi kliksel teolojik ve pratikle ilgili uç tartışmalardan kendisini koruyabilecek miydi? Toplumla bağını sürdürüp Sol’un gittikçe etkisizleştiği Filistin’in “millî” hareketi olarak yol alabilecek miydi?  

Endişe büyüktü zira HAMAS coğrafya olarak bu tartışmaların merkezlerine çok yakındı. Ya orta yolda sebat edip kendisini koruyacak ya da taraf olup boğulacak, mensupları “hak üzere kalma” adına birbirleriyle uğraşacaklar, siyonistlerin işini kolaylaştıracaklardı.

Allah’a hamd olsun, zemin farkıyla birlikte Aliya’yı besleyen damar ne ise Şeyh Ahmed Yasin’i besleyen damar da o idi. HAMAS, askeri kanadını bir Nakşibendi şeyhi olmakla birlikte Filistin mücadelesinde simgeleşen Şeyh İzzeddin el-Kassam adına kurdu.

Bu, Filistin “millî” hareketi olma adına tarihî bir adımdı. Hareketin bölgedeki akıl tutulmasına karşı kendisini koruyacağının en önemli işaretiydi. Meselenin tasavvuf, tarikat zeminiyle ilgisi yoktu. Ondan öte hareketin şemsiye genişliği konusundaki uzlaşısına işaret ediyordu. Çatı, “millî” bir harekete zemin oluşturacak şekilde çatılmıştı. Bundan sonrası selametti.

Ve şimdi el-Kassam sözcüsünün sesi, sadece Gazze’de değil, Batı Yaka’da da cami minarelerinden iftiharla yükseliyor. Mevcut cihad evresinin yakın neticesi ne olursa olsun el-Kassam, Müslümanları ihya ediyor. Müslümanların ihyası, hiç kuşkusuz dünyanın ihyası demektir.
Rabbim mübarek kılsın: Körfez Savaşı ile istilalarına başlayan Son Haçlı Seferi, inşaallah henüz başında olduğumuz kapsamlı bir kurtuluş hareketiyle tarihe karışıyor.