• DOLAR 34.703
  • EURO 36.683
  • ALTIN 2940.977
  • ...
‘Birliktelik`, uluslararası sisteme karşı başlı başına bir direniştir. Birliktelik, güven üzerine kuruludur. Bu çağda diriliş ve direniş, El-Emin`e tabi olmaktır. El-Emin, ‘emin` vasfını ihya etmektir.
İnsanın vahiy ile bağını koparmayı hedefleyen modernistler, mutlak bir beşeri iktidara ulaşarak güven içinde bir dünya inşa edeceklerini iddia etmişlerdi.

Onlara göre beşerin iktidarı büyüdükçe dünya gelişecek ve huzura kavuşacaktı.
Öyle olmadı. İnsan ile vahiy arasına engeller konunca insan ne kadar ilerledi ise insanlığından da o kadar uzaklaştı.

İnsan ile Allah arasına engel koymayı hedefleyen anlayış, önce kendi anavatanı Fransa`yı vurdu.
Kimse için güvenin olmadığı ve dehşeti ifade etmek için kullanılan ‘terör` kavramı, bu anlayışın Fransız İhtilali`nden sonra Fransa`da devlet eliyle başlattığı süreçlere ad olarak doğdu.

Fransız devleti, ihtilalin ardından ihtilal karşıtlarını yok etmek için başlattığı süreçlere ‘terör dönemi` adını verdi. 1792-93 yıllarına ‘Birinci Terör Dönemi`, 1793-94 yıllarına ‘İkinci Terör Dönemi` dendi. Böylece tarihte ilk kez bir devlet kendi uygulamalarını resmen ‘terör` olarak ilan etti. O dönem içerisinde sokak infazları ve çatışmalarında ölenler dışında Paris Devrim Mahkemesi, 13 ayda 1220 kişiyi idam etti.
 
Ardından ‘Prarial Yasası` denen bir yasa çıkarıldı ve bu yasa doğrultusunda çoğu ülkenin önde geleni olmak üzere kırk dokuz günde 1376 kişi idam edilerek öldürüldü.
Modernizmin (Aydınlanmacı (Rönesanscı) beşerin-vahiy düşmanı insanın) iktidarını duyuran o dehşet, kısa bir süre içinde Avrupa`ya yayıldı. Avrupa, o anlayış içinde II. Dünya Savaşı`nın sonuna kadar birbirinden on milyonlarca insanı katlederek birbirini imha etti.

O anlayış, aynı süreç içinde dünyaya dalga dalga yayılarak ulaştığı her noktada güveni yok etti.
‘Güven`; tehditlerden, tehlike kuşkusundan, aldatılma endişesinden uzak olma halidir.
Güvensizlik, tehdit korkusu içinde yaşamaktır; aldatılma, zarara uğratılma, canından olma korkusu içinde yaşamaktır; bugünü ve geleceği konusunda endişe içinde olmaktır.

Modernizmle önce devletler güvensizlik içine girdiler, sonra toplumlar, sonra büyük aileler, sonra eşler, kardeşler, komşular, dostlar ve herkes ve her şey güvensizliğe mahkûm oldu. Dağlarda yaşayan yörükten, dünyamızı koruyan ozon tabakasına, herkes ve her şey modernist çılgınlığın tehdidiyle yüz yüze kaldı. Yeryüzünden ‘güven` kalktı, ‘güvensizlik` iktidar oldu.

Bir ömür her tür yalan ve hileden uzak yaşamış bir insan olsanız ve böyle de bilinseniz duyulmamış bir bilgi aktardığınızda karşınızdaki insan ya gözleriyle ya bizzat sözlü olarak bir ‘Acaba!` çekiyor, ‘Doğru mu söylüyorsun?` diyerek keşke mekanizmasını harekete geçiriyor.

Dünyanın en rahat yaşayan insanı da olsanız önünüze gelen yiyecekten, içecekten kuşku duyuyorsunuz; sofranızdaki yiyecek, evinizin yanı başındaki bir fabrikada üretilmiş bile olsa onu güven içinde tüketemiyorsunuz. Kendi öz tekstil tezgâhınızda ürettiğiniz giysiyi güven içinde giyemiyorsunuz`.

İnsanlık her gün ‘Musluğumuzdan akan su zehirli mi?` kuşkusu, ‘Atmosfer deliniyor mu?` korkusu yaşıyor.
Güven, insanın en temel gereksinimidir. Gelişme ancak güçbirliği ile olur. Mutluluk, ancak güven içinde yaşamakla sağlanır. Güven, gelişme ve mutluluğun temelidir.

Modernizm, güveni imha etti ve yeryüzünden emniyeti kaldırdı. İki insanın bir araya gelip kendileri için bir dünya inşa edecekleri ortamı bırakmadı.
Kapitalist tutum, önce ticarete hâkim oldu. Ticaret, zayıfın yem olduğu ve bir anlık insani gaflete düşen güçlünün o anda avlandığı bir fırsatçılığa dönüştü.

Sonra o fırsatçı tutum, hayatın bütün alanlarına yayıldı. Siyasi-sosyal bütün ilişkilerin esası haline geldi.
Modernist bir filozofa göre ‘İnsan, insanın kurdudur.` Mutlak beşeri iktidarı hedefleyen modernizm, hayatı kurtlar sofrasına dönüştürdü. Bir görüşe göre bu anlayış, tahrif edilmiş Hıristiyanlığın ‘İnsan, günahkâr olarak doğar` inancına dayanıyor ve bu inanç, bütün insanları peşinen suçlu, güvensiz ilan ediyor.

Modernizmin uğraş alanı, 1960`lı yıllara kadar devletler ve toplumları idare eden seçkinlerdi ama bugün fertlerin ta kendisidir. Koca dünya güçleri, işini gücünü bırakmış sokaktaki fertlerle mi uğraşıyor? Ne yazık ki öyle! Bugün toplumları böle böle bireyleştirme ve birey birey onların beyni ve kalbi üzerinde iktidar kurma, hiçbir ferdi bu iktidar alanı dışına bırakmama uluslararası güçlerin en önemli hedefidir.

Modernist anlayış, tek tipçi bir zihniyettir; hiçbir yerde ve ulaşamadığı hiçbir gönülde iktidar ortağı kabul etmez.
Daha önce devletleri ve toplumları yöneten belli bir sınıfa ulaşan modernizm onları güvenden yoksun bıraktı, bugün küresel gelişmeler sayesinde her ferde ulaşıyor ve her ferdi güvenden yoksun bırakmaya çalışıyor. Dünün modernist dünyasında politikacılar ve onların etrafındaki gazeteciler ve tüccarlar ‘güvenilmez adamlardı`, bugün sokaktaki adam ‘güvenilmez adam`oldu.

Hz. Resulullah (SAV)`ın üstünlüğü her alandadır. Ama insani ilişkilerde onu Mekke`deki herhangi bir insandan ayıran, Onun güvenilir olmasıdır; emniyetin kalmadığı bir şehirde Onun ‘El-Emin` olmasıdır. Bugün hepimiz bir daha El-Emin`e muhtacız. O, son Peygamberdir. İktidar Onun hakkıdır, Onun iktidarına karşı iktidar inşa eden herkes dünyanın her neresinde olursa olsun gaspçıdır, işgalcidir. O gaspçıları, işgalcileri bertaraf etmenin yolu ‘Emin` sıfatını ihya etmektir.

Bu pencereden bakıldığında dinin ihyası, güvenin ihyasıdır. Güven tesis etmenin yolu vahye bağlanmaktır, El-Emin`in yoluna girmektir. Güvenin hâkim olmadığı hiçbir yerde, hiçbir gönülde vahye dayanma yoktur. Vahye dayanılmayan hiçbir yerde, vahye bağlanmayan hiçbir gönülde güven yoktur. İnsan hakları adı altında vahyin bir kısmından istifade edip onunla modernizm arasında bir sentez kurmak, gerçek güveni sağlamaz. Mutlak güven için her yönüyle vahye dayanmak gerekir.
 
BİREYSEL GÜVENİN YIKILIŞI
İnsanın vahiy ile bağının kesilmesiyle önce ‘mal`, olduğundan farklı tanıtıldı. Sonra hayatın bütün alanlarında gerçeği olduğundan farklı göstermek maharet oldu, ‘sanat` haline geldi.
Uluslararası sistem için problem olmak, ancak birliktelikler inşa etmekle mümkündür.
Kendi dışındaki dünyayı ‘toplum` biriminde değil ‘birey` biriminde yönetmeyi geleceğinin teminatı bilen uluslararası sistem, iki kişinin güven içinde bir arada duramayacağı bir dünya tasarlıyor.

Küresel gelişmeler ile uluslararası sistemin fertler üzerindeki etkinliği arttıkça kalpler fesada uğruyor. Kalple dil, dille eylem arasındaki bağ kopuyor. İnsan, gerçeği olduğundan farklı yansıtmaya öylesine alışıyor ki gerçeğin gerçekliğinden kuşku duymaya başlıyor. Bütün hayatı sahte olana ayarlanıyor, doğruyu garipsiyor, kabullenmekte güçlük çekiyor, dürüst insanlara güvenmemek için sebep arama yoluna gidiyor.
 
Doğruluk, problem haline geldi. Her doğruluğun altında bir yalan aranıyor.
Kuşkunun birey kalplerinde bir imparatorluğa dönüştüğü böyle bir dünyada hiçbir bireyin çağrısı başka bireylerde karşılık bulmaz. Böyle bir ortamda iki birey güven içinde bir araya gelemez ve bireyler bir araya gelmedikçe, birlikteliği zulme direniş yolu olarak görmedikçe uluslararası sistem bir adım geri gitmez.
 
KURUMSAL GÜVENİN YIKILIŞI
Amerikalı ‘terör` uzmanı Graham Fuller, İslam dünyasındaki hareketlerin güvensizliğe düşürülerek etkisizleştirildiğini söylüyor.
Güvensizleştirerek etkisizleştirmenin birkaç aşaması vardır. Onların birliktelik iradesini gerçekleştirmeleri engellenir.
Bunda başarılı olunmaz da ortaya müteşekkil bir yapı (kontrol dışı bir kurum) çıkarsa o yapı illegal bir hayata mahkûm edilerek hem dış müdahaleyle hem de onda ağır bir baskıyla ‘maslahat için yalan`ın alanı genişletilir. Neticede ‘ihtiyaç üzere yalan söz`, doğru sözü sayısal olarak geride bırakır.

Başta bir ‘koruma` oluşturan, bir dış güvenlik sağlayan ‘yalan söz` gittikçe müteşekkil yapının içinde ve kitlelerle ilişkisinde güven yıkıcı olur, müteşekkil yapının yol alışını olumsuz etkiler.
Bir kurumun halk nezdinde meşruiyet kazanmasının (halkın onayını ve desteğini almasının) en önemli şartı, o kurumun amaçlarını gerçekleştirebilmesidir.

Bütün engellemelere rağmen bir yapı, yasal alana açılırsa onun amaçlarını gerçekleştirmesi engellenir.

Bu da birkaç yolla gerçekleşir:
1. Uzak hedefleriyle yakın hedeflerini (misyonuyla vizyonunu) birbirine karıştırarak hem onu bazıları için ‘yakın tehditler` arasına almak, onun düşmanlarını harekete geçirmek hem de kitlelere dönüp ‘Bakın ne dediler de yaptılar ki?` diyerek onu itibarsızlaştırmak.

2. Gerçek gündeminden uzaklaştırarak yakın hedeflerini gerçekleştirmesine engel olmak.
Neticede müteşekkil yapı, hem dış güçlere hedef olur hem de halk nezdinde ‘sloganik bir yapı` imajına bürünür, gelişme ve uluslararası sistem için problem olma imkanını kaybeder.
 
ULUSLARARASI SİSTEME KARŞI KOYMAK
Mevcut uluslararası sistemin ana karakteri, güvensizliktir. Ona karşı koymanın da en etkili yolu güveni yeniden tesis etmektir. Birliktelik, direnişin ta kendisidir ve birliktelik için güven en önemli koşuldur.
Bu çağda bir yol arkadaşı, bir ortak, bir karı, bir koca, bir memur, bir işçi, bir amir, bir siyasetçi olarak güvenilir bir Müslüman olmak en büyük değerdir.

Bugünün dünya gerçeğinde ‘yumuşak güç` ve ‘sert güç` ayrımı bilinmektedir. ‘Yumuşak güç`, askeri olmayan her tür güçtür.
Güvenliğini ‘güvensizlik` üzerine inşa eden uluslararası sisteme karşı Müslümanların en etkili gücü ‘güven`dir.
‘Güven`, Resulullah (SAV)`in Mekke`deki sisteme karşı en etkili silahıdır.

Onun güveni Mekke`deki bütün hilelere galip geldi, Mekke`deki sistemin bütün tedbirlerini geçersiz kıldı.
Bugün de ‘güven`, bütün engellere karşı en güçlü donanımdır.
Hattta özellikle Müslüman toplumlarda güvene sahip olanın (toplum onayının önem kazandığı bir dünyada) neredeyse başka hiçbir şeye sahip olmasına gerek yoktur.

Müslüman toplumlar kendisi için ‘Emin` temsilciler, ‘Emin` kurumlar aramaktadır.
Ümmetin hiçbir arayışı, bu arayıştan daha büyük değildir. Çünkü ümmeti uluslararası sistemin pençesinden kurtarıp yüce Allah`ın ona verdiği imamlık görevine iade edecek olan, El-Emin`in yoluna girmektir.