• DOLAR 34.579
  • EURO 36.296
  • ALTIN 2996.092
  • ...

Filistin’de dünyanın gözü önünde soykırım yapılıyor. Daha önce de dünyada nice soykırım yapıldı. Ama geçmişin dünyasında soykırımlar genellikle duyulmaz, dolayısıyla insanın vicdanıyla çok az temas kurardı.

Bugünün dünyasında Filistin çocuklarının sesi, dünyanın en ücra köşelerindeki kulaklara ulaşıyor. Buna rağmen dünya halkları, bazı Müslümanlar ve bazı duyarlı kesimler dışında çocukların çığlıklarına karşılık vermiyor. Uzaklarda bizden biri katlediliyor, diye çığlığa çığlıkla cevap vermiyor.

Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ise soykırımın bizzat içinde. Ya diğerleri? Onlardan da Filistin soykırımını “kınayacak” bir karşılık dahi yok gibi.

Soykırım karşısındaki tutum neden böyle? Sorunun küresel nedenleri ve doğrudan İslam dünyası ile ilgili nedenleri var:

“İKTİSADİ İNSAN”IN HAYVANLAŞMASI

İnsanın yüceliği, insanî değerlere dayanır. İnsan, o değerleri göz ardı edip salt ekonomi merkezli düşündüğünde artık insanlıktan beşerliğe düşmüştür.

Modernizm öncesi dünyada değerlerin bağnazlık boyutuna ulaştığından şikâyet edilirdi. Modern devirde o değerler ardı ardına terk edildi, dünya siyaseti genel olarak laikleşti. Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra, dünya siyasetine seküler/laik bir etik getirildi gibi. İnsanlık, sekülerleşmekle bağnazlıktan kurtulup insan haklarına daha duyarlı bir dünyaya kavuştuğunu zannetti. Bu dönüşümle, tarihte ilk kez İslam sonrası bir uygarlığın insanlara vaat ettiği insan hakları, İslam’ın insanlığa sağladığı insan hakları ile kıyaslandı.

Oysa insanlık aldanıyordu. Çünkü seküler/laik etiğin kaynağının ve en üst makamının güç sahibi “beşer” olmasıyla o etiğin çıkara göre değişmesi tehdidi vardı. İnsan için böyle bir tehdit işledikçe insanlık güvende sayılmazdı ve ona vaat edilen haklar, tabiri caizse pamuk ipliğine bağlı sayılırdı.  

Nitekim insanlık seksen yıldır, Batı’nın kendi dış siyaseti veya iç asayişi ile ilgili olmayan durumlarda insan hakları konusunda nasıl da çifte standartlı olduğuna şahitlik ediyor. Irkçılık karşıtlığı insan haklarının elifbasıdır. Hâlbuki dünkü Güney Afrika Cumhuriyeti gibi bugünkü israil için de Batı, ırkçılığın açıkça bir tarafı.

Yaşadıklarımız bize, şunu gösterdi: Batı için insan hakları, insanla ilgili esas bir mesele değildir, günlük çıkarlara alet edilebilecek bir meseledir. Batı, insan haklarını evrensel haklar olarak benimsememiş, politikası için kullanılabilecek bir malzeme olarak görmüştür.   

Ama sekülerleşme/laikleşme ile insan hakları arasındaki ilişkide insanlığın kaçırdığı başka bir husus da var. Sekülerleşme, zihinsel ve yaşamsal olmak üzere iki boyutlu bir süreçtir. Bu sürecin tamamlanması çok kısa sürebileceği gibi, birkaç kuşağı da bulabilir ve sekülerleşme sürecini tamamlayan insan, dünyaya artık değerler penceresinden değil, iktisat penceresinden bakıyor. Bu, hayvanlaşma ve başka bir ifadeyle insanlıktan düşüp beşerleşme hâlidir.

Bosna’daki acılar karşısında dünyanın duyarsızlığına şahitlik eden Aliya İzzetbegoviç, sekülerleşme ile insanlıktan uzaklaşma arasındaki ilişkiyi fark edebilen nadir düşünürlerden biridir. Ona göre, sekülerleşme son boyutuna vardığında artık merhamet, şefkat gibi insanî duygulardan ve fedakârlık gibi tutumlardan söz edilemez. Zira bu duygu ve tutumlar tamamen din kaynaklıdır.

Bugün insanlık, İzzetbeoviç’in şikayetlerine konu olan sekülerleşmeyi de aştı. Karşımızda tamamen “zevk” merkezli bir dünya var. “Zevk”; “tüketim” demektir ve “tüketim” iktisadi kaynak ister. Böyle bir dünyada “insan”ın tutumları; yem-şehvet-korku bağlamında işleyen hayvansal tutumları andırır.  

Böyle bir “insan”ın iktidarlarla ilişkisinin esasında insanî değerler yoktur, ekonomik çıkar vardır. İktidardan esas beklentisi kendisinin zevklerini icra edeceği bir iktisadi ortam sağlamasıdır. Dolayısıyla onun nazarında hangi iktidar adayı, ekonomik koşulları iyi tutabiliyorsa iktidar olmaya en layık olan odur. Bu durum, iktidarları iktisat merkezli bir siyasete zorluyor ki bu siyasete tamamen teslim olan bir iktidar, hangi değerlerden söz ederse etsin esasta seküler/dünyevi/laik bir iktidardır.

Dünya ekonomisi, Yahudilerin elindedir. İktidarlar, Yahudilerle ilişkilerinin bozulması durumunda iktisadi durumlarının bozulacağı endişesi taşıyorlar. Dolayısıyla Yahudileri kızdıracak tutumlarda bulunmak bir yana, onların takdirini kazanacak tutumlar için yarışıyorlar. Halkları dolaylı olarak bunu onaylıyor. Zira halklar nedeni ne olursa olsun, iktisat merkezli olan dışında, siyaset tarzlarını akıl dışı görüyor.

İnsanın beşerleşip aklın bu şekilde hayvansal işlemesi, bugün Filistin meselesindeki duyarsızlığın evrensel ve esas nedenidir. Bu beşerleşme yüzünden, israil ordusunu doğrudan destekleyen firmaların ürünlerine yönelik boykot daha etkili olmamaktadır.    

İSLAM DÜNYASI NİYE DUYARSIZ?

İslam dünyasındaki duyarsızlığın birbirini tamamlayan birden çok nedeni var:

  1. İdeolojik laikleşme:

Mescid-i Aksâ, bir inanç meselesidir. İnancın güçlü olmasıyla, Mescid-i Aksâ duyarlılığı arasında doğrusal bir ilişki vardır. İnanç güçlendikçe Mescid-i Aksâ’ya karşı duyarlılık; inanç zayıfladıkça Mescid-i Aksâ’ya karşı duyarsızlık artacaktır.

Müslümanlar arasında laikleşmenin Truva atı ırkçılıktır. Irkçılık hem Müslümanları bölüyor hem onların zihin dünyasında şiar evrenini ve değerler sistemini değiştiriyor. Irkçılıktan önce dünyaya İslam’ın şiarlarının penceresinden bakan fert ve toplumlar, ırkçılıktan sonra, uydurulmuş ulusal simgeler penceresinden bakıyor. Buna karşı üretilen sentezler, bir aldanma ve nihayet bir teselli getirmekten öte bir iş görmüyor.

İslam dünyasında modern milliyetçiliğin bütün türlerinin kotları Batı’da ve genel olarak Mason/Yahudi localarında üretilmiştir. Dolayısıyla bugüne kadar Arap milliyetçiliği dahi, Kudüs davasına Ümmetin diğer unsurlarının ilgisini azaltmaktan başka bir katkı sağlamış değildir.

Milliyetçilik nihayetinde en mukaddes değer olarak “ulus” ve “ulusal devlet”i görüyor. Bugünün dünyasında “ulusal devlet”in yaşaması tamamen Batı’yla ilişkilendirilince hiçbir milliyetçi akım, halisane bir şekilde Kudüs davasını sahiplenmiyor. Hepsi “ulusal çıkar”lara hizmet ettiği kadar Kudüs’ün yanında duruyor.

Milliyetçilik sözde bir duygu akımı iken bu ultra “akılcı”/matematiksel tutum, Kudüs davasıyla ilgili Ümmet tutumunun önünde engel teşkil ettiği gibi, kimi zaman sahte kurtuluş operasyonlarına yol açıyor ki bu, siyonistlerin  “öğrenilmiş çaresizlik” projelerine doğrudan hizmet ediyor.

Bugün Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri merkezli post-modern Arap milliyetçiliği, “ulusal çıkar”ı hanedan çıkarı ile de bütünleştirmiştir. Bu yeni milliyetçilik, Arap “ulusal çıkar”ını çevrelerindeki ulusal imparatorluk hayallerine karşı, siyonizmin yanında durmakta görüyor.

Arap milliyetçileri bölünmüştür ve ana akım Arap milliyetçileri, Filistin halkını ulusal imparatorluk hayali kuran bölgesel unsurlarla dirsek teması kurarak Arapların geleceğini riske atmakla itham ediyor. Dolayısıyla onların Filistinli çocuklar için gözyaşı döktükleri söylenemez. Nitekim Kâbe’de bir duayı dahi çok görüyorlar.

İslam dünyasının en katı laikleri ise hiç kuşkusuz sosyalist yapılardır. İslam dünyasında CIA ile bağı bilinen bazı kesimler dışında ABD yanlısı sağcılık, genel olarak öldü, ulusalcı sosyalizm ise hâlâ hem yönetimlerde hem mektepli kesim halk arasında ciddi bir konuma sahip.

Sosyalistler bir dönem, Filistin davasına sahiplenmekle siyonistlerin “öğrenilmiş çaresizlik” tezlerine hizmet ettiler. Bugün ise İslam dünyasındaki sosyalist kesimlerin mühim bir kısmı doğrudan siyonistlerin Filistin halkına yönelik soykırımını alkışlıyor. Zira siyonistler onları kurumlarında çalıştırarak doyuruyor. Buna karşı Filistin mücadelesinin İslam dünyasında İslâmî kesimi güçlendirmesinden endişe ediyorlar ki bunu da meyhane merkezli yaşam tarzları için risk görüyorlar. Dünyaya iktisat merkezli de baktıklarından sosyalistler, ekonomik çıkarlar gereği Yahudilerin yanında durmayı “akılcı” buluyor.

  1. İDEOLOJİLER ÖTESİ (GİZLİ) LAİKLEŞME:

İslam dünyasında ideolojiler ötesi bir tüketici zevkperizm de yayılıyor ki bu akım, bütün laikleşme türlerinden daha yaygındır. Zevkperest yapılar, dünyaya zevkleri penceresinden bakıyorlar. Günlük yaşamları, çalışma saatlerinin dışında, eğlence ve farklı spor türleri arasında geçiyor. Çoğunun zihninde inanç var ama yaşam tarzında inancın yeri yok. Dünyadaki gelişmelerden ya habersizler ya da zevkleriyle uğraşmaktan veya zevklerine para yetiştirmek için çalışmaktan Filistin’de yaşananları duymaya “vakitleri yok”! Pek çoğu çevresine karşı duyarsızlaşan bu beşerlerin bütün dini yaşamı, bolca yemin etmekten ibarettir.

Gizli laikleşmenin farklı bir kesimi ise bu zevkperestleri de içine alıp onları da aşan iktisat merkezli düşünme ve tutum belirlemedir. Hakikatte kendisine laik/çağdaş/modern veya ultra dindar/epey dindar/biraz dindar desin, dünyaya salt iktisat merkezli bakan herkes laiktir. Bunu beyan edenler açık laik iken diğerleri zımnen laiktir. Örneğin, günlük yaşam tarzı ne olursa olsun seçim için tercihini beyan ederken “Adamın dinine, imanına, namazına; içkisine, fuhuşuna bakmam; cebime bakarım, hangisi bu meyanda hayatımı kolaylaştıracaksa oyumu ona veririm!” diyen biri tam anlamıyla laiktir. Dünya görüşü bu olan birinin hükümetlerden Kudüs’le ilgili cesur kararlar almasını istemesini bekleyemeyiz. Zira Kudüs, fedakârlık gerektirir ve fedakârlık, maazallah iktisadi daralmaya yol açabilir!

Gizli laikleşmenin en bilinmeyen kesimi ise apolitik olma iddiasındaki dinî gruplardır. Hakikat şu ki bugünün politik koşullarında apolitik olma iddiasındaki yapılar, bütüne hizmet eden stratejilere de hizmet etmiyorlarsa laik ama gizli laiktirler. Bu tür yapıların farklı versiyonları, geçmişte Büyük Britanya ve Amerika; bugün doğrudan siyonistlere bağlı yapılar tarafından desteklenmektedir. Bunların bazı yaygın organları da geçmişten beri farklı kulvarlarda doğrudan siyonistlerle çalıştığı için mide bulandırıcı haberler yapıyorlar.  

  1. MÜSLÜMANLARIN MASLAHATLARINDAN KOPUK FIKHÎ STATİK

Fıkıh, detay meselelerde doğrudan Müslümanların maslahatları ile doğrusal bir bağ içindedir. Müslümanların maslahatı; fıkhın esnekliği gibi, dinamik olmasına da bağlıdır.

Ne yazık ki İslam aleminde bazı statükocu akımlar yüzünden ve özgüveni sağlam alimlerin yetişmemesiyle fıkıh esneklik ve dinamizmini kaybetmiştir. Fıkhın bu vaziyeti, tali bir mesele değil, Müslümanların başına gelen musibetler için felaket kaynağıdır.

Bugün Müslümanların önünü iktisatta açacak fıkhi esneklik ve dinamizm unutulduğu gibi, bu alanda maslahattan uzak, dar görüşler; Müslümanların yoksul kalmasına, başkalarına muhtaç olmasına ve günaha düşmesine yol açmaktadır.

Mesele sadece iktisat da değildir. Şu anda Müslümanların kendilerini dünyaya anlatmaları için acilen sanatsal bir dinamizme ihtiyacı vardır. Sanatsal dinamizmin önündeki engellerden biri ise fıkhî olma iddiasındaki kişisel ya da kliksel dar görüşlerdir. Hâlen pek çok petrol zengini, bu dar görüşlere dayanma iddiasıyla Müslümanların sanat etkinliklerini desteklemezken dünyanın neredeyse bütün laik sanat etkinliklerine para aktarmaktadır.

  1. KADINLARIN SOSYAL VE SİYASAL HAYATIN DIŞINA İTİLMESİ

Kadın, yaşamın sadece yarısı değildir aynı zamanda bütünü etkileyen esas bir insan unsurudur. Kadının içinde yer almadığı bir faaliyet kusurludur. Oysa İslam aleminde yayılan uç görüşler yüzünden Müslüman kadın, dinamizmini kaybetmek üzeredir. Zira sosyal ve siyasal hayatta kadına hiçbir şekilde tahammül edilmemektedir.

Müslüman kadın, bu kısıtlamalar yüzünden İslâmî siyasetten uzaklaşırken beşerî yanlarına ve beşerî akımlara yönelmekte, bundan dolayı aynı zamanda Müslüman aile de bunalım yaşamaktadır.

Kur’an ve Sünnet’le doğrudan çelişen ve tamamına yakını dönemsel fetvalara dayanan kadına yönelik kısıtlamaların mevzu edilme tahammülünün dahi olmaması hiç kuşkusuz siyonistlerin işine yaramaktadır. Filistin’de kadının mücadelede üstlendiği rol, siyonisti ürkütürken bu tür yaklaşımlar, siyonisti sevindirmektedir.

Bunların yanında

-Siyasetin merkezine adaletin yerleşmemesi,

-Eleştiri/yerme hastalığının hakkı ifade onuruyla karıştırılması,

-İslâmî buluşmalarda şuur derslerinin yerini “Orta Çağ” Hıristiyanları arasındaki teolojik tartışmaları andıran içeriklerin alması,

-Müslümanların mukaddes üç şehrinin yer aldığı Arabistan Yarımadası’nın dar mezhepsel propaganda ve cephelerce dolması ve kuşatılması,

Müslümanların Kudüs davası ile ilgili duyarsızlıklarının diğer nedenleri arasındadır.

Karamsar mı olmalıyız?

Düşmanımızın lehine bizim aleyhimize bu tabloya rağmen kesinlikle hayır! Çünkü “Allahüekber” diyen karamsar olmaz. Öte yandan, iman ve güç savaşında, başta güç galip geliyor gibi görünse de eninde sonunda zafer imanındır. Bugüne kadar tarihin hiçbir evresinde güç, imana galip gelmemiştir. Yeter ki iman ehli sebat eylesin.