• DOLAR 34.497
  • EURO 36.264
  • ALTIN 2960.441
  • ...

Selâhaddin-i Eyyûbî’yi Haçlılar karşısında avantajlı kılan etkenlerden biri, onun o günün dünyasında gezgin dervişlerle kurduğu bağdır. Gezgin dervişler, tarikatlarını duyurmak için İslam dünyasını dolaşırken Kudüs için verilen mücadeleyi Ümmete anlatmış ve toplumların yöneticilerini markaja alarak onların Kudüs mücadelesi lehinde davranmalarına vesile olmuşlardır.

Dünya tarihinin bu en planlı kamu diplomasisi, henüz Nûreddin Mahmud Zengî Devri’nde başlamış, Nûreddin dervişlerin etkileyip yönlendirdiği kamuoyu sayesinde cihada katılmak konusunda isteksiz olan beylikleri cihadın bir tarafı hâline getirmiştir.

Kamu diplomasisi, en öz ifadeyle doğru bilgilendirmek, bilinçlendirmek ve doğruya yönlendirmektir. Bugünün dünyasında başarılı bir kamu diplomasisi yürütmek, neredeyse fiili savaşı başarılı yürütmek kadar önemlidir. Başarılı bir kamu diplomasiniz yoksa zaferler, maksadına ulaşmaz.  

Sosyal medyanın sahada görünmesinden önce kamu diplomasisi medya üzerinden ve ülkelerin iletişim kurdukları yapılar üzerinden yürütülüyordu. Günümüzün iletişim dünyasında sosyal medyaya ulaşan herkes, kamu diplomasisinin bir tarafıdır.

Kamu diplomasisinin, “kitlesel” tarafının önemi inkâr edilemez. Kamu diplomasisinin kitle boyutuna ulaşması elbette başarıdır. Lâkin “kitlesel” taraf, plansızlık ve gelişigüzellik anlamına da gelir. Bu da emek israfına yol açacağı gibi, aynı zamanda oldukça risklidir. Kamu diplomasisinin kitlesel yanı, planlı yanının dışa vurumu ve planlı yanının kontrol edebileceği bir iç denetime tabi olmalıdır.

Bu da elbette, kamu diplomasisinin hedeflerinin kitle tarafından iyi bilinmesi ve kitlenin o hedefler doğrultusunda hareket etmesiyle mümkündür.

Planlanmış söylem, kitle söylemine dönüşmüşse kamu diplomasisi zafere ulaşmıştır ve kamu diplomasisi zafere ulaşmışsa sahadaki zaferin üzerine, yeni bir zaferin zemini hazırlanmış sayılır.

Bu açıdan el-Aksâ meselesinin bütün veçhelerinin bilinmesi ve bu konuda etkili bir kamu diplomasisinin geliştirilmesi gerekiyor. Mesele sadece Siyonizmin vahşetlerini dünyaya duyurmak değildir hatta bazen vahşeti duyurmak, maksadı aşarak bir propagandaya dahi dönüşebilir. Mesele, Kudüs davasının ilgili herkes için taşıdığı önem ve manayı duyurmaktır.

Bu mahiyette galiba, el-Aksâ mücadelesinin yedi veçhinden söz edilebilir:

1) el-Aksâ Mücadelesi İnsanlık Meselesidir

ABD ve dış meselelerde iradesi gittikçe tartışılır duruma düşen Avrupa Birliği (AB), her aşamada israil’in tutumunu kendi tutumu gibi benimsemekte, israil’in başında kim bulunursa bulunsun israil’in politikalarına teslim olmaktadır.

Öncelikle açıkça göründüğü üzere ortada bir ittifak vardır. Ama ne üzerine ittifak? 1099’da Kudüs’e yönelik Haçlı ittifakı, Hıristiyanlığın Papa önderliğinde bir “Hıristiyan Kudüs” ittifakı idi. Ya ABD’nin önderliğindeki ittifak, hangi değerlerin ittifakıdır?

ABD ve AB, israil’i desteklerken sanki bütün insanlık israil’in yanındaymış gibi bir algı da oluşturmaktadır. Öyle midir? Hayır.

Bir kere ABD ve AB’nin nüfus çoğunluğunu oluşturan Hıristiyan dünya, israil’in yanında değildir. Filistinlilerin acılarını duyan Avrupalı ve Amerikalılar, Filistin mücadelesini desteklemektedir. Başta Katolikler ve bazı Sol gruplar olmak üzere Batı halkları, israil’den nefret etmektedir. İsrail’i destekleyen tek Hıristiyan yapı Evanjelistlerdir. Son dönemde ABD’de yaşanan seçim süreçlerinde bu yapının bir kısmı da desteğini sorgulamaktadır.

O hâlde ABD ve AB’de israil’i destekleyenler, siyonist sermayenin çok yönlü desteğiyle seçimleri kazanmış, onlara borçlu, onlara kul olmuş yöneticilerdir. Pek iradeli görünürken aslında siyonist sermayenin elinde tamamen iradesiz, dolayısıyla siyasetin öznesi görünürken nesnesi olmuş, insanlığa ihanet etmiş, ikiyüzlü siyasetçilerdir. Onlar, kendileri ve temsil ettikleri yapıların siyasi geleceği adına israil’in vahşetlerine, katliamlarına, gangsterliğine yardımcı olmaktadırlar.

Modern ve postmodern süreçte oluşan “dünya iktidarı” iddiasındaki “küresel despotizm”, “Ben, karar veririm ve herkes kabul eder!” havasındadır. Ki bu, insanlığın iradesinin, dolayısıyla evrende “insan olma” özgünlüğünün imha edilmesidir. Siyonist sermayenin elinde nesneleşen siyasetin; politik varlığı ve hırsı uğruna insanlığın imhasına katılmasıdır.

Buna karşı Filistin’de verilen mücadele insanlığın “Hayır/La!” diyebilme kabiliyet ve iradesini temsil etmektedir. Filistin mücadelesi, bu açıdan bütün insanlığın küresel despotizme karşı insanlık savaşıdır. Dolayısıyla insanlık; küresel imhaya, hiçleştirmeye karşı insan kalmak için Aksâ mücadelesine destek vermek durumundadır.  

Bunun sadece acılar bağlamında değil, mücadelenin insanlık için anlamı açısından başta İngilizce, İspanyolca, Fransızca, Almanca, Rusça, Çince gibi diller olmak üzere bütün dünya dillerinde fertler bir bir markaja alınarak insanlığa duyurulması, mücadelenin hak edip bugüne kadar almadığı desteği alması için zorunluluk arz eder.

2) el-Aksâ Mücadelesi Ümmet Meselesidir

Filistinliler Ümmettendir ve Mescid-i Aksâ, Ümmetin mukaddesatıdır. el-Aksâ’nın aşama aşama siyonist egemenliğine bırakılmasının bir yanı da Ümmeti rencide etmek, onurunu kırmakla ilgilidir.  Nasıl ki bir ordunun sancağı ayaklar altına alındığında o ordu rencide olursa Ümmet, Kudüs’ten dolayı öylesine rencide edilmiştir.

Ben ateistim, İslam’a düşmanım diyen siyasetçiler dahi, dünyanın gözünde sosyal olarak Müslümandır, Müslümanların vaziyeti ile ilişkilidir, ona göre saygı ve kabul görür. Mukaddesatınız ayaklar altında olduğu sürece dünya siyasetinde onurla konuşamazsınız, şereften söz edemezsiniz, saygı görmez ve gerçek anlamda kabul göremezsiniz.

Birleşmiş Milletler’de istediğiniz nutku atın ve kendinizi dilediğiniz kadar İslam’ın dışında gösterin, mukaddesatınız ayaklar altında ve kardeşleriniz öldürülürken kılınız kıpırdamıyorsa sizi ancak istihza ile dinlerler. Kimse dünya lideri diye size saygı duymaz.

Endonezya ya da Surinam, Filistin’e uzak olmakla, el-Aksâ mücadelesine uzak olamaz.  Ondan öte Avusturalya’da yaşayan bir Müslüman, ilk kıblesi ayaklar altında olmakla, ruhen de olsa rahat olamaz, kendisini rahat ifade edemez, kompleksleri aşan bir toplum önderliğine oynayamaz.

Bu açıdan el-Aksâ’nın İslam’daki yerini, tarihsel serüvenini, hakikaten Müslüman olsun ya da sosyal olarak Müslüman sayılsın bütün Müslümanlar için önemini anlaşılır bir dille anlatmak gerekir.

  1. el-Aksâ Mücadelesi Bölge Ülkeleri Meselesidir

İsrail, genelde Ümmetin, özelde bölge ülkelerinin kalbine saplanmış bir hançerdir. Azınlık bir yapı, küresel güçlerin desteğiyle bölgenin komiserliğine soyunmakta, bölgenin her sorununa müdahale etmekte hatta bölge ülkelerinin siyaset dengeleriyle oynamaktadır. Bunun hangi yanı kabul edilebilir?

Öyleyse gün, israil’le normalleşme yarışması günü değildir, israil’e karşı birlik olma günüdür.

Herhangi bir bölge ülkesini veya toplumunu israil’in yanına itecek hiçbir siyaset, hiçbir strateji, uzun sürede bölge ülkelerinden herhangi birinin lehine değildir, meşruiyetine mazeret aranamaz.

Bölge ülkelerinin birbirini sıkıştırmaya yönelik her siyaseti israil’in işine yaramaktadır. İsrail’in her ne sebeple olursa olsun, yanında bölge ülkelerinden birinin olması, onun zulümlerinin sadece devamına değil, aynı zamanda küçümsenmesine yol açmaktadır. Uzak durulması gereken sadece israil’e yakın durmak değil, israil’e yakınlaşmaya yol açan tutumlardır aynı zamanda. Bu incelik, gözden kaçırılamaz.

Günlük siyaset, bölgedeki bütün ülke ve toplumları, israil’in etki alanından uzaklaştıracak şekilde yeniden dizayn edilmeli; büyük strateji, israil’in bölgeden sökülüp atılması olmalıdır. Bu gerçekleşmeden hiçbir bölge ülkesi gerçek anlamda, onurlu bir siyaset yürütemez.

Masonluğun ve sözde mühtedi Yahudilerin kurdukları tarihsel anlatımla başları döndüren ulus/ırk bağlamlı imparatorluk” hayalleri ile “ulus devlet” çuvalını kafasına sokarak dünyaya bakanların bölge sorunlarına yaklaşımları hakikatte birbirine yardımcı olmaktadır. Bugün “ulus devletçilik” körlüğü ile ulus/ırk bağlamlı “imparatorluk ütopyası” arasında her yönüyle bir eş güdüm vardır ve her ikisi de el-Aksâ meselesinde israil’e hizmet etmektedir. Bunu birbirimize anlatmakla ve bunu anlatanların, birimize düşman olmadığını kavratmakla mükellefiz.

  1. el-Aksâ Mücadelesi Arap Meselesidir

Kudüs ve Mescidü’l-Aksâ, Arap dünyasının simgesine dönüşmüştür. Diğer yandan israil, Arap dünyasını, Arap Yarımadası ve Afrika yakaları olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Körfez’de veya Batı Sahra’da hiçbir Arap, Kudüs mücadelesine bigâne duramaz. Bugünün kavim anlayışında bu mücadeleye bigâne duran saygı ve kabul göremez.

Çin seddinden Atlas Okyanusu’na uzanan tarihin en büyük imparatorluğunun öncü kuvveti, önderi olan Araplar, bir avuç siyonistin çizmeleri altında inim inim inliyorsa bu, birliklerinin bozulmasıyla ilgilidir. el-Aksâ, Araplar açısından siyaset ötesi bir vakadır. el-Aksâ’nın kurtarılması, sadece Filistin ve çevresinin Araplarını zulümden kurtarmayacak aynı zamanda bütün Arapları onurlandıracak, tarih sahnesinde daha etkin bir güç yapacak, bununla birlikte dış dünyanın Arap ülkelerine müdahale ayaklarından birini kesecektir.  

  1. el-Aksâ Mücadelesi Filistinlilerin Meselesidir

Mescidü’l-Aksâ, Filistin’dir ve Filistin Mescidü’l-Aksâ’dır; Mescidü’l-Aksâ ise İslam’dır. Filistin mücadelesi, Kudüs ve Mescidü’l-Aksâ’yı içine almakla İslâmî olmak durumundadır.

Filistin mücadelesini, Mescidü’l-Aksâ ve İslam’dan uzaklaştırmaya yönelik 1948’den sonra önce Abdunnasır ve FKÖ tarafından atılan adımlar, Filistin mücadelesini en az elli yıl geride bırakmaktan başka bir iş görmedi. Sosyalist dayanışma ya da salt ırk dayanışması iddiaları, Filistin mücadelesini yalnızlaştırdı ve bir kurban gibi israil’in önüne attı.

Filistinliler, FKÖ’nin ulusalcı sosyalist sürecinin her adımının Filistin davasını nasıl mahvettiğini ve İslâmî sürecin 1987’den bu yana Filistin davasına nasıl yeniden hayat kazandırdığını bilmek durumundalar. Bu hususta farklı düşünenleri kınamak yerine bilinçlendirmek icap eder.

Öte yandan kişi, vatanından uzaklaşmakla, vatanına duyarsızlaşamaz. Vatanın selamette kalması da vatanına sahip çıkanların azlığı ya da çokluğu meselesi değil, organize olması meselesidir.

Filistin’den zorunlu olarak uzaklaşıp Avusturalya, Yeni Zelanda, Arjantin, ABD, Kanada, İngiltere, Çin, Japonya gibi ülkelere yerleşen Filistinlileri itham söylemi, yerini dayanışmaya çağrı söylemine bırakmalıdır. Şükür, nimeti artırır. Katkının takdiri katkıyı artıracaktır.

  1. el-Aksâ Mücadelesi İslâmî Hareketlerin Meselesidir

İslâmî hareketlerin yükselişi ile Kudüs davası arasında doğrudan bir ilişki vardır. İslâmî hareket, 1948 istilasından sonra, İmam Hasan el-Benâ’nın şehadeti ve Mısır’daki felakete rağmen küresel bir ivme kazandı. 1967 istilası, İslâmî hareketleri pek çok ülkede ana muhalefet düzeyine çıkardı. 1987’den bu yana yaşanan İntifada ise İslâmî hareketlere iktidar yolu açtı.

Mirac’a çıkış noktası Mescid-i Aksâ, İslâmî mücadelenin imamı gibidir. İslâmî mücadeleyi ihya etmekte ve beslemektedir. Kudüs’ü anlatmaya ve kurtarmaya yönelik her adım, İslâmî mücadeleye doğrudan katkı sağlar. Kudüs, İslâmî şuurun oluşması için bir hayat kaynağıdır.

Burada sorun, İslâmî hareketlerin, Kudüs mücadelesinin salt İslâmî şuur yanıyla ilgilenmeleri, dolayısıyla ülkelerinin laik kesimlerini Kudüs mücadelesine katmak konusunda neredeyse isteksiz durmaları, bu hususta itham edici, dışlayıcı bir söyleme sarılmalarıdır.

Sorunlu diğer tutum ise İslam’ı apolitik yaşama iddiasındaki tasavvuf ve mikro cemaat yapılarının da Kudüs davasına katılması konusunda onlarla yeterli iletişimin kurulmamasıdır.

İslâmî hareketler, ülkelerinde önderlik makamına yükselmek istiyorlarsa hem laik kesimleri hem apolitik duran dindar yapıları Kudüs mücadelesine katacak bir iletişim ağı kurmalıdır. Bunun yolu, bir yandan Kudüs davasının evrensel ve bölgesel yanlarını vurgulamak iken, diğer yandan Kudüs’ün İslam için öneminin politik ya da apolitik olmayı aştığını, bunun siyaset üstü bir mevzu olduğunu bütün taraflara anlatmakla mümkündür.

  1. el-Aksâ Mücadelesi Hıristiyanların ve Yahudilerin de Meselesidir

Filistin’deki Hıristiyanlar, Filistin mücadelesinin mağdurları arasındadır. siyonistlerin Filistin’e yerleşmesiyle baskı görmüş, yerlerinden olmuşlardır. Önemli bir kısmı Güney Amerika’ya yerleşmiş Filistin Hıristiyanlarının Filistin mücadelesi içinde tutulması, zaferler için çok önemlidir. Mevcut Filistin işgali de bir Hıristiyanlık işgali değildir, dolayısıyla mücadeleyi duyuran söylem, Hıristiyanları dışlayıcı, düşmanlaştırıcı değil, Filistin’e destek olacak bir mahiyette olmalıdır.

Yine Yahudilerin tamamı siyonist değildir ve Yahudiler, uzun sürede Filistin davasından dolayı bütün dünyada dışlanacak kavimdir. Yahudilerin el-Aksâ istilasına ihtiyaçları yoktur. Siyonistler onları aldatmaktadır. Ne yazık ki Müslümanlar, bu konuda Yahudilere ulaşmakta büyük güçlükler yaşamaktadır. Oysa her bir Yahudi’nin ikna edilerek siyonizmden koparılması, en az bir Müslümanın Filistin mücadelesine kazandırılması kadar önemlidir. Bunun için İngilizcenin yanında İbrani dilinin de öğrenilerek Yahudilere yönelik bir kamu diplomasisi başlatmak elzemdir.