İslami siyasetin iki vaadi
İslâmî siyasetin henüz ilk anda iki vaadi vardır: Allah’a kullukta birlik ve iktisadi bütünlük.
Bu iki vaat, namaz ve zekâtın karşılığıdır.
İslam, Allah’ın varlığını ve birliğini tanımaya çağırır. Bunun kabul edildiğinin uygulamadaki karşılığı “dinin direği” olarak namazdır.
İslam’ın namazla birlikteki çağrısı ise zekâttır, iktisadi bütünlüktür.
Allah’ın varlık ve birliğine inanmanın toplumsal karşılığı esas birlik potasıdır. İnsanlar, Allah’ın varlık ve birliğine inanmakla aynı potada buluşurlar.
Allah’ın varlık ve birliğine iman etmenin uygulamadaki karşılığı da bir ölçüdür. İnsanlar, imanlarına ne kadar sadık iseler o kadar üstündürler: Üstünlük takva iledir.
Bunun dışında bir sınıflandırma kabul edilemez. İnsanlar, ırklarına, renklerine, ait oldukları coğrafyalara göre üstünlük, öncelik sınıflandırılmasına tabi tutulamaz.
Bu esas birliği, iktisadi bütünlük takip eder. Zekât farziyeti ve diğer iktisadi tedbirler ile dayanışma teşvikleri, İslam toplumunda iktisadi ayrışmanın karşılığı olan sınıfların oluşmasının önüne geçer. Böylece ortaya bütünlük hâlindeki Müslüman toplum çıkar.
İslâmî siyaset, böyle bir toplum inşa etmeyi vaat eder. Bu vaatlerinden yoksun bir siyaset İslâmî siyaset değildir. Böyle bir toplum hedeflemeyen siyaset, İslâmî siyaset olamaz.
Müslümanlar, bir siyasetin ne kadar İslâmî olduğunu da buna bakarak değerlendirirler.
İslam orduları fetihler gerçekleştirirken “Müslüman olun, bizimle bir olun!” diye seslenmişlerdir. Bunun vaat karşılığı şudur: “Müslüman olursanız sizi kendimizle bir kabul edeceğiz. Biz ne isek siz de o olacaksınız!”
Fetihlerden sonraki değerlendirme de hep bu vaade göre yapılmıştır. Buna sadık kalınmadığı yönünde işaret alındığında bu vaat hatırlatılmış ve itirazlar seslendirilmiştir.
Zekâta gelince Hz. Ebû Bekir Efendimiz radiyallahü anh, Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem’in ruhunu teslim etmesinin ardından zekât vermeye yanaşmayanların Müslüman olma iddiasını kabul etmemiştir.
İslam, bir yere hâkim olduğunda oradaki sınıfsal adaletsizlikleri ortadan kaldırmış, onunla birlikte tarihin en hızlı kalkınma hamlelerini gerçekleştirmiştir. Bu ikisi birbirinin alternatifi değil, birbirini tamamlar.
Adaletsizlik ortadan kalktıkça kalkınma hamleleri anlam kazanır ve kalıcılaşır. Adalet zedelendiğinde ise kalkınma hamleleri, toplum tarafından yük olarak görülmüş, zulmün bir parçası olarak addedilmiştir.
İslâmî siyaset, namaz ve zekâtta karşılık bulan iki temel vaat üzere birlik hâlinde bir Müslüman toplum inşa etmekle; fert bağlamında görevlendirmede ehliyete değer verir, topluluk bağlamında ise zorunluluk durumlarında esası bozmamak koşuluyla bir toplum kesimine dayanmayı maslahat icabı kabul eder. Görevlendirmede ehliyet, zorunludur. Siyasette bir toplum kesimine dayanmak ise ruhsattır.
Esasta biriz ve bu birliğin güvencesi adalettir. Görevlendirmede ehliyeti esas almak da adaletin bir yanıdır. Ehliyetin bir yanı takva, diğer yanı kabiliyettir. Kabiliyetin önemi, İslâmî siyasetin hiçbir aşamasında yok sayılmamıştır. Takva ehli hatta iman ehli arasında yeterli sayıda kabiliyetli insan bulunmadığında diğerlerinden kabiliyet ehli olanlar, dünyevi işlerde görevlendirilmiştir.
Ama bu takva ehli ve kabiliyetli bir insan unsurunu yetiştirecek eğitim faaliyetlerinin ihmaline yol açmamalıdır. Böyle bir eğitim programı geliştirmek İslâmî siyasetin temel vazifeleri arasındadır.
Siyasetin zorunluluk gereği, Müslümanlar arasında bir toplumsal yapıya dayanması ise kesinlikle bir zorunluluğun karşılığı olmalı. Zorunluluğu aşacak şekilde ve köklü sınıflanmalara yol açacak hiçbir ayrımcılık, Müslümanlar tarafından asla kabul görmemiştir.
Bu mahiyette İslam tarihinde iki sapma görülmüştür: 1. Zekât vermeyi reddetme. 2. Müslümanlar arasında kökene dayalı fark gözetme. İlki kesindir ve devlet eliyle (Hz. Ebû Bekir’in imametinde) düzeltilmiştir. Diğeri ise Emevî Devri’nde ve genel olarak yorumsaldır. O da reddedilmiş ve toplum eliyle düzeltilmiştir.
Neticede Müslümanlar arasında Allah’ın varlık ve birliğine iman ve iktisadi bütünlük üzere birlik, İslâmî siyasetin ilk günden iki temel vaadi olarak var olmuştur, var olacaktır.
Siyasetin istikamet üzere oluşu da buna göre değerlendirilir.