İslâmî siyaset: tavan-taban dengesi!
Beşerî yapıların her türü ve sapmış dinler, insanın hep bir yanıyla ilgililer. İdeolojiler insanın maddi gereksinimini karşılamaya odaklılar. Sapmış dinler, insanın inanç boşluğunu doldurmak için faaliyet gösterirler.
Allah’ın dini İslam, insanın bütün yanlarına seslenir; onun bütün ihtiyaçlarına saygı duyar ve o ihtiyaçları bütünlük içinde karşılar. Parçalı insan, onda bütünleşir ve tamamlanır.
Güçlü bir devlete sahip olma arzusu ve insanın en basit meşru ihtiyaç ve arzuları… Tavan ve taban…
Hz. Ebû Bekir radiyallahu anh, halife olduğunda kendini yoğun bir tavan siyasetinin içinde buldu. Devletin temel meseleleri vardı, acilen tavana yönelik önlemler almalıydı: Mürtetlere yönelik savaşı yönetti, ardından dünyanın iki süper gücü Sâsânî ve Bizans’a karşı ordular seferber etti.
Ashabın ihtiyaçları yönetme programı gereğince Hulefayı Raşidin bizzat cihada çıkmaz ama savaşın bütün aşamalarını Medine’de yönetir, her cepheyle ilgilendiği gibi cepheler arası ve başkent Medine ile her cephe arası koordinasyonu sağlardı.
Hz. Ebû Bekir, bunca tavan siyaseti uğraşı içinde “Acaba Medine’de yoksullukla didişen biri var mı?” diye uğraşır, geceleri tebdil-i kıyafet ile sokakları dolaşır, ihtiyaç sahiplerine bizzat ulaşırdı. Onun yardımcısı konumunda olan Hz. Ömer, bir evin ihtiyacını karşılamaya giderken o ihtiyacın karşılandığını görürdü, yolu gözetlediğinde sıradan bir mü’min gibi hayrat için didinen Hz. Ebû Bekir’i görürdü.
Hz. Ömer’in de orduları fetihler üzerine fetihler gerçekleştirirken kendisi kazanın başına geçip açlara yemek dağıtırdı. “Kocama izin ver!” diyen kadına “Git başımdan, büyük meselelerle uğraşıyorum!” demezdi. Onu dinler, sorununa saygı duyar ve kocasına kavuşması için imkân hazırlamaya yönelirdi.
Onlar, devletin büyük işleri ile ilgiliyken bir mü’min olarak vazifelerini unutmazlar, ihmal etmezlerdi; namazlarını hakkıyla eda eder ve şahsi infaklarını sürdürürlerdi.
Batılı tarzda Sağ siyaset, genellikle tavanla ilgili görünür, devletin temel politikalarına yönelir, başarısını orayla ölçer. Sol siyaset ise toplumun ve bireyin ihtiyaçları üzerinde durur.
Biri devleti koruyup güçlü tutmayı, diğeri buna karşı toplumun ve bireyin haklarını korumayı önceliği olarak görür.
İslâmî siyaset, iki yanı birlikte ve denge içinde yürütür. Gücünü o iki yanı bütünleştirmekten alır, başarısını o iki yanı bir arada sürdürme dengesini korumakla ölçer. Devleti geliştirip ilerletmeye yönelirken toplumun bütün kesimlerini hak, hukuk ve vicdan ölçüleri içinde memnun edecek yollara yönelir.
Bilinenin aksine Emevi ve Abbasî hükümdarlarının önde gelen isimleri de kusurlarına rağmen, bu İslâmî siyaset tarzını ihmal etmemişlerdir.
Emevî Devri, dünya tarihinin en görkemli fetihler tarihinden biridir. Ama Velid b. Abdülmelik için görme sorunu olan birinin maddi ihtiyaçları gibi, camiye nasıl ulaşacağı da önemliydi. Buna yönelik tedbirler almıştı.
Harun Reşid ve Behlül’le ilgili geliştirilen hikâyeler gibi, Osmanlı Devri’nde dul kadının Keloğlan’ının saraya kadar ulaşması da İslâmî siyasetin tavan-taban dengesinin yansımalarıdır.
İslâmî siyasette esasen birbirinden tamamen ayrışmış bir tavan ve taban yoktur. Meseleler bir bütündür: Devlete dair sözü olanların topluma dair sözleri de olacak; topluma dair sözü olanların fertle ilgili sözleri de olacaktır.
Ve onlar, bunca faaliyet içinde temel insani değer ve faaliyetleri de unutmayacaklardır: Bir hastanın hâlini sormak, yakınları ölenlere baş sağlığı dilemek… Üstelik bunları “siyaset” gereği değil, propagandanın bir parçası olarak değil, mü’mince bir tutum olarak ihlasla gerçekleştirmek…
Bu kapsayıcı siyaset, güçlü iktidarlar getirir ve bu siyasetin devam ettirilmesi iktidarları ayakta tutar.
Müslümanca siyaset, plan-pratik-değerlendirme (niyet-amel-muhasebe) ölçüleri içinde kendisini daima bu dengeyi koruyup korumadığı konusunda hesaba çekmek ve planlarını ona göre yapmak durumundadır.
Çünkü bu dengeyi koruduğu sürece başarılı olacak ve yol alacaktır.