• DOLAR 34.646
  • EURO 36.489
  • ALTIN 2931.309
  • ...

Köy, kendisine has bir yerleşim alanıdır. Zaman içinde kendisine ait mini bir kültür ve o kültür etrafında bir aidiyet oluşturur. Aidiyetini, kültürünün özgünlüğü üzerine inşa eder. Kendini farklılığında görür.

Köy insanı, kültüründe bir üstünlük de bulsa ona yönelik eleştirel bir dil de geliştirmişse ondan kolay kolay uzaklaşmayı kabullenmez. Kültürü kendisi için mutlak bir tayin gibi düşünür; ondan ayrılamayacağını, ondan ayrılmanın bir tür vefasızlık olacağını sanır.

Bu açıdan köylünün kendi mini köy kültüründen uzaklaşması ancak mekân değiştirmesiyle ya da onu değiştirecek güçlü bir ikna kabiliyetine sahip önderlikle mümkündür.

Halbuki köy kültürü, müspet olabildiği gibi menfi de olabilir.

Osmanlı günlerinde ne yazık ki köylerin dindarlığı ihmal edildi. Dergahların ulaşmadığı ya da kendisine ait bir ekonomi inşa edemeyen köyler, neredeyse imam görmedi. O devirde özellikle Bektaşilik gibi yapılar hatta Bektaşî olmadığı hâlde o kimliği kendisi için uygun saklanma alanı gören yapılar, pek çok köyün kimliğini dönüştürdüler.

Osmanlının son devrinde askerliğin zorunlu olması ve sürekli savaşlar, köyleri ekonomik olarak tahrip etti ve kimi köylerde sosyal düzene de zarar verdi.  

Cumhuriyet Devri’nde Diyanet İşleri Başkanlığının kurulmasının müspet neticelerinden biri, köylere imam atanmasıdır.

Köy imamları, Anadolu köylerinin yaşamına bugüne kadar yeteri kadar hakkıyla ifade edilmeyen bir katkı sağladılar; köylerin kalkınmasından sosyal düzenine kadar köylere çok şey kattılar.

Son dönemde en ücra köylere kadar da imam ataması yapıldı. Ne var ki yeni nesil ve büyük bir kısmı köy yaşamından habersiz genç imamlar, önceki nesil imamların katkısını vermekten uzak kalabiliyor.

Üniversite veya lise mezunu genç imamların çoğunun köy sosyolojisi hakkında herhangi bir eğitimi yok. Önemli bir kısmı, sıradan vazifeleri icra dışında halka, gençliğe İslam’ı anlatma hususunda bir ideal edinmemiş, o yönde bir eğitim de almamıştır. Dolayısıyla köyde bir değişim yapacak önderlikten uzak.

Çünkü resmi veya gayri resmi eğitim kurumlarımız maalesef İslâmî eğitim konusunda müfredat yüklemekte pek hırslı ama o müfredatın halka nasıl yansıtılacağı ile ilgili bir programa sahip değiller.  

Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem’in insan yetiştirme yönteminin böyle olmadığını kabullenmek istemiyorlar, kendi klasik eğitim kurumlarının bilgi işçiliği “kültürü”nü ısrarla sürdürüyorlar, uygarlığı eleştiriyorlar lâkin medeniyeti ihya etmeye de yanaşmıyorlar.

Örgün eğitime tabi gençler, nihayetinde bir hitabet dersi almışlardır. İnsanî ilişkiler, baş başa anlatım gibi hususlarda hiçbir malumata sahip değiller, böyle bir hedef de edinmemişlerdir.

Dolayısıyla köylere atandıklarında ya köyde bir “memur” olarak kalıyorlar, köy kültürünü eleştirel bir bakışla sadece seyrediyorlar ve şehre tayin edilmenin hayali ile yaşıyorlar ya da geleneksel yönetim tarzında köy heyetinde bulunurken köy kültürüne boyun eğiyorlar, “köylüleşiyorlar”.

Hayvancılık ve tarımın teşviki ve ulaşımın kolaylaşmasıyla köylerde kalmakta kararlı kayda değer bir nüfus vardır.

Köyler ulaşım ve iletişim imkânları ile dönüşürken sivil toplum kuruluşlarının ulaşmadığı köylerde ucube bir yaşam tarzı oluşuyor. Bir kısmı hâlâ şehre gelirken 1980’li yıllardan bu yana yaygınlaşan ve İslâmî kesimin büyük bir gayretle yol aldırdığı kıyafete bürünüyor. Lâkin günlük ibadetleri de yaşam tarzları da o kıyafetten fersah fersah uzak olabiliyor.

Bu hâl son devirde dindarlaşan ama İslâmî şuuru özümseyecek bir sosyal çevre edinmeyen şehirli kitle ile birlikte İslâmî kesimin profilini olumsuz etkiliyor. Bunların ahlak anlayışının, yaşam tarzının ekranlarda sergilenmesi ise bir zamanlar, “Türk sineması”nın İslâmî yaşam tarzına vurduğu darbelerden de ağır darbeler vuruyor.

Öte yandan genç köy imamları, köylerde ciddi sorunlar yaşıyor. Kendileri köyde zorunlu mukim iken şehirli aile efratları köy yaşamına alışamıyor ve bu durum, aile içi gerginliğe hatta kimi zaman boşanmalara yol açıyor.

Şehirde, cami imamlığından mahalle imamlığına doğru bir dönüşüm şart. Köy imamlığına gelince vaziyet hiç de iç açıcı değil.
Diyanet atama konusunda yeniliklere giderken köy imamlarının bir an önce köy sosyolojisini kapsayan bir eğitim sürecinden geçirilmesi, müftülerin de bu yönde eğitilmeleri aciliyet arz etmektedir.

Onca ilmî eğitimden geçen müftülerin köy sosyolojisi konusunda neredeyse hiç eğitim almamaları, din eğitiminin nasıl da klasik, donuk ve tüketici bir kültüre mahkûm edildiğinin kanıtı kabul edilmelidir.