• DOLAR 34.221
  • EURO 37.07
  • ALTIN 3001.882
  • ...

Sosyalizm, Fransa’da ihtilal sonrasında doğduğunda, bugüne kadar anlaşıldığı kadarıyla sadece Hıristiyanlık cemaati ardılı bir seküler toplumculuktu.

Ama Almanya’da Yahudilerin maharetiyle kırılmaya uğradığında artık, toplumları kimliksizleştirmenin, şahsiyetinden koparmanın, toplumların değerlerini tüketmenin aldatıcı bir aracıdır.

Aradan geçen yüz elli yıllık sürede, sosyalizmin hanesine bir iyilik yazmak için bir dünya propagandacı çırpınıp duruyor. Sonuçsuz… Zira bu sosyalizmin ideolojiye dönüştürülmüş yapısında saklı bir zehir vardır.

Sosyalizm, Fransa’da hangi ölçüde insanî sebeplerle zuhur etmişse ideolojik formata büründürülürken o ölçüde insan aleyhine organize edilmiştir.

Dünya toplumları, kapitalizmin ve ona sahiplenen zalim güçlerin elinden kurtulmak için sosyalizme sarıldılar.

Sosyalist söylem; sosyalist vaatler, sosyalist sloganlar, sosyalist marşlar, sosyalist hayaller zulüm altındaki toplumlara tatlı geldi. Ama sosyalizm iktidar sürecinde iken kan ve gözyaşı ile anılırken asıl, toplumların şahsiyetini katletti.  
Sosyalizm, toplumların önüne “değer”sizleşerek ekonomik ve siyasal kazançlara ulaşma yolu olarak kondu. Sosyalist söylem üzerinden topluma, bütün geçmişini silme koşuluyla siyasal erkin bir paylaşanı olma ve devletin kazançlarından pay alma çözümü olarak sunuldu.

Ne yazık ki pek çok toplum, kapitalizm denizine düşünce sosyalist yılana sarıldı.

Sosyalizm, iktidar olduktan sonra istisnasız despotik yöntemlere başvurdu. Hayal kırıklığına uğrattırdığı toplumların kafasına namlu dayayarak onlara zafer, mutluluk sloganları attırdı. Toplumların muhalif sesi ve acıları duyulmasın diye etraflarını adeta “demir perde” ile ördü.

Bunun için toplumlar, sosyalist zindandan çıktıklarında ahlaken tükenmiş ve karınlarını doyurmak için bütün değerlerini satabilecek bir değersizlikle göründüler.

Sosyalizm siyasal olarak çöktüğünde eski sosyalist ülkelerin insanları, kapitalistlerin zevk dünyalarının sermayesine dönüştüler.

Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Bulgaristan hatta Azerbaycan’a dair bu tablo, yaşı uygun olanların hafızasında bütün açıklığı ile vardır.

Asıl göremediğimiz ondan sonra sosyalistlere ne olduğudur.

Dün, ekmek-emek diyerek ülkelerini Sovyetlerin güdümüne vermek isteyen sosyalistler, bizim dünyamızda, bugün “yaşam tarzı özgürlüğü” adı altında bir şişe şarap, bir meyhane eğlencesi uğruna ülkelerini ABD’nin güdümüne vermeye razılar. Razı olmak bir yana o yolda neredeyse canlarını verecekler. Dün ekmek-emek militanlığı, bugün yerini müstehcenlik çılgınlığı, cinselliğe odaklı bir yaşam tarzı, alkolizm ve meyhane militanlığına bıraktı.

Toplum, görebiliyor mu? Ne yazık ki hayır! Çünkü çağ aldatma çağıdır. Sadece 20. yüzyılda kayıt altına alınabildiği kadarıyla savaşlarda 187 milyon insan öldürülmüş, bu 1913’teki insanlık nüfusunun yüzde onu ediyormuş:

“Akıl çağı” denen bir çağda, insanlık en çok aklını kaybetti.

“Barış çağı” diye anlatılan bir çağda, her on insandan biri başka insanların eliyle öldü.

Biz, modern tıbbın sağlığına kavuşturduğu insanları gördük. Ama modern tekniğin öldürdüğü, acı çektirdiği insanları görmedik.

Sosyalist sloganların cazibesine kapıldık. Ama sosyalist aldatmayı göremedik. Dün Sovyetlere, Fransız emperyalizmine payanda olan sosyalist örgütlerin bugün ABD lehine nasıl da çırpındıklarını hâlâ görmek istemiyorum.

Hâlbuki İslam âleminde son devirde yaşadığımız krizlerin bir bölümü tam da burayla ilgilidir.