• DOLAR 34.65
  • EURO 36.436
  • ALTIN 2923.515
  • ...

 

İslam tarihi bize şu hakikati ilan ediyor: Takva ehli kendi arasında anlaşamadığında iktidar, dünya hayatına düşkün Müslümanlara kalmıştır.

Dünya ehli Müslümanlar da kendi aralarında anlaşamadıklarında ise onlara zulümde sınır tanımayan dış güçler ve onlarla işbirliği hâlinde zalimler musallat olmuştur.

Bu, özellikle kritik devirlerde, bütün yurtlar için geçerli açık bir kanundur. Bu kanuna gözlerini kapatanlar, aldanmışlardır, aldatıyorlardır ya da siyaset ilmini bilmekten uzaklardır.

İslam toplumları, İslam’ın kendilerine verdiği “hür olmak” şuuruyla doğrudan ilgili olarak kendilerini daima yönetimler nezdinde müfettiş gibi görmüşlerdir.

Yönetimler, adaletten saptığında Müslüman toplumlar, onları kimi zaman hatip ve vaizlerin uyarılarıyla, kimi zaman doğrudan uyarılarla hizaya getirmeye çalışırlar. Rüşvet yemek haramdır, rüşvet yiyen melündur, kamu malında yetim hakkı vardır, ölçüyü doğru tutmayanı Allah alaşağı eder… Diyerek yöneticilere tenzirde bulunurlar.

Yönetim ya bu sese kulak verir ya da yoluna devam eder.

Müslüman toplumun yönetimler karşısında, hiç eskimeyen iki etkin silahı vardır: maslahatı gözetmek ve eblehlik anlamında saf görünmek.

Bunlardan ilki yönetimde istikrarı sağlar, ikincisi yönetimdekilerin kendilerini alternatifsiz görmelerinin önüne geçer, onları yerlerinden olma endişesine maruz bırakır.

Müslüman toplum, maslahatı gözeterek dünyaya düşkün Müslümanlar karşısında alternatif olmaya çalışan dinsiz ve zalimlerin heveslerini bir süre kursaklarında bırakır.  

Lâkin dünyaya düşkün Müslümanlar, Müslüman toplumun istikrarla ilgili maslahatı gözetme eğilimini suiistimal ettiklerinde işler değişir.

Müslüman toplum, dünya siyasetinden anlamaz görünerek onları yerlerinden edecek eğilimlere doğru gider.

Bu vaziyet kritik bir noktaya geldiğinde bu kez, uyarma sırası dünyaya düşkün, iktidar sahibi Müslümanlardadır.

“Ey Müslümanlar, saf mısınız? Yoldan mı çıktınız? Karşımızdakiler dine düşmandır!” der ama Müslüman toplum, onları duymazlıktan gelir.

Buna karşı onlar, figan eder, toplumu ahmaklıkla itham ederler.

Müslüman toplum, eblehlik anlamında asla saf değildir, hele ahmak hiç değildir. Lâkin onda yoldan çıkan idarecileri cezalandırma eğilimi hep vardır:

Ya kendilerini düzeltirler ya yerlerinden olurlar.

İşte bu noktada genel anlamda Müslüman toplumun bir ölçüsü vardır: Dış istilaya yol açmayacaksa idareciyi değiştirme konusunda fazlasıyla rahat davranmak… Buna belki toplumsal duyarsızlığa kapılmış izlenimi verecek şekilde, kendini iyi idare edemeyenlerden beri tutmak da denebilir.

Bunun zaman zaman zalimlerin işini kolaylaştırdığı ve onların yolunu açtığı malumdur. Ama idareyi ele geçirip duyarsızlaşan, toplumun çıkarlarını gözetmekten uzaklaşan, dünya malı toplamaya başlayıp etraflarına dünyalık tipleri toplayan idarecileri, kaygılı tutmanın başka bir yolu da kimi zaman kalmıyor.

Müslüman toplum, bunu istilaya razı olmaya kadar götürmüş müdür? Ne yazık ki tarihte birkaç örnekle evet!

İslam aleminin batısında Endülüs ve Sicilya’nın kaybında Müslüman toplumun iktidarlardan nefret eder duruma gelmesinin etkisi vardır.

Doğu Türkistan’ın 12. yüzyılda Karahıtaylıların hakimiyeti altına girmesinde ise bunun açık bir etkisi vardır. Hârizimşahlıların zulmü karşısında ne yazık ki Müslümanların önemli bir bölümü dış istilaya dahi razı olmuştur.

Bu son hâl, başlangıçta bir tepki görünse de aslında yöneten ve yönetilenlerle birlikte bütün Müslüman toplumun kıyametidir.

Bu son tavrı seçip de iflah olan hiçbir Müslüman toplum yoktur.