• DOLAR 34.301
  • EURO 36.973
  • ALTIN 2994.68
  • ...

İslam aleminde bir dönem, “Mücahidleri durdursak Müslümanların bütün sorunları çözülür. Uluslararası güçlerin Müslümanlara yönelik ithamları son bulur!” gibi bir düşünce vardı.

Ama mücahidlerin neredeyse dünya genelinde faaliyetlerini durdurmaları küfrün ithamlarını azaltmadı.

Bugün ise “Şu sivri dilli vaizleri sustursak Müslümanlara yönelik hiçbir itham kalmaz. Herkes yolunu bulur” gibi bir yaklaşım vardır.

Yaklaşımın sahipleri, genel olarak “aydın” sıfatlı şahsiyetlerdir. “Aydın” meselesi, baştan itibaren sorunludur. Kendilerini bütün kesimlerin üstünde bir makamda gören bu sınıf, Fransa’da Katolik Kilisesisin güç kaybetmesinde pay sahibidir.

Doğru düzgün kiliseye gitmeyen aydınlar, hayatın bütün alanlarında görüş beyan ettikleri gibi kilise konusunda da görüş beyan ettiler, kilisenin saldırılar karşısında kendisini savunmasının da önüne geçerek itibar kaybetmesinde ve nihayetinde kapanmasında rol oynadılar.

İslam dünyasında Batılı anlamda bir aydın sınıfı oluştu mu? Tartışılabilir. Ama oluşan kesiminin kendisini Batı’daki ile aynı konumda gördüğü muhakkaktır.

Hayatın her alanına müdahale eden o kesimden simalar, Batı’da dinin yaşadığı akıbeti İslam dünyasına da yaşatmak gibi bir yolda olduklarının farkında değiller.

Aydın konumundaki simalar, belki yıllardır bir cami vaazını baştan sona dinleme tahammülü göstermemişlerdir. Vaazı dinlemeye ihtiyaç duymamışlar, hayatları boyunca bir vaaz metinleri kitabını da okumamışlardır. Vaazın işlevinden, vaazı dinleyen kitlenin sosyolojisinden de habersizdirler.

Buna rağmen onlar, kendilerini vaizleri tekdir ve te’dip makamında görüyorlar. Onların paylaştıklarına bakarsanız dinsizliğin, sözde deizmin yegâne sebebinin sivri dilli vaizler olduğunu zannedersiniz.

Aydınlar, bizde bir direniş sınıfı değildir, bir uzlaşı sınıfıdır; selameti dışarıya karşı hep boynu bükmekte bulurlar. Onların vaazla ilgili tutumları da bu durumları ile ilgilidir. “Aman ha ürkütmeyin!” diye uyararak dini de toplumu da kurtaracaklarına inanırlar.

Onlara bakarsanız vaizlerimiz, kürsüye çıkıp monoton bir sunum yaparlarsa her şey hallolacaktır.

Halbuki bizde vaaz, ilmî ya da moda ifadeyle akademik bir sunum değildir. Vaazı dinleyen kitle de ilmi bir sunuma hazır bir kitle değildir.

Bu kitlenin önemli bir bölümü; işitsel ve görsel şekle odaklıdır; vaazın seslendiriliş biçimi ile önemi arasında ilgi kurar. Vaiz gür bir sesle ve bedenini de kullanarak konuşmazsa vaazı dinleyenlerin çoğu, cisimleri ile camide iken ruhları ile başka yerlere giderler. Monoton bir vaazı da doğru dürüst dinlemezler.

Öte yandan nefse hitap eden hususlarda etkili, uç, sert söyleyiş ilmi delillerden çok daha etkilidir. Bunun için, tarih boyunca vaizlerimiz, sert söyleyiş konusunda rahat bırakılmışlar ve anlattıkları, bir soruna yol açmamışsa sıkı bir ilmi tetkike tabi tutulmamıştır. Ne yazık ki aydınların bunun hikmetlerinden haberi yoktur.

İlahiyatların din sosyolojisi bölümleri, bugüne kadar vaazı dinleyen kitlenin sosyolojisi üzerine bir çalışma yaptılar mı? Meçhul. Vaazın etkisi nasıl artırılır? İlgili kurumlar, bu konuda bir araştırma içindeler mi o da meçhul.

Semerkandî Hazretleri der ki iyiliği emredip kötülükten alıkoymaya niyetlenenlerin eziyete hazır olmaları gerekir. Çünkü anlattıkları birilerini mutlaka rahatsız edecektir.

Hele şu çağda vaiz, etkili olmaya başladığında İslam karşıtlarının şiddetli eleştiri ve yaptırımları ile karşı karşıyadır ki çoğu zaman desteğe, cesaretlendirilmeye muhtaçtır.

Bunu yapacağımıza vaizi, fısk ve fücur ehli eleştiriyor diye kınadığımızda, orada da durmayıp ona “Toplum, senin üslubun yüzünden dinsiz oluyor!” gibi kahredici ithamlar yönelttiğimizde yalnızlaşır, susar.

İyi de onun vazifesini kim yapacak? Aydınlar mı?

Öyleyse vaizlerimiz susacağına, aydınlarımız en azından bazı konularda susmayı öğrenseler galiba, şikâyet ettiğimiz pek çok sorun hallolur