Son dönemin siyasi yapısı -1
İslam`a karşı her mücadele, her engel, insanlığın hürriyet sevdasını yok etme girişimidir. İslam, emperyalizmin önündeki tek gerçek engeldir. Bunu dikkate almadan son iki yüzyılı okuyanlar, yanlış bir okuma içindedirler
Modern çağın en ağır niteliği, bu çağda İslam`ın ve Müslümanların toplumun siyasi ve sosyal yönetiminden uzaklaştırılmasıdır. Modern çağın diğer bütün özellikleri, bu özelliğin yanında teferruat kalır.
Modern çağın en ağır niteliği, bu çağda İslam`ın ve Müslümanların toplumun siyasi ve sosyal yönetiminden uzaklaştırılmasıdır. Modern çağın diğer bütün özellikleri, bu özelliğin yanında teferruat kalır.
“Son dönem” diye başlığa alınan “modern çağ”, bizim açımızdan hemen hemen son iki yüz yıldır. Toplumun “siyasi yönetimi” ile kast edilen, devlet yönetimidir. Toplumun “sosyal yönetimi” ile kast edilen ise “devlet ötesi” kalan her türlü toplumsal olandır. Yasaların değiştirilmesi siyasi yönetim ile ilgili iken toplumun günlük yaşamının bir kültürel işgal projesi içinde İslam`dan uzaklaştırılması sosyal yönetim içinde görülür.
Modern çağda her bölümü başlangıcında planlanan ve sonunda da değerlendirmesi yapılan bir projeyle İslam ve Müslamanlar, önce siyasi yönetimden uzaklaştırıldı, sonra sosyal yönetimden tasfiye noktasına getirildi.
Öyle ki tarihi bir araştırma yaptığımızda bu projenin işletilmesine kadar olan süreç için biz, “Müslüman devlet ve toplumların hangi özellikleri İslam`a uymuyor?” sorusunu soruyorken bu projenin işleyip başarıya ulaşmasından sonra “Müslüman devlet ve toplumların hangi özellikleri İslam`a uyuyor?” sorusunu sormaya başlıyoruz.
Siyasi ve sosyal yönetimi büyük birer resim olarak düşünelim. Daha önce İslam`ın rengi bu resmi öylesine hakimdi ki biz o resimde beyaz bir sayfada siyah leke arar gibi gayr-i İslami özellikleri arıyorduk. Modern çağdan sonra ise İslam, siyasi ve sosyal yönetimin o kadar dışına atıldı ki bu sefer biz kara bir sayfada beyaz noktalar arar gibi “Bu resimde İslam`a uyan ne var?” sorusunu sormak durumunda kalıyoruz. Aradaki fark, özellikle siyasi yönetimde bu kadar barizdir, uçurum bu kadar büyüktür. Sosyal yönetimde ise kara sayfada hâlâ odacıklar hâlinde beyaz alanlar görünüyorsa bu henüz projenin sosyal yönünün tamamlanmamasından kaynaklanıyor. Yoksa onların hoşgörüsünden değil. Bazen bir mahalle camisinin, bir Kur`an kursu`nun inşasının bile onların psikolojisi üzerinde yaptığı etki onların aslında ne kadar musamahasız olduğunu göstermeye yetiyor. Batılı ajanslar ve onların yerel uzantıları tarafından bize yönelik yapılan sosyal araştırmalarda cami sayısı, başörtülü kadın oranı gibi kriterleri dikkate almaları onların nasıl bir sosyal dönüşüm peşinde olduğunu açıkca gösteriyor. Bir şehirde içki satan yerin azlığı onlar için tek başına “gericilik” göstergesi olabiliyor. Bu, onların İslam`a uygun bir yaşam tarzına karşılık nasıl bir yaşam tarzını getirmek istediklerini açıkça ortaya koyuyor.
Uluslararası güçler, İslam`dan neden bu kadar rahatsız, İslam`ın siyasi yönetimdeki izleri bir yana sosyal yapıdaki izleri onları niye bu kadar ürkütüyor, İslam aleyhinde neden bu kadar ayrıntılı projeler yapıyorlar?
Bu yazı dizisinde önce bu sorulara cevap arayacağız, bu soruların cevabıyla ilgili bugüne kadar üzerinde durulmayan, dikkatten kaçan bir alanı konu alacağız. Sonra (önümüzdeki haftalarda) bugün etkili olan siyasi yapının kökleri ve bugünkü durumu üzerinde duracağız.
İSLAM`IN ÖZGÜRLÜK RUHUNU YOK EDEMEDİLER
Modern çağın üreticisi olan uluslararası güçler, bu çağı tanzim ederken İslam`dan korktular.
Çünkü Miladi 16.yüzyıldan itibaren sömürgelerden elde ettikleriyle dünyaya hükmetmeye aday olan bu güçler, dünya hakimiyetlerinin önündeki tek engel olarak İslam`ı gördüler.
İslam`ı önce Endülüs`ten fiili olarak tasfiye ettiler, oradaki Müslüman nüfusu neredeyse yok ettiler, sonra Kırım ve Balkanlardan tasfiye yoluna gittiler. Amerika`ya ise İslam`ı yaklaştırmamanın yolunu aradılar. Bu, ilk aşamaydı. Kendileri için Avrupa ve Amerika`da İslamsız bir bölge oluşturmaya yönelik bu proje (Doğu Avrupa dışında) 19. yüzyılın başlarında tamamlandı. İkinci aşama ise İslam dünyasının bütününe yönelikti. Bu aşama önce siyasi tasfiyeyi, sonra sosyal tasfiyeyi kapsıyordu. Siyasi tasfiye aşağı yukarı 1950`de tamamlandı.O tarihten bu yana ise şiddetli bir sosyal tasfiye toplumun köklerine inerek neredeyse her bireyi İslam dışı bir yaşam tarzına ikna etmeye yönelik acımasız bir kültürel yok ediş sürecine doğru devam ediyor.
Ancak karanlığın en koyu noktasında aydınlık belirir. İslam`ın siyasi tasfiyesinin son noktaya ulaştığı bir dönemde İslam dünyası (1960`tan bu yana) bir siyasi uyanış içine girdi ve sosyal işgalin uç noktaya ulaştığı son süreçte bugün toplumsal bir uyanış söz konusudur.
Daha önce tek yönlü bir saldırı söz konusu iken siyasi ve sosyal tasfiye onların planladığı “doğal” süreç içinde ilerlerken bugün bu tasfiye projesi Müslümanların direnişiyle karşılaşıyor, çetin bir mücadele alanı oluşturuyor. Uluslararası güçler, projenin her iki alanını da engelsiz yürütemiyorlar, kayıplar veriyorlar, yer yer geri çekiliyorlar, tavizler veriyorlar, uzlaşı projeleri geliştiriyorlar, yeni taktikler deniyorlar, bir yerde yol alırken öbür yerde neredeyse başa dönüyorlar.
Uluslararası güçler için İslam`ı yenmek bir dert oldu, bu dert onları çürüttü, ama onların hiçbir projesi İslam`ın direnişini kıramadı.
Bu, İslam`ın zaferidir. İslam`ın “Hepimiz Allah`ın kullarıyız, kula kul olunmaz” ilkesiyle özünde taşıdığı özgürlük ruhunun direnişidir. Beden ölür, ruh ölmez. Özgürlük ruhumuz asla yok edilemez. Bu ruh; dünya var oldukça insanlığa özgürlük sevdası aşılamaya, insanlığa “sadece Allah`a kul olma” aklı vermeye, insanları kendilerine kul etme girişminde bulunanlara karşı insanlığa direnme cesareti aşılamaya devam edecektir. Yaşasın İslam`ın özgürlük ruhu, yaşasın İslam`ın hürriyet sevdası! Kahrolsun hürriyet düşmanları, kahrolsun modern çağın sinsi köle tüccarları!
EMPERYALİZMİN TEK DÜŞMANI İSLAM`DIR
Bir yazar (1) “Allah`ın Kulları” adlı kitabında Batılı bir yazarın (özetle) “Emperyalizme karşı tek gerçek direniş İslam`dan geldi” tespitine yer veriyor ve hakkında çok az şey bildiğimiz şu tarihi gerçeği dile getiriyor:
Amerika kıtasını ilk sömürgeleştiren ve oraya gemilerle köle taşıyan ülkelerden İspanya 1503`ten itibaren elli yıl içinde tam beş emirname yayımlayarak Afrikalı Müslümanların Amerika`ya köle olarak götürülmesini yasaklıyor. Hatta sadece Müslümanların götürülmesini yasaklamıyor, Afrika`nın Müslümanlara komşu zenci toplumlarından da köle alınmasını engelliyor.
Zira yüzyıllar boyunca İslam`la mücadele eden İspanya, Müslümanları iyi tanıyor. İslam`ın özgürlük ruhunu iyi biliyor. Köle olarak götürülecek Müslümanların zulüm çiftliklerinden kaçarak Amerikan yerlilerine karışmasından, onlara kendilerinin köleler için “kötü gelenek” dedikleri özgürlük ruhunu ve hürriyet sevdasını aşılamasından, onları kula kulluğa karşı isyana sürüklemesinden endişe duyuyor.
İspanya yasaklasa da korsan köle tüccarlar, Afrika`dan Amerika`ya köle taşımaya devam ediyor. Böylece yeni dünya güçleri, kendilerini İslam`a karşı güvende hissettikleri o okyanus ötesi kıtada, o uzak yerde İslam`ın özgürlük ruhuyla yüz yüze buluyor.
“İspanya Krallığı iki şeyden dolayı endişeliydi: Birincisi, Amerika`da İslam`ın yayılması, iknicisi ise Müslüman kölelerin kışkırttığı isyanlarla karşılaşmak.”
Ağır kölelik koşulları, İslami eğitimi engelliyor, İslami ibadetleri engelliyor ama çiftliklerden kaçan ruhu özgür Müslümanların diğer köleleri ve Amerikan yerlilerini kula kulluğa karşı isyana teşvik etmekten, onlara özgürlük ruhu, hürriyet sevdası aşılamaktan alıkoymuyor.
1950`lerde başlayan Haiti İsyanı, Amerikan kıtasında köleliğe karşı ilk büyük isyandır. Haiti köleleri, bir tür putperesttir. Ancak isyan üzerine yapılan titiz Fransız soruşturmaları ve sonraki dönem akedemik araştırmaları, dünyaya hükmetmek isteyen uluslararası güçlerin karşısına İslam gerçeğini çıkarıyor. Alınan hiçbir tedbir, hiçbir ayak bağı, hiçbir beyin yıkama yöntemi, İslam`ın özgürlük ruhunun, hürriyet sevdasının o kıtaya taşınmasına engel olamamış. Gayr-i müslim bir topluma başkaları söz konusu olunca Batılıların “kötü gelenek” dedikleri özgürlük ruhunu, bedeni tutsak olsa da ruhu bir Allah`a kul olmakla hür olan Müslüman köleler taşımış. O ezilmiş insanlara namazı, orucu öğretmemişse de “Sen insan olmakla, sana efendilik yapmaya kalkışan şu adamla aynı haklara sahipsin, sen insan olmakla hürsün” demeyi, hürriyet sevdasını onların kulağına fısıldamayı başarmış.
BÜTÜN HÜRRİYET KAPILARI İSLAM`DAN AÇILIYOR
Haiti İsyanı`nın liderleri yakalandıklarında geçmişleri araştırıldı. Onlar görünür kayıtlarda müslüman değildi ama bütün araştırmalar Kur`an-ı Kerim`e ve Hz. Resulûllah`a doğru yol alıyordu. O liderler ya köken olarak Müsülmandı ya da bir süre müslüman kölelerle bir arada kalmışlardı. Bulgular karşısında öfkeye kapılan Fransız savcılar, onları kazıklara bağlayıp ateşe atarak yaktılar, ta ki ölü bedenleri bile özgürlük yaymasın, kalıntıları akıllara özgürlüğü getirmesin ama uluslurarası güçler rahatlığa kavuşmadılar, onların hatıraları özgürlük meşalesi yakmaya yetti.
Brezilya`da köleler isyan etti.İsyanın altından bir daha İslam gerçeği çıktı.
Bunun üzerine başta Brezilya olmak üzere bütün Amerika`da İslam`a yönelik şiddetli yasaklar getirildi. Müslümanlar bir yana, müslümanlardan az çok etkilendiği tespit edilen, örneğin üzerinde muska yakalanan her köle öldürüldü. Bazı bölgelerde ise kimilerine Afrika`ya dönme imkânı tanındı.
Daha önce köleleri insan kabul etmediği için onların Hıristiyanlaştırılmasına izin vermeyen Batı, Amerika`da İslam`dan uzak kalmak için köleler arasında Hıristiyanlığın yayılmasına izin verdi, hatta sonraki dönemde Hıristiyanlığa teşvik etti. Hıristiyanlığa zorladı, 20. yüzyılda ise eski köle halkların yüzünü sosyalizme çevirdi. İslam korkusu Batı`yı, önce modernizm çağı başında sertçe karşı durduğu Katolikliğe, sonra kendi isyancı evladı sosyalizme ikna etti. Halklar yeter ki İslam olmasın her şey olabilirdi.
Çünkü sağır dilsiz bir hayvan gibi değil, basbayağı bir makine gibi çalıştırılan tedavi masrafına değmez diye yıpranınca “tamir” yerine yenisi alınan ve bunu kendi kaderleri olarak gören özgürlük ruhundan yoksun köleler İslam`la veya sadece Müslümanlarla tanışınca yok edilemez bir özgürlük sevdasına tutulmuşlar ve Batıyı korkutmuşlardı. Bugün Güney Amerika özgürlük sevdasıyla anılıyorsa buradaki en büyük etken İslam`ın hürriyet aşkıdır. O ateşlere atılan önderlerin hatıralarıdır.
O dönemde Amerikan kıtasının pek çok noktasında köle ve yerli isyanı yaşandı. Bir kısmı ateşe atılarak, bir kısmı ise “Bunlar Afrikalı değil, köleleştirilmeyecek toplumlardan olan Araplardandır” denerek Afrika`ya gönderilerek İslamın canlı simgelerinin yok edilidği yerlerde bile yapılan titiz araştırmalarda şu gerçek ortaya çıkıyordu: İsyancıların örgütlenme biçimi, Afrika`da sömürgeciliğe karşı direnen Müslüman tarikatların örgütlenme biçiminin ta kendisiydi. Ama başka deliller de vardı: İsyancı liderlerin üzerinden sadece Müslüman toplumlarda, özellikle Afrika sufilerinde, rastlanan muskalar çıkıyordu. Ve daha önemli bir delil: isyan noktalarındaki dil üzerine çalışıldığında “Selamünaleyküm” sözünün bir parola gibi kullanıldığı anlaşılıyor; özgürlük türkülerinde ise yerel ağıza uydurularak “Lailaheillallah Muhammedürresulullah, Allahüekber, Allah, Medine, Muhammed” deniyordu. Bundan daha büyük bir işaret olabilir miydi? Bu, öyle bir ruhtu ki hiçbir engel tanımıyor, bir yolunu bulup uluslararası güçlere “La” demeyi başarıyor, bunun için onlarda bir “fobi” meydana getiriyordu, onların “dünya iktidarı” rüyasını bozuyordu.
Gayr-i İslami yapıların önü hep açılırken İslami yapıların önü neden kapatılıyor?” diye soranların uluslararası güçlerin İslam`la yaşadığı bu tecrübeye bakmadan doğru bir cevap almaları mümkün değildir.
İslam`a karşı her mücadele, her engel, insanlığın özgürlük sevdasını, hürriyet aşkını yok etme girişimidir; kulları kula kul etme çabasının bir parçasıdır.
Bu dizinin devamında anlatılacak olanlar ancak bu çerçeve içinde oturtulursa doğru anlaşılmış olur.
1.Sylviane A. Diof, Allah`ın Kulları (Amerika`da Müslüman Köleler, Beyan Yayınları)