Yardımlaşma ve Ümmet Ruhunun İhyası
Dünyada küresel bir “aldatma” yönetimi kuranların önündeki aşılmaz engellerden biri de ümmet şuurudur. Ümmet şuuru, bunun için sürekli hedeftedir. Ümmet şuuruna karşı açık bir strateji doğrultusunda, yayınlar yapılmakta, siyasi oluşumlar teşkil edilip desteklenmektedir.
Çağa hükmetmek isteyenler, Müslümanların bu mücadele karşısında aciz kalmalarından özel bir keyif almaktalar, o acziyeti de ayrıca bir propaganda malzemesine dönüştürmekte, acziyeti Ümmet ruhunun ölümüne ve bir daha asla dirilemeyeceğine kanıt diye sunmaya çalışmaktalar.
Oysa aradaki güç dengesizliğine rağmen, Müslümanlar pek de aciz kalmamaktalar. Otuz yıl önce Moro’nun, Eritre’nin adlarını sadece marşlarda duyan bir Müslüman gençlik vardı. Müslüman gençlik, o ümmet coğrafyalarından fotoğraflar bile görmüş değildi. Oraları hayal edecek bir görselden bile yoksundu. Hatta oraları Müslüman gençliği anlatan yazar ve çizerler dahi oralara gidebilmiş değillerdi.
Bugün öyle mi? Hayır!
Yeni Müslüman gençlik, Kurban Bayramı gibi kaynaşmanın sadaka ile pekiştirildiği, dolayısıyla buluşma ile yardımlaşmanın bütünleştiği günlerde, ağabeyleri ile beraber Ümmet coğrafyasının dört bir yanını dolaşmakta, Ümmetin bugüne kadar hiç ziyaret edilmemiş, görülmemiş, siyah tenli nurlu yüzlü evlatlarını muhabbetle kucaklamaktadır.
Ümmetin hayırseverleri, kendilerinden kısmakta, yardımlarını güven içinde İslâmî yardım kuruluşlarına teslim edip kalben yakın, mekân olarak uzak kardeşlerine yollamaktalar. Müslüman gençlik ağabeyleri ile birlikte, o yardımları alıp canlarını tehlikeye atarak salgın hastalıklara, her an trafik kazalarına yol açan ve aşılmaz görünen yollara rağmen Ümmet coğrafyasına açılmakta ve onların emanetlerini uzak, çok uzak ama kalben yakın hem de çok yakın kardeşlerine götürmekteler.
Bu mahiyette oluşan yardım filoları, sadece yardım götürmüyorlar. Ümmet dünyasına dağılan yardım filoları dünyanın bir köşesinde uluslar arası sistem tarafından zulme maruz bırakılmış, uluslararası sistemin kurduğu yerel vekil sistemlerce de ayrımcılığa tabi tutulup bir kez daha hak hukuku ayaklar altına alınmış ve “öğrenilmiş çaresizliğe” terk edilmiş kardeşlerine aynı zamanda umut götürüyorlar.
Yardım filoları, sadece bir iki öğünlük kurban eti götürmüyorlar aynı zamanda kurtuluş ışığı, kurtuluş nuru götürüyorlar.
Zulme uğrayan Müslümanlar, kurtuluş umudunu yitirdiklerinde “Yoksa yeryüzünde İslam söndü mü? Herkes İslam’ı terk mi etti?” diye karamsarlık eseri sorular sorarlar. Çoğu zaman bu soruların cevabını da iç dünyaları doğrultusunda kurgulayarak “Evet, kıyamet yaklaştı ve İslam yeryüzünden göç etti!” diye verirler.
Yardım filoları, işte küresel sistemin ve onun uzantılarının oluşturduğu koşullarla sordurduğu o soruları anlamsızlaştırıyorlar. Götürdükleri küçük veya büyük yardımlarla “Hayır kardeşler, umutsuzluğa yer yok çünkü İslam hâlâ yaşıyor! Müslümanlar hâlâ var! Kurtuluş umudu sönmedi!” diye haykırıyorlar.
Cihadın çok yönlülüğü İslam’ın mucizelerindendir. O çok yönlülük en çok bu çağda kendini belli etmekte, bir yandan acziyet psikolojisinin önüne geçerken öte yandan İslam’ın Allah katındaki yegâne din olduğunu duyurmaktadır.
Cihad, özü itibariyle İslam’ın duyulması, yaşanması, onunla birlikte Müslümanların can, akıl, nesil, mal, din emniyetinin korunması için yapılan mücahadedir.
Yeryüzünde İslam’a karşı kaç çeşit savaş varsa o savaşların her birine karşı direniş türü kadar cihad türü vardır.
Bugün Ümmet ruhuna karşı açık ve gizli çok yönlü bir savaş vardır. “Bu çağda kurban mı kesilir?” diyen bilinçli veya bilinçsiz aslında o savaşın bir unsurudur. Sözler, zaman ve mekânı içinde değerlendirilir. “Bu çağda kurban mı kesilir?” sözü, söyleyen kişi bağlamında sadece bir kuşkuyu dillendirmemekte, aynı zamanda İslam’a karşı sürdürülen küresel savaşa bir katkı mahiyeti taşımaktadır.
“Buradan ta Ertire’ye kurban eti mi götürülür?” şeklindeki bir sual de sualin sahibine göre aslında Ümmet ruhuna karşı yürütülen savaşa katkı niyeti taşıyabilmektedir.
Dikkat edilirse Ümmet ruhuna karşı mücadele edenler, bu bayramda bu kampanyayı da açıktan üstlendiler. Ümmete yönelik yardım kampanyalarına katılan Diyanet’i hedeflerine koyarak kuruma bencilliği tavsiye eder göründüler. Hakikatte kendilerini kullanan uluslararası sisteme bir kez selam çaktılar. Bakın, sizin adınıza Ümmet ruhuyla çok yönlü mücadele ediyoruz, bizi görün dediler.
Ulusun istiklalinden söz edip duran bu yapıların nasıl da bağımlı oldukları bir kez daha anlaşılmıştır. Bu arada son devre kadar Diyanet’in pek çok imkânlarının bu yapılara aktarıldığı ise acı bir gerçeğimizdir. Onlara yapılan katkılar, Moğolların Müslümanların imkânlarını İslam’a karşı kullanma taktiklerinin çağdaş bir versiyonudur.
Yasin Börü ve ağabeylerini katledenlerin bir bölümü, belki ne yaptığını bilmiyordu, aldatılıp katliama sürüklenmişti. Ama onlara o emri verenler ve o emirle onları önlerine katıp götürenler, uluslararası sistem hesabına nasıl bir iş gördüklerinin farkındaydılar.
Kurban eti neden uzak Ümmet coğrafyalarına götürülüyor diyen sözde ulusalcı yapılarla Yasin’i katledenler, özde aynı hizmeti yapmaktalar. Hatta aynı hizmet üzere yarışmaktalar. Onların köken farkı, sizi yanıltmasın! Hepsi aynı anda, İslâmî şiarlara ve Ümmet ruhuna düşmanlık ederek uluslararası sistemden kabul görme, aferin alıp ödüllendirilme yarışındadır. Hepsi aynı zihniyet üzere, yeryüzünün Allah’ın mülkü olduğu, O’nun dilediğini aziz, dilediğini rezil edeceği gerçeğinden kopmuş; yeryüzünün uluslararası sistemin mülkü olduğu ve o sistemin dilediğini aziz, dilediğini rezil edeceği aldatmasına tam olarak kapılmıştır. O sistem için koşarak siyasi yevmiyeler kapmaya çalışmaktalar.
Müslümanlar, uluslararası sistem için koşuşturan bu tür yapılara takılmayacaklar. Yüce Allah’ın emrettiği sistemi adım adım takip ettiklerinde ve o sistemin bütünlüğünü kavrayıp ona samimiyetle hizmet ettiklerinde İslâmî mücahedenin yol aldığına bizzat tanıklık edeceklerdir.
Mülk Allah’ındır. Yeryüzünün mutlak hâkimi Allah’tır. Allah en büyüktür (Allahü Ekber)! O’nun emrine uyan, eninde sonunda zafere erecektir.
Ümmet ruhunu yaşatmak, Allah’ın emridir. O ruhu imha etmek ise son devir yeryüzü zorbalarının talebidir. O talebe karşı her mücadele cihaddır. Cihadın türleri birbirlerinin alternatifi değildir, birbirlerinin tamamlayıcısıdır.
Dolayısıyla yeryüzüne İslâmî yardım için dağılan Müslüman gençlik ve ağabeyleri, sadece birer yardım çalışanı değil, Allah yolunda mücadelenin birer eridirler. O uğurda bir salgınla karşılaşıp tedavi olarak kurtulduklarında gazidirler, bir trafik kazasında can verdiklerinde şehiddirler.