“Şeref” gitti, “erdem” nerede?
Batı’da monarşiler yıkılıp yerine cumhuriyetler ve demokrasiler kurulurken büyük vaat, devrilen “şeref”in yerine “erdem”in inşa edileceğiydi.
Batı’da “şeref”; soydan, ait olunan sınıftan, kişisel bir emek söz konusu olmadan alınan unvan olarak anlaşılmış. Ona karşı “erdem” kişinin kendi emeğiyle ulaştığı ahlaki üstünlük olarak tarif edilmiştir.
Bunun için kraliyetler yıkılırken veya sınırlandırılırken “şeref” devri geçti, yerini erdem devri aldı, denmiştir. Bu yaklaşımla, çağın “erdemli” insanı, eskinin “şerefli” insanına karşı yeni nitelikli insan olarak öne sürülmüştür.
Türkiye’de de Cumhuriyet kurulurken de “şeref”le “erdem”i karşı karşıya getiren aynı vaat söz konusudur. Bu devirde “erdem” aristokratların günlük ifadesine dönüşürken “şeref” avam arasında kalmıştır.
Oysa nitelikli insan krizi henüz Meşrutiyet günlerinde başlamış, Batılılaşmanın bozduğu, yozlaştırdığı “yeni insan”a karşı “Tanzimat beyefendisi” aranmaya başlanmıştır.
Ki “Tanzimat beyefendisi” dedikleri de aslında Batılılaşmanın henüz başladığı bir dönemde niteliksizleşmemiş, özü henüz bozulmamış, yozlaşmamış, İslam’ın ahlaki değerleri ile yetişmiş “Osmanlı beyefendisi”dir.
Süreç içinde “Tanzimat beyefendisi”, unutuldu ama “Cumhuriyet beyefendisi” aradan geçen yüz yıla rağmen hâlâ yetişmedi. Böyle bir kavram dahi ortaya çıkmadı. Zira kavramı besleyecek umut hasıl olmadı.
“Şeref”i yıkıp yerine “erdem”i vaat edenler öyle bir noktaya düştüler ki hâllerini iyi tasvir edecek bir usta romancı olsa kendilerinin dahi yüzleri kızarır.
Basit bir misalle, bütün ahlak anlayışlarında insanın inancı doğrultusunda yaşaması yücelik olarak görülür. Dolayısıyla kişinin inandığı gibi yaşaması hem şeref hem erdemdir.
Oysa “erdem” vaadinde bulunanlar, zevk ve sefası uğruna inancından uzaklaşmış, para ve şehvani arzular için başka inançların sözcüsü olmuş bir ilahiyat profesörünü kınamak bir yana kutsuyorlar.
Galiba gelecekte, bugünü tasvir etmek için gelecekte kafa yoranlar, erdem inşa etme projesinin nasıl çöktüğüne kanıt olarak en çok bu misalden yararlanacaklar.
Söz konusu şahısla ilgili sosyal medya paylaşımları, esef verici çürümüşlüğün resmi gibidir.
Çıkarla örtüştüğü sürece ahlaki kuralları tercih etmek, yüceliğe kanıt olmaz. Ahlak, kişi ve yapıların çıkarlarına rağmen yüceliği tercih etmeleridir.
Söz konusu çevrenin politik çıkarları söz konusu olduğunda başvurduğu propaganda yöntemleri ise şeref ve erdemi mumla aratır hâle getirmiştir.
Ne yazık ki çürümüşlüğün etrafa sirayet etmesi gibi bir özelliği vardır. Dolayısıyla çürüyen, sadece söz konusu kesim değildir.
Süreç, bir “melez dindar” tip de ihdas etti. Buna günün dünyasında “muhafazakâr” diyorlar. Bu çürümüşlük içinde devrin muhafazakârı ile geçmişin muhafazakârı kasıtla karıştırılmaktadır.
Geçmişin muhafazakârı, o günün dünyasının yüceliklerini muhafaza için didinen gayret ehli insandı.
Devrin muhafazakârı, devralınan çürümüşlüğe de sahiplenme gibi bir garabete sahiptir. Devrin muhafazakârı, sözüyle İslâmî devre aitken tutumlarıyla pek çok hâlinde son devrin ürünüdür. Zihniyetini de kişiliğini de son devir örmüştür.
Bu muhafazakâr, şerefi devirip erdemi de inşa edemeyen son devrin kusurlarını üzerinde taşımaktadır.
Lâkin erdem vaadinde bulunanlar, muhafazakârdaki kusurların onların inşa ettiği devrin ürünü olduğunu göremeyecek kadar hakikatten fersah fersah uzaklaşmışlardır.
Karşı karşıya olduğumuz hâl, bir nitelikli insan krizidir. Bir ahlak krizidir.
Ahlak krizi, insanların zaman zaman arzularına, bireysel çıkar hırsına yenilmesiyle var sayılmaz. Kriz, arzulara uymanın ve çıkarcılığın yüceltilmesidir.
Son devrin politik dili tahlil edildiğinde krizin oluşumu şöyle dursun, krizin süreklileşmesi gibi bir derin hâlle karşı karşıya olduğumuz kolaylıkla görülecektir.